EKSTREM FİZİK
(7. Bölüm: 8 Konu) (Orijinal 3 Video)
İÇİNDEKİLER
1- Hiçliğin Matematikte Açıklanması (Konunun hazırladığım Videosu)
2- “Yaratma” Diye Bir Şey Var Mıdır?
3- Hiçlik, Varlık ve Kainat Üzerine Derinlemesine Analiz (Konunun hazırladığım Videosu)
4- Evrenimiz Hiçlikten Doğmuş Olabilir Mi?
5- Benlik: Ben Gerçekten Var Mıyım? (Konunun hazırladığım Videosu)
6- Neden Varız? Varoluş Gizemine Matematiksel Bir Bakış: Platon ve Pisagor Düşüncesi
7- Varoluş: Neden Varız?: Spinoza’dan Enformasyona, Axiarchism’den Panpsişizme
8- Neden Hiçbir Şey Olmayacağına Bir Şey Var?
Kaynakça
[one-third-first]
1. konunun videosu.
[/one-third-first][one-third]
3. konunun videosu.
[/one-third][one-third]
5. konunun videosu.
[/one-third][clearfix]
Bu bölümdeki ilgili konuları video/kısa belgesel tarzında da izleyebilirsiniz. Videoları hazırlayan: Alper Çadıroğlu.
[one-third-first]
SİTE DİZİNİNDEKİ 56. KONU
HİÇLİĞİN MATEMATİKTE AÇIKLANMASI
Hiçlik, matematikte Sıfır(0) dır. Hintçede “Sunya” boşluk anlamına gelir. Hint matematikçiler sıfırı bulmuştur. Doğuşu Budizm ile olmuştur. Sonra Arap Alimlere geçmiştir, onlar da Batı’ya aktarmıştır. Kullandığımız rakam yazıları Araplara aittir. Sunya, Arapçada “Sifr”, İngilizcede de “Zero ve Cipher”e dönüşmüştür.
0=hiçlik, 1=bir şeydir. Yani 1, var olan bir şeydir. Yüksek matematikte 0’dan 1’e geçiş imkânsızdır. Matematikçiler, kendisinin altındaki rakamsal kaynaklarla ulaşılamıyorsa, bir sayının “düzenli” olduğunu söyler. Daha açık bir ifadeyle, n sayısı, eğer n’den küçük n’den daha az sayının toplanmasıyla ulaşılamıyorsa düzenlidir. 1 düzenli bir rakamdır. Altındaki rakamla ona ulaşılamaz. Çünkü 0+0=yine 0’dır. Bu yüzden 0’dan hiçlikten, 1’e, yani bir şeye ulaşılamaz. “Hiçlikten bir şey var olmaz!”. 2 rakamı da düzenlidir. 2’den küçük, iki rakamdan daha az rakamı toplayarak 2’ye ulaşılamaz. İki rakamdan az şu demek, ya 1 rakam olur ya da 0(hiç) rakam olur. 1+0=2 olmaz, 1=2 ya da 0=2 olmaz. Sonuç; “Birlikten çokluğa da ulaşılamaz!” Lakin 1 ve 2 hariç bütün rakamlar ve sayılara ulaşılır, bunların hepsi düzensizdir. Altlarındaki sayıların toplamlarıyla ona ulaşılır. Örneğin; 1+2=3, 1+3=4, 1+2+2=5, 3+4+20+100=127 vb. Bunun dışında Sonsuz bir sayı da düzenlidir. Sonsuz bir sayısının altındaki sayıları topladığımızda hiçbir zaman sonsuz sayıya ulaşamayız. Çünkü sayı zaten sonsuzdur. Yani 0, 1, 2, 3, 4, 5 … ( … sonsuza gidiyor, …’dan önceki istediğimiz sayıları toplasak da, …’ya yani sonsuza ulaşamayız.) Sonuç; “Sonludan Sonsuza ulaşamayız, varamayız!”
0=1-1 denkleminde; 1 ve -1, 0 ediyor. Ayrıca 0, 1 ve -1’e ayrılıyor, yani hiçlikten bir şeyler çıkıyor. Hiçten var oluyorlar. Pozitif ve Negatif Enerji, Madde ve Antimadde gibi. Lakin hiçliğin ne olduğunun bilinmediği gibi hiçlikten bir şeylerin çıkması da bilimde %100 kanıtlanmış değildir. Lakin tutarlı teoriler de mevcuttur. Örneğin; Oxfordlu kimyager Peter Atkins “1 ve -1 aynı oluşumdur, 1 zamanda geleceğe, -1 ise geçmişe gider. Zıtlar zamanda seyahatlerinin yönüyle ayırt edilirler. Zamanın yokluğunda 1 ve -1 birbirini ortadan kaldırır ve 0’da birleşir. Zaman iki zıddın ayrılmasını mümkün kılar ve zamanın varlığına işaret eden de bu ayrılmadır. Evren kendiliğinden bu şekilde vuku bulur.” der. S. Hawking gibi bazı ünlü isimler de buna yakın görüşleri savunur.[1]
___________________
[1] Jim Holt, “Dünya Neden Var? Varoluş Üzerine Bir Dedektiflik Hikayesi”, Çevirmen: Ebru Kılıç, Aylak Kitap Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 47-51.
SİTE DİZİNİNDEKİ 57. KONU
“YARATMA” DİYE BİR ŞEY VAR MIDIR?
Bir şeyin yok olması başka bir şeyin varlığını gerektirir mi? Diyelim ki sen doğmadın. Bu zamana kadar çevrende senle yaşayan her şey farklı bir şey yaşayacaktı. Yeni olasılıklar oluşacaktı. Bu durumu dünyadaki bütün insanlığa uyarlarsak “rastlantısallık” ortadan kalkabilir. Her olgu varoluşsal bir karşılıklı bağımlılık ağında anlam buluyormuş sonucuna ulaşılır. Şimdi bu kavramı uçuralım bakalım. Evrende sadece bir tane “elektron” olduğunu varsayalım. Her madde antisiyle var olur, bu kanundur. Elektronun antisi Pozitron’dur. O halde örnek evrenimizde bir elektron ve bir de pozitron bulunur. Elektron -1 yüklüdür, Pozitron +1 yüklüdür. Yüklerin Korunumu Kanunu ile örnek evrenimizin elektriksel yükü 1-1=0 olur. Sadece ve sadece bir elektronun olduğu bir evren düşünülemez çünkü bu Yüklerin Korunumu Kanununu ihlal eder. Sadece ve sadece bir elektronun olduğu evrende o elektron yaratılmış demektir fakat dediğimiz gibi böyle bir şey olamaz çünkü kanuna ters düşer. Sonuç, fizikte yaratmak imkânsızdır. Daha doğrusu “yaratma” bu noktada anlamsız ve önemsiz olur. Çünkü bulunduğumuz evrenimiz bu kanun olmasaydı olmazdı. Peki bu elektron-pozitron örnek evrenimizdeki, bu iki çifti yok etsek hiçliğe ulaşır mıyız? Cevap, keşke ulaşabilsek fakat buna bile ulaşamayız. Çünkü Kütle-Enerji Korunumu Kanununu ihlal edemeyiz. Bu çifti ortadan kaldırsak yerine ya bir foton ya da başka madde-antimadde ikilisi çıkar. Yani enerji yoktan var, vardan da yok olmaz.[2]
___________________
[2] Holt, age., s. 66, 67.
SİTE DİZİNİNDEKİ 58. KONU
HİÇLİK, VARLIK VE KAİNAT ÜZERİNE DERİNLEMESİNE ANALİZ
Bilim, evrenin neden var olduğunu yani kökeninin ne olduğunu açıklamaya çalıştığında, karşısına durmadan bir neden-sonuç ilişkisi çıkar. Big Bang’e neyin neden olduğunu bulsa bile, onun neden olduğunu açıklaması gerekir ve bu zincir durmadan devam eder. İlk sebebe “Hiçlik” diyemez, Çünkü hiçlikten “Bir Şey” çıkmaz. Stephen Hawking, Evrenin başlangıcının ‘Neden?’ olduğu sorusunu anlamsız bulur. Çünkü “Big Bang’den önce zaman kavramı yoktur” der. “Evren kendi içine kapalıdır, sonludur fakat bir küre yüzeyi gibi sınırsızdır” der. Einstein ve Hawking; Evrenimizin -uzayzamanın- tıpkı bir basketbol topunun iki boyutlu yüzeyinin daha yüksek boyutlu bir benzeri gibi sonlu ve sınırsız olduğunda hemfikirdir. Bir basketbol topunun havasının gittikçe söndüğünü düşünelim, yarıçapı gittikçe küçülür, küçülür ve en sonunda 0(sıfır) yarıçapa ulaşır ve hiçliğe dönüşür. (Gerçi burada hiçlik nedir, o da tam olarak belli değildir.)[3]
[one-half-first]

[/one-half-first][one-half]

[/one-half][clearfix]
Bir insanı parçalayalım. (Gerçi bu örnek ne kadar ürpertici olsa da, neyse konumuz bu değil.) Durmadan ikiye bölelim. En son elektrona varırız, bunu da durmadan ikiye bölelim ve sınır olan Planck uzunluğunun altına inelim. Bu sınırdan sonra; boyut, zaman, mekan ve madde gibi özellikler ortadan kalkar. Bu sınırın altında küçücük bir noktaya sıkışmış Big Bang’in ilk anlarından birisi de budur. Burada zamanın olmadığı gibi, Big Bang’den önce de herhangi bir zaman kavramına ulaşmamız mümkün değildir. İşte tam bu noktada evrenin hiçlikten oluştuğunu söylemek anlamsızlaşır çünkü “hiçlikten var olma” demek zaman kavramı varsa olan bir şeydir. (Ayrıca günümüz evreninde en küçük atom altı düzeylere yani Planck sabitinin altına indiğimizde -ki buraya mikro evren denilir- burada üstte anlatıldığı gibi zaman, madde, boyut vb. özellikler ortadan kalkar. Zaman, makro (görünebilen büyük) evrende geçerlidir, mikroda geçerli değildir.) Bunu biraz daha deşelim. Tam olarak Big Bang anına inelim yani zamanın 0 olduğu noktaya. Buraya tekillik denilir. Şöyle ki, bir balonun havasını gittikçe alalım durmadan sıkışacaktır, en son yani t=0 anında balon yok olacaktır. Evrenin şeklini madde ve enerji belirler. t=0 anında evren sonsuz derecede sıkışmış olarak ortadan kayboluverir. Bu olgusallıkta zaman kavramı olmadığı için bir “neden-sonuç”da aranamaz. Yani “Evren Neden oldu?” sorusu anlamsızlaşır.
Andrei Linde, Kaotik Şişme Kuramını icat eden kişidir. Evrenimizin başlaması için, 1 gramın yüzbinde biri kadar maddeye ihtiyaç vardır, der. Evrendeki şu an görünen muazzam kütle ve her şey, bundan çıkan bir boşluğun patlamasıyla oluşmuştur, der. Bu Şişme Kuramı, şu an fizikte kabul görülür ve kanıtları vardır. O çıkan boşluktan, kütle çekiminin ters tepmesi -yani lastiği gerin, gerdikçe fırlama artar- sonucu, evrenimiz oluşmuştur. Bu kuram üzerinde çalışan Alan Guth, “Evrenimizin bir başka evrendeki biri tarafından bu şekilde yaratılabileceğini savunur. Bizler yeni bir evren yaratsaydık, bu yeni evren bizim evrenimizi yutmazdı, kendi içine doğru genişlerdi. O, bize, bir elektron kadar küçük görünürdü.” der.[3]
[one-half-first]

[/one-half-first][one-half]

[/one-half][clearfix]
Şişme Kozmolojisine göre; evrenimiz başka bir evrenin uzay-zamanından küçücük bir baloncuk şeklinde ayrılarak doğmuştur. Bu ayrılmaya Big Bang denilir. Evrenimiz durmaksızın çoğalan “çoklu evrenlerin” bir parçasıdır. Kendisini kopyalayan bu evrenler sonsuz sayıda ve sonsuz derecede bir zamana sahip olabilirler. Bu evrenler arasında bir bağlantı kurmak veya başka bir evrene geçebilmek şu an için mümkün gözükmemektedir. Hâlihazırda bulunan 2 tane Çoklu Evren Modeli olan Şişmeye Dayalı Evrenler ve Paralel Evrenler modellerinde sonsuz sayıda olasılığın gerçekleştiği sonsuz sayıda evren vardır. Bizim evrenimiz sadece bir olasılığın gerçekleştiği yerdir. Bu evrenlerde bambaşka farklı fizik yasaları ve benzer fizik yasalarının az veya çok farklı değerler alması söz konusudur. Kuantum mekaniğindeki tesadüfler, bu evrenlerin etkileşmesi sonucunda olabilir.
Peki, “Neden hiçbir şey olmayacağına bir şeyler var!” Neden evren veya evrenler var, Neden hiçbir şey yerine bir şeyler var?” sorusu bu noktada önemlidir. Burada “Nasıl oldular?” demiyoruz “Neden oldular, Neden varlar?” diyoruz. Her halükarda “Hiçbir şeyde olabilirdi ama bir şeyler var ve bunlar neden var?” Gerçekliğe dair nihai bir açıklama olmayabilir. Açıklanacak şeyler sonsuza gidebilir. Eğer her şeyin açıklamasını bulsaydık, bu seferde, neden açıklama bu da başka bir şey değil, derdik. “Açıklamayla ilgili önemli ilerlemeler, genellikle açıklamanın anlamını değiştirir.” Çoklu evrenlere gidebilsek bile, bazı çözümlere ulaşabiliriz lakin “her şey neden var?” sorusuna hiçbir zaman ulaşamayabiliriz.
Kuantum Kuramına göre, evren boşluğunda madde ve antimadde kendiliğinden oluşur. Burada hiçlikten bir şey çıkıyor gibi görünse de aslında öyle değildir. Kuantum boşluğu bir şeydir, yapılı bir şeydir. Bu yüzden evrenimizin hiçlikten oluştuğunu söylemek yanlış olur. Fizik kanunları, neden evrenin olduğu sorusunun cevabını barındırmaz. Evrenimiz bir boşluk akışı olarak, kuantum eşliğinde, boşluktan maddeler oluşarak oluştu, der. Fakat bu boşluk karmaşık ve yapısı olan bir şeydir.
Evrendeki tüm kuvvetlerin tek bir enerjinin farklı formları olduğu düşünülmektedir. Örneğin; doğada 4 temel kuvvet bulunur, bunlardan ikisi olan elektromanyetik ve zayıf nükleer kuvvet; “elektrozayıf” kuvvetin daha düşük enerjili olarak farklı formları olduğu kanıtlanmıştır. (Diğer ikisi kütle çekimi ve güçlü nükleer kuvvettir.) Big Bang anından çok kısa süre sonra atom altı düzeyde olan evrende kuantum ilkeleri geçerliydi. Kütle çekimin nasıl davrandığı belirsizdi. Bu yüzden evrenin “Neden” olduğunu daha iyi anlayabilmek için Kuantum Kütle çekimi Kuramını bulmak lazımdır, bu kuramla, genel görelilik ve kuantum mekaniği birleştirilmiş olacaktır. Lakin şu an bu kuram çözülememiştir. Zamanın başlangıcı var mı? Evren neden ve nasıl oluştu? Sorularının cevabı bu kuramda gizli olabilir.[3] Belki de hiçlik yoktur ya da her şey hiçliktir… Keyifli düşünmeler, fazla düşünmeyin kafanız ağrımasın!..
___________________
[3] Holt, age., s. 11, 12, 22, 23, 63, 85-89, 100, 146-150, 168-171.
[/one-third-first][one-third]
SİTE DİZİNİNDEKİ 59. KONU
EVRENİMİZ HİÇLİKTEN DOĞMUŞ OLABİLİR Mİ?
Big Bang’den önce ne vardı? Bu patlamaya ne yol açtı? Soruları, Tekillik olarak bilinen, aşılamazmış gibi görünen bir engelle karşı karşıya kalır. Büyük Patlama anında, t=0 anında, ısı, yoğunluk ve evrenin eğimi, hepsi de sonsuza gider. Bu anda bütün fizik kanunları çöker. Bu ana, tekillik denir. Tekilliğe neden olan şey, uzay-zamanı aşmalıdır. Big Bang’den saniyenin çok küçük zamanı sonra tüm evren atomdan bile küçük bir alanda idi. Atom altı ölçeklerde Kuantum fiziği geçerlidir. O halde evrenin tamamına kuantum mu hakimdir? Sorusu doğar. Kuantum, t=0 anının zamansal bir kökeninin olmadığını söyler. Yani t=0 anı diye bir şey yoktur. Genişletirsek kuantumda “zaman” kavramı da yoktur, her şey bulanıktır.
Kuantuma göre, parçacıklar bir boşlukta kendiliğinden belirebilir. Boşluğa “hiçlik” diyebiliriz. Hiçlik, istikrarsızdır, hep hiçlik olarak kalmaz, parçacık üretebilir. Bir boşluk madde ve antimadde üretebilir, maddeye 1, antimaddeye -1 dersek; 1-1=0 olur, 0(sıfır) burada hiçliktir. Yani hiçlikten bir şeyler çıkmış olur. Hiçlik, hiçbir parçacığın olmadığı, bütün matematiksel alanlarının değerinin sıfır olduğu özel bir durumu betimler gibi görünse de gerçekte öyle değildir. Gerçekte hiçlik diye bir kavram olmayabilir.
Belirsizlik ilkesine göre; bir maddenin konumunu ne kadar kesin olarak belirlerseniz hızını -momentumunu- bir o kadar kesin olarak belirleyemezsiniz. Bunun tersi de doğrudur. Örneğin; bir resmi yakınlaştırın, en son, pikselleri görürsünüz ve resim artık ortadan kalkmıştır ve bulanık olmuştur. Bir özelliğe ne kadar yaklaşırsanız diğer özellikler ortadan kaybolur, bulanıklaşır. Bu durum enerji ve zaman için de geçerlidir. Evrende bir şeyin gerçekleştiği zamanı ne kadar kesin olarak bilirsek, o şeyi gerçekleştiren enerjiyi de o kadar az biliriz. Tersi de doğrudur. Bu kuantum belirsizliği, bir alanın değeri ile alan değerinin değişme hızının kesin olarak belirlenmesini de yasaklar. Bu açıdan bakıldığında hiçliğin olmadığı görülür. Hiçlik bütün değerlerin sıfıra eşit olması ise, belirsizlik ilkesi bunu engeller. Hiçbir özellik sıfıra düşmez, özellik, rastgele farklı değerler alan bir bulanıklığa dönüşür.
Evrenimizdeki maddelere pozitif enerji, bu maddelerin kütle çekimine negatif enerji dersek; pozitif ve negatif enerjinin tam olarak birbirine eşit olduğunu görürüz. Evrenimizin toplam enerjisi 0’dır. Eğer evren kendi üstüne çökerse, pozitif ve negatif enerji birbirlerini ortadan kaldırır. Yani evrenin genişlemesinin yavaşladığını düşünelim, bu sayede kütle çekimi baskın gelecektir ve bütün her şey kendine çekilecektir ve bir noktada sıkışacaktır ve bu nokta da tekilliğe dönüşüp kendi kendisini yok edecektir. Evrenin toplam enerjisinin sıfır olması, belirsizlik ilkesine göre, zaman kavramının belirsiz olup sonsuza gittiği anlamına gelir. Bu sayede evren boşluktan olup, varlığını sonsuza dek devam ettirir, anlamı çıkar. Böyle bir evren neden oldu, sorusunun cevabı ise, kuantum şans meselesidir, cevabını alırız.
Kuantum boşluğu denilen kavram, aslında uzay boşluğudur. Bu boşluk gerçek anlamda boş değildir, bir uzay parçasıdır. Evrende boşluk yoktur. Sözde Uzay Boşluğu denilen yer, eğilip esner, enerji alanları ile doymuştur ve sanal parçacık faaliyetleriyle doludur. Peki, bu sözde boşluk nerden geldi? Bir balon düşünelim, balonun yüzeyi uzay-zaman olsun, havasını gittikçe alalım, yarıçapı durmadan düşecektir. Yarıçapı sıfır olduğunda hiçliğe ulaşırız. Bu hiçlikten önce küçük bir boşluk oluşur, çıkar. Kuantum kuramı da bunu destekler. Enerji dolu küçük bir boşluk parçası kendiliğinden varlığa bir tünelleme yapar. Elinize bir lastik alın ve onu gerin, gerdikçe uygulayacağı kuvvet artacaktır, yani kütlesi artacaktır, yanı sıra tepme kuvveti de -fırlama kuvveti de- artacaktır. Bu sayede bu küçücük boşluk genişlemiş ve enerji miktarını arttırmış olacaktır. Sonrasında Big Bang olarak patlayacaktır. Hiçlikten, boşluğa, ondan da maddeye dönüşüm söz konusudur. Hiçlikten boşluk çıkması, kuantum tarafından doğrulanmıştır. Boşluktan madde olması ise şişme kuramı tarafından doğrulanmıştır.[4]
___________________
[4] Holt, age., s. 161-172.
SİTE DİZİNİNDEKİ 60. KONU
BENLİK: BEN GERÇEKTEN VAR MIYIM?
İnsan genomunda yaklaşık 30.000 aktif gen bulunur. Her birinin en az 2 varyantı vardır. Genomun şifreleyebileceği genetik olarak farklı insan sayısı 2 üssü 30 bindir. (1’in arkasından gelen 10.000 tane sıfırlı sayıdır bu.) DNA’mızın izin verdiği farklı insan sayısı budur. Gelmiş geçmiş 100 milyar insan yaşamıştır. Bu da doğmuş olarak, genetik olan olası insanların toplama oranının, 0,0000…00001’den (arada 9.979 tane sıfır var.) daha az olduğunu gösterir. Bizler “şanslılar” olmaktayızdır. Sizin olmanızın olasılığı çok düşüktür, olmayışınız olasılığı çok yüksektir.
Genetik kimlik “Ben kimim?” “Ben ne demek?” “Benlik nedir?” gibi soruları çözmeye yeterli mi! Tek yumurta ikizi, bir zigotun bölünmesiyle oluşur. O zigot bölünmese ve bir kişi doğsa, o kişi ben mi yoksa ikizim mi olurdu! Ben, Homo sapiens türünün sadece bir örneği miyim? Bizlerin beynimizle kendimizi bir penguen, robot ya da melek gibi düşünebilmemiz ne anlama gelir. Ben’in ne olduğunu bilmesek de, bildiğimiz bir şey var “Ben varım” bu bir hakikattir. Descartes’in “Düşünüyorum, öyleyse varım.” söylemi, Ben’in düşünen bilinçli bir özne olduğunu anlatır. Burada Ben, fiziksel beden dışı, farklı bir olgudur, bilinçli bir şeydir.
Ben’lik arayışımı içe yönelttiğimizi düşünelim. Ben’liği ararken, durmaksızın devam eden düşünce ve duygu akışıyla karşılaşırız. David Hume şöyle der: “Kendim dediğim şeye daha yakından girdiğimde, her zaman sıcak ya da soğuk, ışık ya da gölge, sevgi ya da nefret, acı ya da haz gibi belli bir algıya rastladım. Kendimi hiçbir zaman bir algı olmaksızın yakalayamadım, algıdan başka bir şey de gözlemleyemedim.” Derek Parfit, Benliği, üyeleri zamanla değişebilecek, tümüyle dağılabilecek, başka bir isim altında yeniden bir araya gelebilecek bir kulübe benzetir. Daniel Dennett de, bağımsız olmayıp, bizi yaratan sosyal süreçlere benlik der.[5]
Filozoflar benliğin iki kavramsal gerekliliği olduğunu söylerler. Bir, benlik her ne olursa olsun, bilincin öznesidir. Bu, yaşadığımız, gördüğümüz her şey aynı bilincin parçalarıdır, hepsi aynı benliğe aittir. İkinci gereklilikse, benliğin öz bilinçlilik yetisine sahip olmasıdır; kendi kendinin farkında olması, “benim-si” deneyimler yaşamasıdır. Burada, benlik, bilincin hem öznesi hem de nesnesi oluyor. Ben’e eğer göz dersek, göz kendisini göremez. Biz benliğimizi göremeyiz düşüncesi ortaya çıkar. Benliğin hem özne hem de nesne olması kavram kargaşası doğurur, bu yüzden bu düşünüm anlamsızlaşır.
• Eğer Ben, bilinçte oluşuyorsa, hafızam silinirse ne olur? • Beynimizin eksiksiz kopyası, klonlanmış bir bedene yerleştirilirse ne olur? • Beynimiz her seferinde başka bir beyinden 100 hücre ile değiş-tokuş edilse, bizim benliğimiz %50’den sonra mı %100 değiş-tokuşta mı kaybolur? Bu soruların cevabı bizi Ben’in çok da önemli bir şey olmadığı sonucuna götürür. Ben’liğin açıklaması şu an için, psikolojide ve fiziksel bilimde açıklanamamıştır. Belki de Ben’in var olup olmadığı bile belli değildir. Buda’nın dediği üzere: “Benlik, bir unsurlar kümesine verilmiş bir isimden ibarettir.” Bir diğer görüş, benin kendi kendisini yaratmasıyla diğer her gerçekliği de yaratmasıdır. Hegel, Sartre vb. bunu savunur. Wittgenstein, Tractatus’da “Dünya benim dünyamdır, ben kendi dünyamım” derken bunu savunuyordu. Bu şekilde, Solipsist tarzda düşünen, tek gerçek benim, der. Bütün bu görüşler, Ben uğruna yapılan açıklamalar gayet güzeldir. Bu konuyu sonlandırırken Jim Holt’un şu sorusuyla bitirmeyi uygun buldum. “Biz mi gerçekliğin parçasıyız yoksa gerçeklik mi bizim parçamız?”[5] Keyifli düşünmeler!..
___________________
[5] Holt, age., s. 293-305.
SİTE DİZİNİNDEKİ 61. KONU
NEDEN VARIZ? VAROLUŞ GİZEMİNE MATEMATİKSEL BİR BAKIŞ: PLATON VE PİSAGOR DÜŞÜNCESİ
• 4 boyutlu küre var mıdır? • Sonsuz bir sayı ya da -1’in karekökü var mıdır? Yoksa bunlar sadece soyut mudur? Mükemmel yuvarlağa sahip bir çember asla çizemeyiz, mükemmel derecede düz sonsuz bir doğru da. Evrende %100 birbirine eşit olan iki şey yoktur. Platon böyle şeylerin, ebedi ve aşkın bir yerde var olması sonucuna vardı: Mükemmel matematiğin var olduğu bir yerde. Ona göre matematik soyut değildi. O aşkın yerden bu evrene düşmüş küçük parçaları ancak keşfedebiliyorduk. Matematiksel sezgi, duyusal algıdan daha belirgindi. Fizikte ve birçok bilimde matematiksel güzelliğin varlığı kanıtlanmıştır. Bütün formüllerimizin temelini matematik oluşturur. Evrendeki her şeyi matematiksel olarak açıklayabiliriz. Platon düşüncesinde, ebedi matematiklik, evreni doğurur, insanlar da oluşarak, mükemmel matematik dünyasıyla iletişim kurar ve formüller ve de sezgiler oluşur-oluşturur. Bu inanış, Pisagor düşüncesiyle de aynıdır. Pisagor “Her şey sayıdır” derken bunu kastetmiştir.
Akıl nerdedir? Diye bir soruyu herkes duymuştur. Şu an bilimde “Bilinç -akıl-” tam olarak anlaşılmış değildir. Penrose’un bununla ilgili tutarlı bir açıklaması vardır. Sir Roger Penrose, Oxford’da matematik profesörüdür. Kendisi gelmiş geçmiş en sağlam matematiksel fizikçilerden biridir. Savunduğu şudur; beyin hücrelerimizde gerçekleşen, genellikle zihinsel hayatımızın nedeni olduğu düşünülen elektriksel faaliyetlerin, beyinde olup biten, bilincin gerçek kaynağı olan daha derindeki kuantum süreçlerinin “gölgeleri”nden ibaret olduğudur. Bu açıklama, Platon’un idealar dünyasına -platonik dünyaya- benzer. Bizler bir mağarada zincirlenmişizdir ve sadece kaya duvarındaki gölgelere bakıyoruzdur. [/one-third][one-third]Gölgelerin ardında gerçeklik vardır. Dünyada -evrende- gördüklerimiz gölgedir. Mahkumlardan biri zinciri kırıp dışarıya baksa, gözleri kör olur, sonra gerçekliğe alışır. Geri dönüp diğer mahkumlara gerçeği anlatmaya çalışsa, ona inanmazlar ve buna, kör gözlerini göstererek değmeyeceğini söylerler.
Penrose var oluş gizemi için şunu söyler. Yani “Neden varız?” sorusunu şu şekilde yanıtlar. 3 olgu vardır: Platonik dünya, fiziksel dünya ve zihinsel dünya. Bu dünyaların her biri bir şekilde diğerlerini doğurur. Platonik dünya, matematiğin büyüsü sayesinde fiziksel dünyayı -evrenimizi- ortaya çıkarır. Fiziksel dünya, beyin kimyasının büyüsü sayesinde zihinsel dünyayı ortaya çıkarır. Zihinsel dünya, bilinçli sezginin büyüsü sayesinde Platonik dünyayı doğurur, bu da fiziksel dünyayı, o da zihinsel dünyayı vs. şeklinde devam edip gider. Bu kendi içine kapalı nedensel çevrim sayesinde (matematik maddeyi yaratır, madde zihni yaratır, zihin matematiği yaratır), üç dünya karşılıklı birbirlerini destekler. Ama burada öz olan platonik -mükemmel formlar- dünyasıdır, diğerleri onun gölgeleridir. Mit’de ders veren kozmolog Tegmark’a göre ise, bu gölgeler birçok evreni oluşturur, başka bir evrene gidebilmek mümkün değildir ve bu gölgeler de gerçektir, der. Ama matematik vazgeçilmez değildir. Soyutlamalarının fiziksel dünyaya dair anlayışımızda bir rol oynaması gerekmez. Bunlar sadece şanlı bir hesaplama aygıtıdırlar çünkü kısa türevlere götürürler pratikte hoş ama kuramsal olarak vazgeçilebilirler. Bizden büyük zekâya sahip varlıklar için hiç de gerekli olmayabilirler. B. Russell “Sadece sembolik uygunluklarsınız!” derken bunu kastetmişti. Her şeyin özü matematik desek bile, matematiğin özü nedir? Sorusu karşımıza çıkar. Bu sayede Platon, Pisagor ve Penrose’un söylemlerinin doğru olup olmadığı muamma olarak kalır. Olabilir de olmayabilir de…[6]
___________________
[6] Holt, age., 199-215.
SİTE DİZİNİNDEKİ 62. KONU
VAROLUŞ: NEDEN VARIZ?: SPİNOZA’DAN ENFORMASYONA, AXİARCHİSM’DEN PANPSİŞİZME
Spinoza’ya göre “Evren Neden Var?” sorusunun cevabı şöyledir. Evren kendi kendisinin nedenidir. Bütün gerçeklik tek bir sonsuz Öz’den oluşur. Her şey -maddi ve zihin- denizin üstündeki dalgalar gibi Öz’ün geçici halleridir. Bu Öz, Tanrı(Deus) ya da Doğa(Natura) dır. Tanrı ve Evren ayrı değildir, iç içe geçmiştir. 1921’de bir din adamı, Einstein’a, “Tanrı’ya inanıyor musunuz?” diye sordu. Einstein, “Kendisini var olan şeylerin düzenli uyumunda gösteren Spinoza’nın Tanrısına inanırım, insanların kaderleri ve eylemleriyle meşgul olan bir Tanrı’ya değil” cevabını verdi. Spinoza olgusu çerçevesinde, nedensel bir döngü vardır, evren bizi, biz evreni yaratırız.
Yunanca bir bilmecede “Bir şey nasıl olur da bir şey olmayan bir şey olur?” Cevap, “Hiçbir şey olarak”dır. Fakat bu cevap yanlıştır. Bir şey hiçliğe dönüşmez. Hiçen bir şey yoktur. Hiçlik sadece olası bir gerçeklik olabilir. Hiçlik, bir şeye neden olmaz ya da bir şeyi hiçe dönüştüremez yani hiçmez. Peki ya Mutlak Hiçlik var mıdır? Yani her şey tümüyle yok olabilir mi? Bu kendisiyle çelişebilir, çünkü hiçbir şey olmayacağına evrenimiz bir şeydir dolayısıyla hiçlik imkansızdır. Filozof H. Bergson; Beyninde -düşüncesinde- evreni yok ettiyse de en son geriye kendi bilinci kalıyordu, bunu yok edemiyordu. “Bilincim sönmeden önce onun yerine başka bir bilinç doğuyor ve bu böyle devam ediyor” diyordu. Bu yüzden o, hiçliğe ulaşılamaz, diyordu ve hiçlik imkansızdır görüşünü benimsedi.
Evrenin “öz” bir malzemesi olmaması, onun enformasyondan oluştuğunu gösterebilir. Bilim farklılıklardan ibarettir. Evrendeki kütle ve enerjinin farklı dağılımı evrenin şeklini oluşturur, parçacıkların elektrik yükündeki farklılıklar uyguladıkları farklı kuvvetler doğurur. Fizikte de bu farklı haller belirlenerek bir sonuca varılır. Dolayısıyla evren bir simülasyondan ibaret olabilir. Bir bilgisayarda sayı dizilimlerinin farklı varyasyonları, istenilen simülasyonu doğurabilir. Bu simülasyonların herhangi bir “öz”ününde olması gerekmez, zaten yoktur.
John Leslie’ye göre… Evrenimiz veya çoklu evrenler, her şeyi bilen sonsuz zihinlerden oluşur. Evrenimiz bunlardan birinin düşüncesidir. İnsanlar da sonsuz zihne sahiptir. Sonsuz zihinler, sonsuz sayıda evren düşünebilir. Bizim evrenimiz “iyilik” bakımından alt sıralardadır. Olasılık dahilinde “çok iyi evren” nadiren oluşur. Kötü evrenler, hiç evrenin olmamasından iyidir. Kötülük olmasa, iyilik anlamsızlaşır. Evrenimizin var olmasının sebebi, Platon’un da savunduğu üzere: İyiliğin baskın çıkmasıdır, iyiliğin bizzat kendisidir. Her şeyin “Nedeni”nin ne olduğu sorusu böylelikle çözülebilir, iyilik mantıksal değil zorunlu bir olgudur ve varoluşu doğurur. Sonsuz sayıda panteist zihin mevcuttur. İyiliğin karşısında rakip olmaması, evrenimizin toplam enerjisinin sıfıra eşit olmasıyla açıklanabilir. Rakipten kasıt, her şeyi hiçe dönüştüren olgu yani hiçendir. Hiçen -hiçlik- olmayabilir, eğer olsaydı hiçbir şey olmazdı. Bu görüş Leslie’nin “Axiarchism” -değer hükmeder- varsayımıdır. Bu iyilik ihtiyacı, bir neden değildir, zorunlu bir olgudur.
Spinoza, panteizme yakındır. Ona göre tanrı, doğanın tamamını kapsayan bir Öz’dür. Bizler sonsuz zihnin minicik parçalarıyızdır. Maddi dünya öz olan denizin üstündeki geçici dalgalar örüntüsüdür. Her şeyi yaratan değerlerdir, iki şey arasındaki farktır. İnsanların acıları, bütündeki küçük uyumsuzluklardır.[7]
Panpsişizm, her maddede evrensel bilinç vardır, der. Gerçekliğin temel malzemesi zihindir. Elektron, bardak, taş, çiçek, insan, gezegen, galaksi vs. her şeyi zihin oluşturur. Bir insanı atomlar oluşturur. Bu küçük zihin -bilinç- parçacıkları birleşerek beynimizi ve aklımızı oluşturur. Peki, küçük bilinçler nasıl olur da birleşip daha yüksek bir bilince evrilebilir. Bazıları bunun Kuantum Dolaşıklığı ile olduğunu savunur. İki farklı parçacığın dönüşü, hızı vs. özellikleri aynı konuma getirilirse, aralarındaki mesafe ne kadar uzak olursa olsun, birinde olan bir değişiklik -ışık hızından üstün bir hızda- anında diğeri tarafından hissedilir ve birleşik hareket ederler. İkisi de aynı hareketleri yapar olur. Bu, bilincin birliği olarak görülebilir.[7] (Yorumuma veya görüşüme göre belki de bir yerde başlayan bir gösterinin bütün dünyaya yayılması böyle olabilir, selfi çekimi vs gibi…)
___________________
[7] Holt, age., s. 44, 45, 58, 59, 220-223, 225-228, 229-248.
SİTE DİZİNİNDEKİ 63. KONU
NEDEN HİÇBİR ŞEY OLMAYACAĞINA BİR ŞEY VAR?
Derek Parfit’e göre “Neden her şey var, evrenimiz neden var?” sorusu şu şekilde cevap bulur. Bütün olasılıkların olduğu sonsuz -veya sonsuza yakın- sayıda evren bulunur. En alt kademede boş veya hiç evren bulunur, en üstte bütün olasılıkların yer aldığı evren bulunur, bunların arasında diğer olasılıkların yer aldığı evrenler bulunur, bizim evrenimiz de bu aralıkta yer alır. Bunların hepsi gerçektir. Hiçlik de gerçekliğin alabileceği bir formdur. Peki, hiçlikle varlık yan yana durabilir mi? Filozof Robert Nozick ikisinin olabileceğine inanıyordu. Fizik Prof.’ü Brain Green’de buna inanıyordu, “Çoklu evrenlerde hiçbir şeyden oluşan bir evren vardır” demiştir.
Bu görüşlere farklı açıdan bakan filozof Jim Holt, bu çoklu evrenlerde hiçliğin olamayacağını düşünür ve ekler: Bir şey + Hiçbir Şey = Bir şey. Yani gerçeklik bütün bu evrenlerse, hiç evreni etkisiz oluyor, sonuçta yine bir şeyler var olmuş oluyor, o halde “Bu bir şeyler neden hiçbir şey olmayıpta bir şey olarak varlar?” der. Jim Holt, yine ekleyerek: “Neden hiçbir şey olmayacağına bir şeyler var?” der. Elbette ki bu sorunun cevabı şu an için yoktur. Fakat tahminler çok fazladır. Holt, “Gerçekliğe ilişkin hiçbir açıklama, kendi kendisini açıklama yetisine sahip değildir.” der. Bir açıklama olsa bile, o açıklamanın açıklanması gerekir, sonu gelmeyen bir neden-sonuç zinciri oluşur. Döngüsel bir kavramdır, desek bile: bu döngünün “özü” nedir? Sorusu oluşur.
Eğer her şeyin sebebi “İyilik” ise, bu, kısır döngüye girer. En baştaki iyilik olgusu, hiçlik yerine diğer evrenleri oluşturur. Burada iyilik “kendi kendisini seçmiş olur” ondan önce bir şey yoktur. Fakat bu döngüsel ve tutarsızdır. (İyilik yerine başka bir olgu koysak da yine aynı anlama gelecektir.) Eğer en başta bir seçici yoksa yani her şey bu yüzden bu sebepten oldu diyebileceğimiz bir olgu yoksa seçicinin de olmadığı sonucuna ulaşırız. Seçici dediğimiz, her şeyin oluşmasını sağlayan sebeptir. Seçici yoksa seçiciye sebep olan olgu da yoktur. Bu da bizi hiçlikten bir şey olmasına götürür ki, hiçlik kendini hiçeceği için, hiçten bir şey olmaz. Filozof ve Times Dergisi yazarı, “Dünya Neden Var?” adlı kitabıyla 2012 yılının en iyi kitapları arasında gösterilen kitabın yazarı Jim Holt’un bu kitapta “Neden her şey var?” ya da “Neden hiçbir şey olmayacağına bir şeyler var?” sorusunun cevabı olarak vardığı sonuç şudur.
İki ilke vardır: 1. Her hakikat için, o hakikatin neden doğru olduğuna dair bir açıklama vardır. 2. Hiçbir hakikat kendi kendisini açıklayamaz. (Yani hiçbir hakikat veya gerçek; kendi kendisinin sebebi olamaz, kendi kendisini seçemez: Tanrı kendi kendisini yaratamaz.)
Gerçekliğe bir tek açıklama getirebiliriz. 0(sıfır) düzeyinde yani gerçeklik düzeyinde bütün kozmik olasılıklar -bütün olası evrenler, durumlar- vardır. Bu olasılıklarda, gerçekliğin ne olabileceğine dair bütün olasılıklar mevcuttur: basitlik, iyilik, nedensel düzenlilik, tamlık ve hiçbir açıklamanın olmadığı olasılık bulunur. Bunları açıklayan bir üst yapıda da yine bunlar bulunur. En üstteki gerçek şey, eğer hiçbir açıklamanın olmaması ise 1. ilke çiğnenir. Tamlık, düzenlilik gibi diğer durumlar için de aynı şey geçerlidir. En üst düzeyde 2 olgu olursa ilkeler ihlal edilmemiş olur, bunlar, Basitlik ve Tamlık’dır. Eğer en başta iyilik olgusu olsaydı, her zaman iyiliği seçecekti, fakat bir şey kendi kendisini seçemez, kendi kendisinin sebebi olamaz, bu durum döngüselliğe girer ve tutarsız olur. Fakat en baştakinden farklı bir şey çıksaydı ne olurdu! Gayet iyi olurdu. En başta basitlik ve tamlık var diyelim. Basitlik tamlığa galip çıksa, kendisini seçemez, en basit olanı seçer, bu da hiçbir açıklamanın olmaması olasılığını seçtiği anlamına gelir, hiçbir seçicinin olmaması anlamına gelir. Tamlık basitliğe galip çıksa, bütün olasılıklar seçilmiş olurdu. Burada en baştaki gerçek, basitlik olsa da tamlık olsa da aynı kapıya çıkar, sonuç: sonsuz olasılıkları içeren sonsuz sayıda evrenin bulunduğu bir yapı. Bir demir paranın yazı kısmına “1” tura kısmına “0” dersek, bunu sonsuz kez havaya atsak bir dizi 1 gelen yerler ve bir dizi 0 gelen yerler ve karışık diziler olacaktır. Bunlar kendi aralarında anlam içerdiği gibi anlamsız da olurlar. Gerçekliğin özel bir yönü yoktur, doğal sayılardan seçilmiş rastgele bir alt kümedir, sonsuz sayıda üyesi olan, ama sonsuz sayıda üyeyi dışarıda bırakan bir alt kümedir. (Söz konusu sorunun şu an için bir cevabı olmadığı gibi, tabii bu açıklama da, kanıtlanmış değildir, zira güzel görüşlerden biridir.)[8]
___________________
[8] Holt, age., s. 258-278.
[/one-third][clearfix]
HOLT Jim, “Dünya Neden Var? Varoluş Üzerine Bir Dedektiflik Hikayesi”, Çevirmen: Ebru Kılıç, Aylak Kitap Yayıncılık, İstanbul 2013.
Bu sitede daha fazlası için: ÖZEL FİZİK (6. Bölüm: 12 Konu) (Orijinal 3 Video)
Hazırlayan: Alper ÇADIROĞLU
Son güncellendiği tarih: 18 Ağustos 2018