TÜRKLER VE TÜRK İNANÇLARI (22. Bölüm: 12 Konu)

TÜRKLER VE TÜRK İNANÇLARI
(22. Bölüm: 12 Konu)

 

İÇİNDEKİLER

 


 

[one-third-first]

TÜRKLÜK, TÜRK TARİHİ VE TÜRK MİTOLOJİSİ HAKKINDA

 

SİTE DİZİNİNDEKİ 280. KONU
BEREKETLİ ALTIN KUŞAK VE TURAN ZEMİN (ASYA)

Türklerin ilk yaşadığı bölgeler, Hazar Denizi’nin sağından kıtanın ucuna kadar olan alanlardır. Tarih öncesi çağlarda insanlar daha çok bu alanlarda yaşamışlardır: Sebebi, iklimin diğer yerlere göre daha uygun olmasıydı. Bu bölgeye “Bereketli Altın Kuşağı” denilir. Asya, insan gelişiminin ana merkezidir.

Asya, Asur kelimesinden gelir ve Asur dilinde “doğu ülkesi” anlamını taşır. Tarih öncesi (MÖ 3. binyıl öncesi) dönemlerde insan toplulukları nehirler etrafında yaşamıştır. İlk yerleşik tarım uygarlıkları Mezopotamya, Mısır, Hindistan ve Çin’dedir. İlk uygarlıklar Asya’dadır. Sebebi; tatlı su bolluğu ve güzel iklimdir.[1] (Dünyadaki suların %3’ü içilebilen tatlı sudur, %97’si ise içilemez ve deniz suyudur. İçilebilen %3 suyun %2,5’i ise -uzaklığından dolayı kullanılamayan- buz ve Antarktika’da bulunur. İçtiğimiz %0,5’lik su ise sırasıyla en fazla; yeraltı, yağmur suları, göller, insan yapımı depolarda ve nehirlerde bulunur. Asya kıtası dünya su kaynağı dağılımında %36 ile ilk sıradadır. Gelecek 50 yıl içinde dünya nüfusunun %40’ının su kıtlığı yaşayacağı düşünülmektedir.[2])

4,5 milyar yıl yaşındaki Dünya’da çokça buzul çağı meydana gelmiştir. “Dünya, Güneş etrafında dönerken kendi eksen eğiminden dolayı yaklaşık her 25 bin yılda bir buzul çağına girer: 26°C’lik bu eksen eğikliğinin düzelip, Dünya’nın Güneş’ten gelen ışığı dik açıya yakın almasıyla sıcaklık artar ve buzullar erir: Milankovitch Döngüleri.” (Gözde canlandırabilmek adına şu örneği söyleyebilirim: Dünya’nın tam içinden geçecek şekilde kutuplardan bir mil geçirin ve bu mili yukarıdan ve aşağıdan tutun ve 26°C’lik açıyla bu mili eğin veya yatırın, ardından eski haline getirin: İşte bu durum her 25 bin yılda bir gerçekleşir ve sıcaklığın azalması ve sonrasında artması bu zaman aralığında yavaş yavaş meydana gelir.)[3] Buzul çağlarında denizlerin bir kısmı bile donabilmektedir. 12.000 yıl öncesine kadar dünyanın çoğu yeri buzuldu, yaşanabilecek çok az yer vardı. Bu son buzul çağıdır. Bir ara erir gibi olmuş fakat 10.000 sene önce tekrar buzullaşmaya başlamıştı. Bu son buzul çağında, Avrasya’nın kuzey yarısı tamamen taş gibi donmuştu.

Turan Zemin: Avrasya kuzey buzul çizgisi ile Alp-Himalaya dağ buzulları arasında kalan kısımdır. 20.000 yıl önce Turan halkları, Turan Zeminde yaşamaktaydılar.[1] (Görüşüme göre 20.000 yıl öncesi, dinlerdeki Tufan öncesi olabilir.) Bu dönemde Orta Asya’nın iç bölgeleri, günümüzden 5 derece düşük, etrafı buzullarla çevrili, tatlı suyla zengin göllerin bulunduğu bir bölgeydi. Son buzul çağının buzullarının çözülmeye başlandığı tarih 20.000 yıl öncedir. MÖ 12.500 yılına kadar neredeyse bütün dünya suyla kaplıydı. Bu tarihten itibaren sular yavaş yavaş çekilmeye başladı. Yer yer tepelerdeki sular çukurlara çekildiğinde ani su baskınları da yaşanıyordu. Asya kıtasının orta kısmı, Karadeniz-Hazar-Aral ve kıtanın ucuna kadarki koridoru kapsayan Turan Zeminde MÖ 12.500 – 6.200 yılları arasında, buradaki tatlı su gölleri iklimin ılıman olmasını sağlamıştı. Bu dönemde bu bölgede her türlü meyve ve hayvan yetiştiğinden yaşamaya elverişliydi.

Turan Zemin daha çok Hazar-Aral denizleri çevresidir. Türk Mitolojisi’nin “Altın Devri” MÖ 12.500 – 5.000 arasındadır. MÖ 5.000 yılında bu bölge kurumaya başlamıştı. Tatlı su gölleri kurumuş, yaşanmaz bir hal almıştı. İklim kötüleşmişti. Bu dönemden sonra Türk/Turan milletleri yayılmaya başlamıştı. Yayılmayla gelen ölüm-kalım savaşları sonucu cesaretlenen Türkler dünyaya huzur, adalet, insanları eşit sayan bir ideal verme amacına girdiler sonra bu düşünce “Cihan Hakimiyeti”ne kadar gitti. Bozkır bir halk olan Türklerin töreleri de bu tarihlerde oluşmuştur.

Türklerin 5.000 yıllık “kayıtlı” tarihleri vardır. Asya, Avrupa ve Afrika’ya yayılmış ve buralarda yaşamışlardır. Orta Asya’dan yayılma sonucu Türk kültürü farklılaşır. Kültürün temel olarak değişmesi değil de, gidilen yerlerde farklı farklı kültürlerin oluşturulması söz konusudur. Yayılma 7.000 yıl önce başlamıştır. Kimi Türkler bozkır kültürünü yaşarken kimileri de yerleşik hayat kültürünü yaşamaktaydılar. Türk denilince belirli bir zümre veya belirli bir coğrafya değil, Asya’ya yayılmış nüfus olarak bakmak gerekir.[1]

___________________
[1] Necati Gültepe, “Türk Mitolojisi: Yeni Araştırmalar Işığında”, Kum Saati Yayınları, İstanbul 2013, s. 26-33.
[2] Muhammed Karataş, Seyfullah Çevik, “Stratejik Doğal Kaynak Olarak Su ve Türkiye’nin Konumunun Değerlendirilmesi”, Akademik Araştırmalar Dergisi, Sayı: 45, 2010, <https://abs.cu.edu.tr/Dokumanlar/2015/IR%20449/437741895_karatascevik2010.pdf> Erişim: Haziran 2018, s. 5, 7, 9.
[3] Bu sitedeki yazıma bk. (Dizin 126).

 

SİTE DİZİNİNDEKİ 281. KONU
TÜRK KELİMESİ NEREDEN GELİYOR?

Türk kelimesi tarihte ilk olarak 542 yılında Çin yıllığı Çouşu’da Gök-Türk topluluğunu belirtmek üzere kullanılmıştır ve Gök-Türk devletinin (Orta Asya, 535/552-744) isminde görülmüştür. Gök sözü o dönemde Kök diye telaffuz edilmekteydi. O dönemlerde Türkler kendilerine Kök-Türk demekteydi ve bu söz Türklere aittir. Çince’de ‘r’ sesinin olmamasından dolayı Türk kelimesi Çin kaynaklarında “T’u-küe” olarak telaffuz edilmiştir. Türkler ilk başlarda kendilerine “Törük” demekteydiler, öyle ki Göktürk kitabelerinde Türük (Törük/Török) ve Türk geçmektedir, Göktürklerle beraber bu iki heceli olan Türük tek heceye indirgenerek Türk olarak söylenegelmiştir: T’u-küe ve Türük’ün iki heceli olması aralarındaki bağlama işarettir. Başlarda Törük olarak söylenen söz daha kolay söylenmesi bağlamında Türük’e (örneğin Anadolu lehçesinde yörük’e yürük denmesi gibi), sonrasında Türük de aynı sebepten ötürü harf düşmesiyle Türk şeklinde telaffuz edilegelmiştir (örneğin erik’in erk’e dönüşmesi gibi): Törük → Türük → Türk. Öyle ki Türklerle münasebeti milattan önceye dayanan Macarlar Türk’e halen Török demektedir.

Köktürklerin ataları Hunlardır: Hunlar ve Hunların atalarının çoğunluğu ise Türk’tür. Şu topluluklar/kavimler kesin olmamak kaydıyla tahminen Türk’tür veya Türk kelimesi bu kelimelerin birinden gelmiş olabilir (‘ler’ ile bitenler kavim, diğerleri kelime veya isim): Herodotos’ta geçen “Targita”lar ve “Tyrkae”(İskit)ler, Tevrat’ta geçen “Togharma”, “Turcae”ler, “Thrak”, Hint kaynaklarında geçen “Turukha veya Türüşka veya Turuşka”, Ön Asya çivi yazılı metinlerde bir ülke adı olan “Tourki”, Asurca çivi yazılı metinlerde geçen “Turukku”lar, Arapça’dan uydurma “Turkor”. MÖ 1500 civarında Çin yıllıklarında geçen “Tik” kavminin ileride “Türk”lere dönüştüğü de ihtimaller arasındadır ki Çince’de ‘r’ sesinin bulunmadığını tekrar hatırlatırım.

Firdevsi’nin (ö. 1021) çeşitli destanları konu alan Şehname’sinde şunlar geçmektedir: İran Hükümdarı Faridun geniş topraklarını Salm, İrac ve Tuvac adındaki oğullarına bölüştürdü. Tuvaç (Tür/Turaç)’a sonradan Türk olarak anılacak olan Orta Asya’daki toplulukla toprakları ile Çin ülkeleri verildi. İrac’ı kardeşleri öldürdü, onun oğlu intikam için Türk ülkesine yürüdü ve Turaç neslinden Afrasyab ile savaştı. Destanın devamında ise Türk ülkesinden Turaç’dan dolayı “Turan”, Fars ülkesinden de İrac’dan dolayı “İran” olarak bahsedilmiştir. Günümüzdeki Turan kelimesi de buradan gelmektedir. Şehname’nin bazı bölümleri, İran’ı yüceltmek için Hind-Avrupa mitolojisindeki anlatımların alınıp çarpıtılmasıyla yazılmıştır: Öyle ki buradaki Faridun’un Hind-İran mitolojisindeki Thrae-taona adındaki bir ilahtan ve aynı yerde geçen Afrasyab (Efrasiyab veya Alper Tunga)’nın da aynı ilahlar zümresindeki savaş tanrısı Frangrasyon’dan uydurulduğu tespit edilmiştir: Dolayısıyla Turan kelimesi de -başlangıç babında- uydurma bir kelimedir. Yanı sıra Frangrasyon’dan gelme Afrasyab’ın o dönemdeki savaşçı ve merhametsiz krallar için kullanılan bir lakap (ön isim) olabileceği de ihtimaller arasındadır. Ayrıca Ahameniş devri İranlıları Medlere (Medyalılara) Turanlı demekteydi.[4] Hatırlatırım ki Ahamenişler, Persler ve Medler birer İranidir veya İranlıdır.[5] Fakat burada şunu belirtmek gerekir: Afrasyab’ın eski Asya Türklerine geçerek bir evrilmeye-dönüşüme uğrayıp kendisi için yoğlar törenler yapılıp günümüze kadar yaşatılan Ulu Türk Hükümdarı Tunga Alp Er’dir[4] ki görüşüme göre o bir insan değil Türk hükümdarlarının veya Türklerin ulaşmasının beklenildiği en üst bir kademe-mertebe olup adeta soyut bir simge-sembol gibidir.

___________________
[4] İbrahim Kafesoğlu, “Umumî Türk Tari̇hi̇ Hakkında Tespi̇tler, Görüşler, Mülâhazalar“, Editörler: Abdülkadir Donuk, Muallâ Uydu Yücel, Kürşat Yıldırım, Fatma Dıngıl, İskender Türe, Erol Kılınç, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2014, <https://www.otuken.com.tr/u/otuken/docs/umumi.pdf> Erişim: 9 Ağustos 2018, s. 11-21.
[5] Bu sitedeki yazıma bk. (Dizin 272).

 

SİTE DİZİNİNDEKİ 282. KONU
“TÜRK” KELİMESİNİN ANLAMI ve TÜRKİYE

Gök-Türk dönemindeki Sui-şu adlı Çin kaynağında “T’u-küe” (yani Türk), Türk dilinde “miğfer” anlamına gelir: Bu da Türklerin ikamet ettiği Altay’daki dağların eteklerinin miğfer biçiminde yükselmesinden gelmektedir. Türk kelimesinin miğfer anlamına (da) geldiğini çoğu bilgin kabul etmekte olup ek olarak şu anlamları da 19. ve 20. yy.larda dillendirmişlerdir: “Takye” (takke), miğfer anlamına gelen Farsça “targ” ve yine aynı anlamdaki “dugulga”: Ayrıca Türk kelimesinin tur/tir kökünden oluşup “çekmek, cezbetmek” anlamına geldiğini ve İskit dilinde “deniz kıyısında oturan adam” anlamına gelen “Turku”dan oluştuğunu ileri sürenler de olmuştur. İslam kaynaklarında (10. ve 11. yy.larda) Ye’cüc-Me’cüc seddinin gerisinde yaşadıklarından dolayı terk edilmiş bölgede yaşıyorlar bağlamında “terk” kelimesinden dolayı Türk adını almışlardır gibi garip bir izahat da vardır (Terk-Türk). 11. yy.da Kaşgarlı Mahmud, yazdığı Divanu Lügati’t Türk adlı eserinde Türk isminin Türklere Tanrı tarafından verildiğini ve bunun Olgunluk Çağı anlamına geldiğini ifade etmektedir.

Bunlar bir yana en kayda değer bilimsel araştırmalara göre Türk kelimesi Türkçe’de “türemek” anlamına gelen (Orhun kitabelerinde çokça kullanılan) “törü/türe”den gelmiş olup “yaratılmış, mahluk” anlamına gelmektedir. Törü -veya türe(li)- aynı zamanda kanun, âdet, kanunla düzelmiş ve birlik kazanmış halk anlamlarına da gelir. Bu etimolojik anlamların dışında lügat anlamı ve/veya cins isim olarak “güçlü” ve “kuvvetli” anlamlarına da gelmektedir.

Bizans kaynaklarında Türk olarak belirtilen topluluklar şunlardır: Sabırlar (6. yy.), Hazarlar (9. yy.), Macarlar (9-11. yy.), Vardarlılar (11-14. yy.), Selçuklular, Mısır Türk Kölemen Devleti, Osmanlılar. Ayrıca 6. yy.da Orta Asya’ya “Turkia” (Türkiye) deniliyordu, 10. yy.da Hazar ve Macar ülkelerine ve arasına (Volga’dan Orta Avrupa’ya kadar uzanan bölüme) Türkiye denilmiştir (Doğu Türkiye’de Hazarlar, Batı Türkiye’de Macarlar: Burada Türkiye adı adeta bir kıta gibi kullanılmıştır) ve nihayet 12. yy.dan itibaren de Anadolu’nun adı olarak anılagelmiştir. Ayrıca Mısır Kölemen Devleti topraklarına da Türkiye denildiği olmuştur.[6]

___________________
[6] Kafesoğlu, age., s. 21-25.

 

SİTE DİZİNİNDEKİ 283. KONU
TÜRKLERİN FİZİKİ DIŞ GÖRÜNÜMÜ NASILDIR?

Orta Çağ kaynaklarında Turan/Türk insanı şu şekilde lanse edilir: Beyaz tenli, koyu parlak gözlü, badem gözlü, değirmi yüzlü (ay yüzlü), endamlı, sağlam yapılı erkek ve kadın, güzel insan. (İran Edebiyatı’nda Türk sözü “Güzel İnsan” olarak kullanılmıştır.)[7]

___________________
[7] Gültepe, age., s. 36.

 

SİTE DİZİNİNDEKİ 284. KONU
MİTOLOJİ NEDİR?

Mitoloji, Yunanca mythos kelimesinden türemiştir.[8] Mit sözcüğü “efsane” anlamına gelen Fransızca “mythe”den türemiştir: “mythe” ise “anlatı, hikâye” anlamına gelen Eski Yunanca “mýthos”dan türemiştir: “mýthos” ise “öğretmek, anlatmak” anlamına gelen Eski Yunanca “myéō”dan türemiştir. Mitoloji sözcüğü “efsaneler manzumesi” anlamına gelen Fransızca “mythologie”den türemiştir: “mythologie” ise “efsane anlatımı” anlamına gelen Eski Yunanca “mythología”dan türemiştir.[9] Mitoloji Osmanlıca’da ustüre veya esatirdir. Günümüzde Türkçe-Osmanlı sözlüklerde anlamı “İlk çağlardaki insanların Tanrıları hakkındaki hikayeleri” ve “Masal, acayip hikayeler”dir. Türk Dil Kurumu’nda mit tanımı şöyledir: “Geleneksel olarak yayılan veya toplumun hayal gücü etkisiyle biçim değiştiren; Tanrı, Tanrıça, evrenin doğuşuyla ilgili hayali, alegorik bir anlatımı olan halk hikayesi.” Mit, eski Kamus-i Türki de ise hurafeler olarak geçer. Mircea Eliade mit için, “Kutsal bir öyküdür, en eski zamanlardaki olaylardır, olağan üstü varlıkların başarılarının bir gerçek olarak yaşama geçmesidir” der.

Mitoloji, gerçekleri aklın alamayacağı bir biçimde yansıtır. Gelenek ve inançlar mitlerden gelir. Bin yıllar boyunca insanlar, mücadeleler-deneyimler yapar. Bunlar önce somut olarak dile-söze dökülür. Sonra soyutlaşır-gizemleşir. Evren ve her şey anlamlandırılmaya tabi tutulur. Mitoloji, milletlerin zafer ve acılarının anlatıldığı bir hatıra defteri gibidir. Mitolojide tarih yoktur. İlk dini sistemler ve ilk inanç metinleri mitolojidedir. Bunlar bireylerin değil toplumların şuuru sonucu oluşmuştur. (Türklük’ün en öz ve köklü kültürü Anadolu’dadır.)[8]

___________________
[8] Gültepe, age., s. 18-22.
[9] Sevan Nişanyan, “Mit”, Nişanyan Sözlük: Çağdaş Türkçe’nin Etimolojisi, 8 Ekim 2017, <http://www.nisanyansozluk.com/?k=mit> ve “Mitoloji”, 6 Ağustos 2017, <http://www.nisanyansozluk.com/?k=mitoloji&lnk=1> Erişimler: Haziran 2018.

 

SİTE DİZİNİNDEKİ 285. KONU
TÜRKLERİN MİTOLOJİLERİ NASILDI?

Türk Mitolojisi’ndeki eksiklik, Türklerin kendi bilgilerini erken dönemlerde yazıya geçirmemiş olmasıdır: Göçebe-Kopuk yaşamasıdır. Sibirya’dan Balkanlar’a, Suriye’ye kadar geniş bir alana yayılmaları, mitolojilerinin dağınık olma sebebidir. Türk Mitolojisi’nin (TM)’nin klasik / en erken çağı hakkında elde çok az veri vardır. Türklerin “dünya”ya bakış açıları farklıdır.

• TM’de (Antik) Mısır, Yunan, Hint mitolojilerinden farklı olarak Çoktanrıcılık inancı yoktur.
• Akılcıdır, eğlenceli değildir.
• Tanrı kavramı insani değildir.
• Türeyiş, koruyucu ruhlar, cin, şeytan vb. ögeler ağır basar.
• Metinler dağınıktır: TM’nin kaynakları özü/kökeni yabancı metinlerdedir.

Türk Mitlerinde/Destanlarında; ölüp-dirilme, dünyanın ve varlıkların yaratılması, Tanrılar ve yarı Tanrı varlıklar, kötü güç olan devler, ejderler vs. vardır. Bunların kendi aralarındaki ve insanlarla olan ilişkileri anlatılır. Kırgız (Manas) Destanı dışında bütünüyle günümüze ulaşmış bir Türk destanı yoktur. Diğerleri parça parça gelebilmişlerdir. Destanlar yazılı değildir, sözlüdür. Ağızdan ağza gelir. Destanlarda geçen toplumlar bir vücut halindedir ve bir kahraman muhakkak vardır: O, Alp mefhumunu teşkil eder.

Oğuz Kağan Destanı’nda Oğuz, doğar doğmaz konuşmuştur.[10] Bu; Kur’an’da, İsa’nın bebekken konuşması ile benzerdir: Kur’an’daki Benzerliği-Analizi: Meryem 28 …Meryem… 29-30 Bunun üzerine ona (çocuğa) işaret etti. Dediler ki: “Henüz beşikte olan bir çocukla biz nasıl konuşabiliriz?” (İsa) Dedi ki: “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. (Allah) Bana Kitabı verdi ve beni peygamber kıldı.”[11][12] Türk Destanlarındaki ana karakter/kahraman olan “Alp” kişilerin birçoğu da doğar doğmaz konuşur. Alp’in yanında bir bilge kişi vardır. Bu kişi rüyalarla geleceği görür: Oğuz Kağan Destanı’nda bu kişi Uluğ Türk’tür[10] (Tevrat ve Kur’an’daki Benzerliği-Analizi: Kur’an’da Yusuf’un rüyaları yorumlayıp gerçekleşmesi[13] ile Tevrat’taki Yusuf’un ve diğer bazı peygamberlerin -ve hatta bazı normal insanların bile- rüyalarının gerçekleşmesi gibi[14]). Destanların yazarları/sahipleri anonimdir, halktır. Kuşaktan kuşağa “sözsel” olarak anlatılan bu hikayeler daha sonra yazıya aktarılır. Destanlar tarihi ve sosyal olayların “abartılı” bir biçimde anlatılmasıdır.

Destanların kökeni mitolojilerdir. Türk destanlarının çoğu; Çin, Arap, İran, Bizans ve Batı kaynaklarından bulunmuştur/çıkartılmıştır. Destanlardaki önemli bir husus, sembollerle anlatımdır. Dünya mitoloji ve inançlarında, semavi dinlerden (Musevilik, Hristiyanlık ve İslam’dan) önce, bir inisiyasyon yöntemi vardır. İnisiyasyon kişinin çeşitli eğitimlerden ve sınavlardan geçtiği bir süreçtir. İnisiyasyonda kişi hem dış dünyada hem de kendi içinde bir yolculuğa çıkar, sonucunda içindeki Tanrısal özü keşfe koyulur.[10] “Sınav dünyası” söylemi çoğu inançta görülür, örneğin: Budizm’de Hayat bir “sınav” ve “oyun”dur, cahiller bu oyuna düşer; kişi, derin düşünme hali olan yoga eşliğinde Öz’e kavuşmayı amaçlar.[15] Kur’an’daki Benzerliği-Analizi: Ankebut 64- “Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve ‘(eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır’. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir bilselerdi.” Görüşüme göre, Mitolojilerde tarihin tekerrür etmesi söz konusudur.

___________________
[10] Gültepe, age., s. 23-25, 39, 40, 47, 56, 57, 59-61.
[11] Tevrat ve Kur’an maddelerinin tamamı yazar tarafından eklenmiştir.
[12] “Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Anlamı: Meal ve Sözlük”, Meali Hazırlayan: Ali Bulaç, Bakış Yayınları, İstanbul 1985. (Kur’an maddeleri buradan alınmıştır.) (Bu meal Milli Eğitim Bakanlığı’nın 18.11.1985 tarih ve 2199 sayılı Tebliğler Dergisi’nde tavsiye edilmiştir.) (Bu meali seçmemin nedeni diğerleri gibi “anlam tercümesi” olmayıp “kelimesi kelimesine” tercüme ettiği içindir: Diyanet İşleri Başkanlığı meali de dahil diğer çoğu mealde Kur’an’da olmayan sonradan eklenen ve sonradan eklenildiğini belirtmeyen -belirtse dahi bazını belirtip bazısını belirtmeyen- açıklama şeklindeki kelime, kelime grupları ve sözler vardır: Sonradan eklendiğini -veya sonradan eklenilen her şeyi- parantez içinde belirttiği için bu meali analizde daha uygun gördüm.)
[13] Bulaç, adı geçen meal, Kur’an, Yusuf 36, 41, 43-49. Ayrıca bu sitedeki maddeye bk. Kur’an, Sebe’ 8 (Ya da ‘Cinlenmiş mi?’ Gelecekle ilgili bilgileri cinlerden mi alıyor?).
[14] Bu sitedeki maddelere bk. Tevrat, Yaratılış, 35:23-26, 37:9, 41:38,41, 47:11 (Yusuf’un gördüğü bu rüya kendisini çekemeyen 12 kardeşinin daha sonra kendisini kabul etmesiyle gerçekleşir, ayrıca peygamber olması da bu rüyanın gerçekleştiği anlamına gelir: Yanı sıra -44:5- Yusuf şarap içtiği kaseden falcılık da yapıyordu). Mısır’dan Çıkış, 13:1-3,5. (Ayrıca yine Tevrat’ta falcılık, büyücü, medyum vs. vardır: Çölde Sayım, 22:6,7, 23:9,16,22,23, Yasa’nın Tekrarı, 18:10,11).
[15] Bu sitedeki yazıma bk. (Dizin 192).

 

SİTE DİZİNİNDEKİ 286. KONU
TÜRKLERİN EN ESKİ MİTİ / DESTANI: YARADILIŞ DESTANI

Türk Mitolojisi’nin en eski miti/destanı Yaradılış Destanı’dır (YD). Mitin tarih sahnesindeki oluşumunu ve tam çıkış tarihini belirleyebilmek çok zordur. Çünkü sözlü olarak ağızdan-ağza gelmiştir. Türklerin yazıya geç geçmesi de “en önemli” etkendir. YD’nin köken olarak çıkışı -Orta Asya’da- MÖ 1.000’den öncesine dayanır. Destan daha çok Şamanizm izlerini taşır.

Alp Er Tunga, MÖ 7. yy.da yaşamış bir Saka/İskit hükümdarıdır[16] (ama bu tartışmalıdır[17]). Alp Er Tunga Destanı, YD’den sonra bilinen en eski destan olduğu için, YD’nin çıkış tarihi MÖ 1.000’den öncesine uzanır. YD, Prof. W. Radloff (20. yy) ve Verbitskiy (19. yy) tarafından Altay Türkleri arasında derlenmiştir / sözelden yazıya geçirilmiştir. Sözel bir destanın, bu kadar geç tarihte yazıya geçirilmesi, onda, Türkler tarafından kabul edilen eski ve yeni dinlerin izlerini de taşımasına sebep olmuştur. Yani destanın bir kısmı dışarıdan gelenlerle değişmiştir veya eklemeler olmuştur.

Verbitskiy 30 yılı aşkın Altay Türkleri arasında yaşayıp YD derlemesini yazmıştır. Bu yüzden onun YD derlemesi daha sağlamdır. Şimdi bunun özetini -destansı bir tarzda- yazıyorum.

Gök ve yer yokken sonsuz bir deniz vardı. Tanrı “Ülgen” bunun üstünde uçuyordu ve konacak bir yer arıyordu ama bulamıyordu. Gökteki ona yardım etti ve denizden bir taş çıkardı, Ülgen de buna kondu ve rahatladı. Ülgen bir dünya yaratmak istiyordu ama yapamıyordu: Denizden çıkan Ak-Ana nasıl yapılacağını söyledi ve tekrar denize girdi. Sonrasında Ülgen yeri ve göğü yarattı.[16]

Tevrat’taki Benzerliği-Analizi: Yaratılış 1:1 Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı. 2 Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı’nın Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu. 6 Tanrı, “Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın” diye buyurdu. 7 Ve öyle oldu. Tanrı gök kubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı. 8 Kubbeye “Gök” adını verdi. 9 Tanrı, “Göğün altındaki sular bir yere toplansın, kuru toprak görünsün” diye buyurdu ve öyle oldu. 10 Kuru alana “Kara”, toplanan sulara “Deniz” adını verdi.[18] (YD ve Tevrat, bu hikayeyi Sümerler’deki her şeyden önce var olan ve her şeyin çıktığı/oluştuğu “En Eski İlksel Ulu Deniz/Su”dan almışlardır[19]: YD’deki -altta yazılı- diğer çoğu anlatım da bunun gibi Antik inançlardan alıntıdır: Önceki bölümlerde bunlar detaylıca anlatıldı, -uzunca- tekrarlamak gereksiz olur ama özette -[ ] işareti içinde- kısaca değinelim.)

[/one-third-first][one-third]

YD derlemesinin destansı bir tarzda yazılan özetinin devamı… Dünyayı desteklemek ve sabitlemek için de etrafına dev balıklar yarattı. Bu balıklardan ortadaki hareket ettiğinde Tufan/Sel olmaktaydı, Ülgen balığın hareketini önlesin diye Mandı-Şira’yı yarattı ve rahatı seçerek gökteki Altın Dağı’na çekildi.[16] [Tanrıların, baş tanrının ve/veya tek tanrıların dağ / gök cisimleri / gök(yüzü) gibi yükseklikle ilişkilendirildiğini neredeyse tüm dini inançlarda görmekteyiz. Örneğin: Kur’an’daki Benzerliği-Analizi: Hadid 4 “Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden O’dur. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve ona çıkanı bilir.”] Ülgen dünyayı 6 günde yarattı, 7. gün ise uyudu.[16] [Tanrının dünyayı 6 günde yaratıp, 7. gün dinlenmesi Tevrat ve Kur’an’da (↑) da geçer. Tevrat’taki Benzerliği-Analizi: Mısır’dan Çıkış 20:11 “Çünkü ben, RAB yeri göğü, denizi ve bütün canlıları altı günde yarattım, yedinci gün dinlendim.”[20]] (Sonraki kısmı şu şekilde normal özet olarak yazıyorum: Başka dünyalar da bulunmaktadır, her dünyanın kendine ait cehennemi mevcuttur. Tanrıların bulunduğu dünya en büyük dünyadır, bizim -insanların- bulunduğu dünya ise en küçük dünyadır, 99 tane dünya bulunur.) Sonra Ülgen kilden insanı yarattı.[16] [Sümerler’den Kur’an’a çoğu dinde insan kilden yaratılır.[21]] İlk insanın adı Erlik idi. Ülgen, Erlik’i kardeşi yaptı. Erlik, Ülgen gibi bir Tanrı olmak istedi onu kıskandı, hırs yaptı ve nefsine yenik düşerek onun düşmanı oldu. Ülgen de Erlik’in yerine, insanları korumak için Mandı-Şire’yi yarattı. Sonra kemikleri kamıştan, etleri topraktan 7 kişi yarattı: Kulaklarına nefesini üfledi ruhlarına can geldi, burunlarına yine üfledi ruhlarına akıl geldi. En sonunda ise insanoğlunu idare edip düzenlemesi için May-Tere’yi yarattı ve insanların başına Han/Başkan olarak yerleştirdi.[16] [Tanrının nefesinden/ruhundan üflemesiyle insana can gelmesi anlatımı Sümerler’den Kur’an’a çoğu dinde mevcuttur.[21] Görüşüme göre buradaki Erlik ≅ Şeytan/Kötülük, Şire ≅ Melek(ler)/İyilik ve Tere ise ≅ peygamber’dir.]

___________________
[16] Gültepe, age., s. 67-76, 97.
[17] Kafesoğlu, age., s. 15-17.
[18] “Kutsal Kitap: Eski ve Yeni Antlaşma (Tevrat, Zebur, İncil)”, Kitab-ı Mukaddes Şirketi, Yeni Yaşam Yayınları, Yeni Çeviri, İstanbul 2001-2009, <https://incil.info/kitaplistesi> veya <https://www.kitabimukaddes.com/kutsal-kitap-hakkinda-bilgilendirme-ve-tam-metni/> Erişim(ler): 2011-2018. (Tevrat maddeleri buradan alınmıştır.)
[19] Bu sitedeki yazılarıma bk. (Dizin 164, 165, 177).
[20] Bu sitedeki yazılarıma bk. (Dizin 157, 180): Kadim/Antik Mezopotamya’da tufanın 6 gün sürmesi, Gılgamiş’ın 6 gün uyumama isteği, Marduk’un her yıl 6 ay yeryüzüne çıkması, Tevrat, İncil ve Kur’an’da dünyanın 6 günde yaratılması; bize inançlardaki “6” rakamının önemini gösterir.
[21] Bu sitedeki yazıma bk. (Dizin 155).

 

SİTE DİZİNİNDEKİ 287. KONU
UMAY DİNİ VE AL DİNİ

Eski Asya Türklerinde; “Al Dini / Al Tanrı”, dişil/anaerkil olan “Umay-Tanrıça Dini” ile eril/ataerkil olan “Kök-Tengri/Göktanrı Dini” arasında bir geçiş dinidir. Türklerin en eski yerleşim yerleri Güney Sibirya ile Altay dağları arasındadır. Bu dönemde kadınlar kam/şaman olarak liderdi. Kayın ağacı kutsaldı. Tarım ve yerleşik hayata geçişle avcı erkeğin üstünlüğünün düşmesi bağlamında kadının (amazon)un ön plana çıkması sonrasında “ay”ın vajina ile ilişkilendirilmesi ve yer=yeşil, toprak=beyaz ile temsil edilen dişi tanrıça Umay ve inancı ortaya çıkmıştı (Eski metinlerde yazan, Kıpçak sahasında yaşayan Amazonlar Umay kültürünün son temsilcileriydi). Baskının arttığı erkekler ise kadınların kolay ulaşamayacağı “kutsal dağ” kültünü oluşturup bunu “Kün/Güneş ata” ile bağlamışlardı. Sonrasında güneş ve ayın sentezi olup hem erkekliği hem de dişiliği barındıran ve kadın-erkek eşitliğini içeren “Al Tanrı” ve “Al Dini” Altaylılarda oluştu. (Al-tay ?). Umay, can veren iken; Al, verdiği canı alan oldu. Yüksek dağlarda, bulutlarda ve gökte duran ve Öd/od, ateş/güneş ve kan tanrısı olan Al’ın anlamları: Türkçe’de kan, ateş ve kızıllıktır: Moğol ve Tunguzca’da vajina anlamına da gelir. Asıl anlamını ise Tükçe’deki “almak” fiilinden almış olabilir. Dağlar arası yollardan ölenler ona gidiyordu. Türklerdeki muhtemelen ilk cennet olan sütten oluşan “Süt Göl” -süt pınarı/çeşmesi- de cennetti (Halen Orta Asya’da dağlar arasında “Süt Gölü” adında göller bulunur). Turna ve karga kuşları insanların Al ile haberleşmesini sağlıyordu. Al tanrı; kadın-erkek, iyi-kötü, ak-kara arasındaki dengeyi sağlayan sonsuzluktu. Türkler Maden çağında “Altın/Al-tun”u -ateşle eritmek ve temizlenmek (simya) bağlamında- ölümsüzlük olarak Al’la özdeşleştirdi (El, İl, Ol, Öl, Ba-Al, Bab-El, Hub-Al, Al-per, Al-tın, Al-kan, Al-lah ?). Bu simya kültü İran’daki Zerdüştlüğün oluşumunu tetiklemiştir. Altın, Al’ın sembolüydü ve altın elbiseyle gömülen sonsuz ve ölümsüz oluyordu: Aynı Kazakistan’da bulunan “altın elbiseli adam” gibi. Aryan Teorisi gerçekte Turan Teorisi olabilir: Çünkü veriler yetersizdir: Bulunan ceset “kızıl kil yağlı toprak”la sarılıysa, Batılıların buna Aryan demesi eksik bir tanımlamadır. Eski Türklere göre madenler canlıydı ve toprak altında değişime uğrardı: Toprak zamanla madenlere dönüşebilirdi. Altına dönüşme evresindeki toprak “kızıl kil” olurdu ve zengin olmayan Türk veya Altaylı kızıl kil ile sarılıp gömülürdü ki ileride altına dönüşüp ölümsüz olsun ve Al’a ve cennete gidebilsin. “Aşı” eski bir Türkçe sözcüğüdür (Kızıl kil = aşık kemiği = aşı toprağı = aşı boyası = aşı). Al inancından önce kadın ve erkeklerin, dilleri konuşma biçimleri farklıydı: Al’la aynılaştı. Al Dini’nden sonra erkek egemenliğinden ötürü Kök Tanrı (Tengri) Dini ortaya çıktı ve Al’a inananlar “alık” olarak aşağılandı: Al Dini’ndeki terimler ise artık kötü anlamlara geliyordu: Albız, alkızı, alkarısı, al karası, al basması, aldamak. Al’a inananlar -Çin metinlerinde- al renkte elbiseler giyerdi. Alevi-Bektaşilik’teki “kızılbaşlık” veya “alevi” olguları muhtemelen İslam öncesi Al Dini’nden gelmedir.[22]

___________________
[22] Özkul Çobanoğlu, “Türk Mitolojisinde Al Dini ve Okra İlişkisi”, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları 14/2, 38. ICANAS, Ankara, 10-15 Eylül 2007, Bildiriler: Tarih ve Medeniyetler Tarihi, Cilt: 2, 2012, <http://www.ayk.gov.tr/wp-content/uploads/2015/01/ÇOBANOĞLU-Özkul-TÜRK-MİTOLOJİSİNDE-AL-DİNİ-VE-OKRA-İLİŞKİSİ.pdf> Erişim: Haziran 2018, s. 981-986.

 

SİTE DİZİNİNDEKİ 288. KONU
TENGRİ VE KÖK TENGRİ (GÖK TANRI) DİNİ

Orhun Abidelerinde geçen Tengri sözü hem gökyüzü hem de tanrı anlamına gelir. Kök Türklerde tanrı sonsuz göktür. Chou Devleti hunlardan önceki bir Türk devletidir. Chou döneminde Gök Tanrısı bir insan olarak düşünülmekteydi. Hükümdar Chou Gök Tanrısının soyundan gelmekteydi. MÖ’ki Çin kaynaklarında Gök Tanrısı en büyük hükümdardı. Çin bölgelerine yerleşen Choular tanrıya “T’ien” demekteydi ve o güneş tanrısıydı. Çin’in aristokrasi kesiminde de gök dini inancı vardı. Konfüçyüs’le beraber bu tek tanrı inancı değişime uğrayarak “insan tanrı” anlayışı yıkıldı. Hunlar için gök ve tanrı anlamına gelen Tengri tek bir ve eşsizdi: Hükümdarlar ilahi olup tanrı tarafından görevlendirilip (kut alıp) Tan-hu ünvanındaydılar. Tabiattaki dağ, su, ağaç vs. ise ilahi kutun görüntüsüydüler. Hunlar ata ruhlarına, göğe ve yere kurbanlar sunarlardı. hunlar tek tanrı inancındaydılar. Tengricilik Taoizm bağlamında dolaylı olarak panteizm de içerir. Göktürklerde at, sığır, koyun vs. kurban edilirdi. Oğuz kağan destanında gök yaratıcıdır. Dede Korkut hikayelerindeki Deli Dumrulun Azraile meydan okuması İslam inancına karşı alınmış bir tavırdır. Eski Türklerdeki tanrı ile İslam’ın Allahı’nın vasıfları benzerlik gösterir: eşsiz, yol gösterici, hükmeden, cezalandıran, mükafatlandıran. Es Türklerde tüm doğa kutsaldır. Dualarında gökyüzüne bakarlardı, tanrı gökteydi. Yeminlerde gök şahit olarak tutulurdu. 328 yılında Hun hükümdarı ellerini havaya kaldırmış başını aşağı eğmiş ve tanrıya dua/şükretmiştir: Bu, yazılı kaynaklarda geçip bilinen en eski Türk duasıdır. Gök ulu-yüce, kutsal, ölümsüz, öncesiz ve sonsuz gibi anlamlara gelip tanrının sıfatıdır. MÖ 176’da Hun hükümdarı Mete Çin imparatoruna yazdığı bir mektupta “Gök tarafından tahta çıkarılan büyük hükümdar” olarak kendisinden bahsetmiştir. Eski Türkler şükür ve sitemde göğe yönelirdi. Köktürk hükümdarları zaferlerinde ellerini göğe kaldırarak tanrıya şükretmişlerdir. Oğuzlar sevmedikleri bir durumla karşılaştıklarında göğe bakarak “Bir Tanrı” demekteydiler (Günümüzde Türkiye’de sinirlenince söylenen “Allah Allah” ?). Sonsuz zaman ve mekan olan Gök Tanrıyla özdeşleştirilmiştir. MÖ 91 yılında Çin yıllıkları olan Han shu’da, Hunların antlaşmalarını göğün huzurunda yaptıkları belirtilmiştir. Aynı kaynakta Hunların göğe ve yere ant içtikleri belirtilmiştir. MÖ 43’te Hun-Çin antlaşmasını bozan taraf için tanrıdan gelecek felaketlere maruz kalmasına karar verildi, sonra iki taraf da kesilen kurbanın kanını “kan andı” olarak içtiler (kan kardeş olmak, kanka ?). Bunda olduğu gibi ant törenlerinin çoğu “göğe yakın” olan yüksek dağlarda yapılmaktaydı. Eski Türklerde kağan tanrının yeryüzündeki gölgesiydi ve tanrının işlerini aracı olarak o yapardı. Tanrı önemli bir durum olmadıkça -bazı savaşlar ve devlete isyan gibi- müdahale etmezdi. Orhun Abidelerinde tanrı daha çok Türklerin istikbaliyle yakından ilgilidir. Tanrı hem var eden hem de yok edendir. Oğuz Kağan Destanında Oğuz topraklarını çocuklarına bölüştürdüğünde “Tanrı’ya borcumu ödedim” demiştir (Benim bir tek Allah’a borcum var, başka yok söylemi?). Orhun Abidelerinde yeri ve göğü ve bunların arasında da insanı (kısaca her şeyi) yaratan ve tabiat olaylarını da yapan tanrıdır. Orhun Abidelerine göre dünyanın yaşı 1600 yıldır. Eski Türklerde tanrının varlığı bir kalıba oturtulmaz, tanrının herhangi bir şekli, görünümü yoktur, şekilsiz olduğundan dolayı da Türk kültüründe put anlayışı olmamıştır, yine bu yüzden tanrının yaşayacağı veya onun mekanı olacağı bir tapınak anlayışı çerçevesinde herhangi bir tapınağa ihtiyaç da duyulmamıştır. O insanların zihnine sığmaz.[23]

___________________
[23] Hasan Aksoy, “İslam öncesi dönem Türklerde tanrı anlayışı”, IJSSER: International Journal of Social Sciences and Education Research, Cilt: 4, Sayı: 2, 2018, <http://dergipark.gov.tr/download/article-file/472002> Erişim: 11 Ağustos 2018, s. 275-283.

Asıl anlamı muhafaza edilerek Tenri veya Tengri kelimesine; Altaylar Tenri, Moğollar Tener, Çuvaşlar Tura, Bulgarlar Tanra (tangra), Buryatlar Teneri, Tıvalar Deer, Yakutlar Tanara, Çin kaynaklarına göre Eski Hunlar Çenli demiştir. N. G. Ayupova göre “Ten” → gök ve “Ri” ise → insan anlamına gelip Tenri kelimesi Proto-Türklerle (Ön Türklerle) oluşmuştur, Hunlara da buradan geçmiştir. Tan sözü eski Türkçe’de ve Hun dilinde her şeyin başlangıcı, ışığın yeryüzünü aydınlatması, şafak vakti, gün doğumu, bütün canlıların uyanması ve yaşamaya devem etmesi gibi anlamlara gelmektedir. Gök kültü veya Gök Tanrı inancı göçebe yaşayan neredeyse tüm Orta Asya topluluklarında yaygındı (Orta Asya Tangrizmi). Tengri’nin Hun, Türk ve Moğol devletlerinin kurulmasında belirleyici bir rolü vardır. A. İliev, Türklerle akraba olan Proto-Bulgarların MÖ 7. yy.da Doğu Avrupa’da Han Kubrat tarafından Tengri anlayışına dayanan bir devlet kurduğunu söylemektedir. Bir sümer tanrısı olan Dingir ile[24] (veya Sümerler’in “göktanrısı” Dingir ile[25]) Tengri benzerlik göstermektedir.[24][25] Sümerledeki Dingir (Dingira/Dinigir) 14 farklı şekilde telaffuz edilmiştir: Dingri, Dingra, Dengara, Denger, Dhingra, Dankar, Tingri, Tangra, Tangara, Tengri, Tenger, Tanrı, Theurang, Tengiras Oçirtay. Orta Asya Tangrizmi’nde şunlar bulunurdu: Atlı yarışmalar, savaşta ve barışta kımız içilmesi, delikli taşların dini ritüllerde kullanılıp Tangra’ya sunulması, muska taşınması, barıştan sonra tarafların atın dizginlerine üç defa dokunarak yemin etmesi, ibadetten önce yıkanma, at ve köpeğin önünde dua edilmesi vs. Orta Asya Tangrizmi’nde Tengri’nin özellikleri şunlardı: Gökteki efendi, mızrakla bir at üzerinde bulunan, göklerin efendisi, kral tanrı, savaşçı. Tengri’nin etimolojik kökenleri arasında şunlar da bulunur: Hint tanrısı Dinkar (Dankar), Tibet tanrısı Theurang (Turan ?). Dinkar’a yapılan ibadete shash-tanga denilmekteydi, ashtanga ise sekiz basamağı ifade ederdi. Tibetlilere göre Theurang veya Dankar yüce tanrıydı.[24]

___________________
[24] Aleksander İliev, “Tengri ve Bulgarlar: Antik ve Orta Çağ’da Bulgarlar Toplumunda Tengri Anlayışı”, Çeviren: Abdulali Aliev, BOZİFDER: Bozok Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 6, Sayı: 2, 2017, <http://dergipark.gov.tr/download/article-file/395810> Erişim: 11 Ağustos 2018, s. 157-163.
[25] Harun Güngör, “Türk”, Kültür ve Medeniyet: Din, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, <http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c41/c410290.pdf> Erişim: 12 Ağustos 2018, Cilt: 41, s. 531.

Şamanizmle Tengricilik aynı şeyler değildir. Çin kaynaklarına göre Kök Tengri dini dinsel törenlerin ifade edildiği bir sistemdir. Çin kaynaklarında Köktürklerin yılın dört mevsiminde kurban kestikleri kayıtlıdır. Eski Türklerde şamanlığa benzer bir inancın varlığına dair hiçbir kayıt mevcut değildir. 6. yy.da Bizans kayıtlarında Köktürklerin kötü düşüncelerden arınmaları adına ateş üstünden atladıkları kayıtlıdır. Eski Türklerde dağ ve ırmak kutsaldır. Dağlar tanrı makamı olduğundan önemli kurbanlar Tengri için burada kesilirdi. Ölü için yemek verme adetleri günümüze kadar gelmiştir. Eski Türklerde “yada” (sata, cada, cay vs.) adında kutsal bir taş vardır: Tengri bu taşı Türk komutanlarına armağan etmiştir: Taşı yukarıya doğru kaldırmakla kar, dolu, yağmur, fırtına, rüzgar ve sairenin gerçekleştirilebildiğine inanılmıştır. Kök Tengri inancı Türklerin en eski inancı olup bütün Türklerin ana kültüdür. Tengri inancının şamanik düşüncelerle hiçbir alakası yoktur. Kök Tengri inancı MÖ 5. yy.a kadar geri gitmektedir. Asya Hunlarında Tengri’nin tek bir ulu varlığı temsil ettiği kayıtlıdır. Tengri kelimesi Türkçe bir kelime olup tanrı manasına gelir, tanrı kelimesinin yazılı kaydına ilk olarak MÖ 3. yy.da rastlanır. MÖ 5. yy.da Çin kaynaklarında geçen T’ien kelimesini Çinliler Türklerdeki Tengri (tanrı) kelimesinden alarak oluşturmuşlardır ve T’ien tanrı manasına gelmektedir.[26]

___________________
[26] Sadettin Gömeç, “Şamanizm ve Eski Türk Dini”, Pamukkale Ü. Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı: 4, 1998, <http://dergipark.gov.tr/download/article-file/114963> Erişim: 11 Ağustos 2018, s. 38-43, 46, 47, 49, 50.

Türk inanışlarının genel hatlarıyla sırası şu şekildedir: Atalar Kültü, Tabiat İnançları ve Gök Tanrı inancı. Eski Türk dini (atalar kültü ve tabiat inançları) Animizm, Totemizm ve Şamanizmin bir karışımı olarak görülmektedir. Şamanizm bir din değildir o daha çok sihir ve mistik teknikleri sistemidir. Eski Türk dini Gök Tanrı inancına evrilmiştir. Gök Tanrı inancında sonradan güneyden gelen şamanik anlayışlar da görülmüştür veya eklenmiştir. Arkaik topluluklarda yükseklik, gök, gökyüzü kutsal olup birçok tanrıya “Yukarıdaki”, “Gökteki” veya “Gök” gibi adlar verilmiştir. Bu kavram Türklere “Gök Tengri” kültü olarak geçmiştir. Türkiye Türkçesi’nde “tanrı” anlamına gelen, Orhun Kitabelerinde geçen Tengri, Türk topluluklarında aynı anlamda olup fonetik yönden şu farklı sözlerle ifade edilmiştir: Yakutlarda “Tanara”, Kazan Türklerinde “Teri”, Soyonlarda “Ter”, Çuvaşlarda “Tura-Tora”, Kalmuklarda “Tengri”, Buryatlarda “Tengeri”, Volga Tatarlarında “Tengere”, Beltirlerde “Tingir”, Teleütlerde “Tenere”, Moğollarda “Tenggeri” ve Çağatayca da “Tengri”. Gök Tanrı inancı yerleşik değil göçebe topluluklara mahsus olup kökeni Asya bozkırlarıdır. İlk başta maddi/somut gökyüzü tanrıydı ve tabiat olaylarının nedeni bu gökyüzüydü, sonra gök tanrı ile her şeye hakim mutlak bir varlık olarak somuttan soyuta dönüştü. Konfüçyüs’ün eserlerindeki T’ien, Tengrinin Çince karşılığıdır. Bizans ile antlaşma yapan Avar hakanı Gök Tanrı’ya yemin etmiştir. Eski Türkler için hava, su, ateş ve toprak kutsaldı fakat sadece yerin ve göğün yaratıcısı olan tanrıya taparlardı ve ona kurbanlar keserlerdi. Orhun Kitabelerinde Tengri’nin bazen “Türk Tengrisi” olarak geçmesi ona milli bir hüviyet arz etmektedir. Chou sülalesi zamanında Türk kültürü Çinde belirli bir şekilde görülmüştür öyle ki Çin imparatorları ünvan olarak “Tien-tse” (Gök’ün oğlu) tabirini kullanmıştır (Tanrı’nın oğlu İsa ?). Konfüçyüs’te ise (ö. mö 480) kullanılan “Tien-shan” Tanrıdağı / Gök Tanrı anlamına gelmekteydi. Orhun Abideleri ile Oğuz Kağan Destanında Tengri kelimesi bazen tanrı bazen de gökyüzü olarak kullanılmıştır.[27] Orhun Abidelerinde Kök Tengri “mavi gök” anlamıyla Gök Tanrı manasına gelmektedir (Kök=Mavi/Gök, Tengri=Gök/Tanrı).[27][28] Tengri insana has özellikler taşımamaktadır. Gök Tanrı dininde güneş, ay ve/veya yıldızlar tanrılaştırılmayıp tüm gökyüzü tanrı kabul edilip kutsal sayılmıştır. Gök Tanrı inancı, Orta Asya’da kurulan neredeyse tüm Türk devletlerinde görüldüğünden “imparatorluk tanrısı” veya “devlet dini” olarak da karşımıza çıkmaktadır. Gök Tanrı inancı çok eski topluluklarda görülen “Yüce Varlık” inancının bir varyantı gibidir.[27]

___________________
[27] Selim Karakaş, “Türklerin Orijinal Dinleri Meselesi”, Gaziantep University Journal of Social Sciences, Cilt: 13, Sayı: 2, 2014, <http://dergipark.gov.tr/download/article-file/223215> Erişim: 11 Ağustos 2018, s. 463-469.
[28] Taner Karahasanoğlu, “Eski Türk Yazıtlarında İlk İletişim Belgeleri”, İstanbul Ticaret Ü. Dergisi, Sayı: 1, Mayıs 2012, <https://core.ac.uk/download/pdf/53031650.pdf> Erişim: 10 Ağustos 2018, s. 202.

Tengri kelimesi Köktürk yazıtlarında göğün rengi (maviliği) anlamıyla da kullanılmıştır. Tengri kavramı Tao dinindeki gök ve ilk tek birlik anlamına gelen “T’ai-chi” ile benzerlik gösterir. Köktürklerde kağanlar “göksel hükümdarlar”dı. Çin astrolojisinde kutupyıldızı göksel tanrının sarayıdır: Öyle ki Çinlilere göre bu yıldız göğün kutbudur Türklere göre de. Orhun yazıtlarında geçen: “Üze kök tengri asra yagız yer kılıntukda ekin ara kişi oglı kılınmış” (Üstte mavi gök altta da yağız yer yaratıldığında, ikisinin arasında insanoğulları yaratılmış)[29] cümlesinde mavi göğün karşısında/karşıtında yağız yer (kara yer) vardır[30].

Gök Tanrı inancından önceki Türklerin tabiat kuvvetleri ve atalar kültü olarak inançları vardı. Burada dağ, kaya, ırmak, ağaç, deniz vs. tabiat güçleri canlı olup ruhları vardı. Güneş, ay, yıldız, şimşek, gök gürültüsü vs. de birer “ruh tanrılar” olarak tasavvur edilmişti. Asya Hunları atalara, tabiat kuvvetlerine ve Gök Tanrı’ya kurban (at ve koyun) kesmek için ırmak gibi çeşitli mukaddes yerlerde yılın belirli aylarında din adına toplanırlardı, bu uygulamayla İslam’daki hac ibadeti benzemektedir.[31]

___________________
[29] Azmi Bilgin, “Gök Tanrısı Terimi Üzerine”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 4, Aralık 2005, <https://scholar.google.com.tr/…150301…> Erişim: 11 Ağustos 2018, s. 190. (Makalenin doğrudan görünen açık PDF’si mevcut değil ya linkten PC’ye indirilip bakılabiliyor ya da bu linkten <http://mtad.humanity.ankara.edu.tr/II-4Aralik2005.php> kayıt olunup bakılabiliyor.)
[30] Karakaş, agm., s. 467.
[31] Mustafa Talas, “Eski Türk Dini Olan Göktanrı İnancı ve Türk Alevîlik-Bektaşiliğinin Benzerlikleri”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, Sayı: 33, 2005, <http://www.hbvdergisi.gazi.edu.tr/index.php/TKHBVD/article/view/774/764> Erişim: 11 Ağustos 2018, s. 3, 6, 7. (PDF’de orijinal sayfa numaraları belirtilmemiş.)

Türklerin ilk dini (din olarak) ataerkil bir yapıda olan gök tanrı dinidir. Tarihteki ilk inançlar kategorisine giren Animizm, Totemizm, Naturizm ve Dinamizm ister istemez Gök Tanrı inancının oluşmasına etki etmişlerdir. Türklerin İslamiyet’ten önceki dinleri Şamanizm değil Gök Tanrı dinidir. Şamanizm (veya şamanlık) bir din veya bir din sistemi değildir. Şamanlar (veya kamlar) fal, büyü, halk hekimliği, aşıklık vs. ile uğraşıp ruh, şeytan, cin, peri, ölü vs. ile iletişime geçmek için extase olarak trans halindeyken ruhunu göğe yükseltmeye veya yer altına indirmeye çalışan insanlardır. Ayrıca birer sihirbaz, kahin olup sinir hastalıklarını da tedavi ettiklerini iddia ediyorlardı. Bu yüzden -sonuna gelen bir “-izm”li- Şaman’izm’ diye bir şey olmayıp bir sihir karakteri olarak şamanların varlığı söz konusudur. Hunlar devrinde Hunlar uluhi tek bir tanrıya inanıyorlardı. Gök Tanrı inancında öte dünya, cennet (uçmak), cehennem (tamu), hesap verme, kıyamet günü (uluğ gün) gibi kavramlar vardır. Karay Türklerinde “Nan” Gök Ekmeği olup kutsaldır. Türkiye’deki “Ekmek çarpsın”, “Ekmek Kur’an çarpsın” söylemleri buradan gelmektedir. Ayrıca “Başın göğe ulaştı mı?” söylemi de gök tanrı inancından gelmektedir.[32]

___________________
[32] Türker Eroğlu, Hatice Çiğdem Kılıç, “Türk İnançları ve İnanışlar”, Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, Sayı: 49, 2005, <http://dergipark.gov.tr/download/article-file/9250> Erişim: 11 Ağustos 2018, s. 749, 755-757, 762-766, 768.

Hunlar Tengri’nin oğluna “kut” derlerdi, Tengri Kut “Tanrı’nın oğlu” anlamına gelip hükümdarın ünvanıdır (Tanrının oğlu isa ?). Kök Tengri inancı mö 5. yy.a kadar inmektedir ve Tengri Asya Hunları arasında ‘tek bir’ ulu varlıktır. Chou hanedanı MÖ 1050-246 yılları arasında Çin’de hakim yönetici hanedandı. Ama bu hanedanın Türk olup olmadığı tartışmalıdır. Bu hanedanlıkta Gök Tanrı inancı (da) bulunmaktaydı. Çince’deki T’ien Çince’de büyük adam, kuvvet ve nüfus sahibi kimse anlamına da gelmekte olup krallar için bir ünvan olarak da kullanılmıştır. Ölen krallar göğe gittiğinden gök, büyük ruhların oturduğu yer olarak sembolleşmiş sonrasında da gök, şahsi olmayan hükmeden tanrı anlamında “Büyük Ruh”a dönüşmüştür. MÖ 600 tarihli Shu-chıng adlı Çin kaynağında “O” diye hitap edilen T’ien için şunlar yazar: Görünmez, değişmez, yere felaket gönderir, düzen verir, mücrimleri cezalandırır, faziletleri bilir, duaları duyar, kötü insanları gözetler, insanları görür ve duyar, aşağıdaki insanları korur ve onlar için prensler ve öğretmenler yaratır, halka iyilikler gönderir, insanları sever, soyut bir kader verir. Konfüçyüs tarafından yeniden düzenlenen Shıh-chıng’de (MÖ 600) ise yine T’ien için şunlar yazar: Yaptığı ne duyulur ne de koklanır, korur, dünyayı gözetler, onları canlandırır, dağları yaratandır, o madde değildir, krallar onun oğludur. Mo-tzu ise (MÖ 479-381) yazdıklarında T’ien’i her şeyin üstünde bir varlık olarak ele alır ve göğe itaat eden mükafatlandırılır etmeyen ise cezalandırılır demektedir. Bu kaynaklar Chou hanedanı dönemine aittir. Ancak “T’ien ile Gök Tanrı aynı mıdır?” ya da “Hangisi daha öncedir?” bu belli değildir! Choular Çin’e kuzeyden gelmişlerdir. T’ien ezeli ve ebedidir. Gök tanrı veya T’ien dininde dağlara tapılmaz dağlar göğe yakın olduğu için kutsaldır. Şamanizm neredeyse tüm dünyada görülen (görülmüş) bir büyü, sihir ve kendinden geçme sistemidir. Ruhlar alemindeki ölenlerle iletişim kurma, gelecekten haber verme gibi [/one-third][one-third]konuları içerir. Din tanrı ile insan arasında bağ kurar ve öğretileri vardır bu yüzden şamanizm bir din değildir. Gök Tanrı dini ile şamanizm iç içe değildir. Gençlik Marşı’ndaki “Sesimizi yer gök su dinlesin” mısrası farkında olmadan gök tanrı inancından kalma bir düşünüştür. Atalar kültü birçok toplumda görüldüğü gibi Eski Türklerde de görülmüştür. Bu kültte ölen yakınlarının geride kalanlara iyilik veya kötülüklerinin dokunabileceği bağlamında onlara duyulan minnet hissi veya yapılan törenler mevcuttur. Eski Türklerin ölen kişinin ardından eşyalarını da onunla birlikte gömmeleri bir ahiret inancının ve ruhun ölümsüz olduğunun bir göstergesi gibidir. Ayrıca ataların mezarlarında -onların öte alemde iyi olması için- kurbanlar da kesilmekteydi.[33]

___________________
[33] Murat Öztürk, “İslamiyet’ten Önce Türklerin Din Anlayışı ve Gök Tanrı Dini”, History Studies: International Journal of History, Cilt: 5, Sayı: 2, Mart 2013, <http://www.historystudies.net/dergi/tar2015122369d.pdf> Erişim: 11 Ağustos 2018, s. 335, 339-345.

 

Göktürkçe’de -sağdan sola- “Teŋri Türüküg közedzün yegedzün” olarak okunan Göktürkçe yazısı (ŋ=ng) (Günümüz Türkiye Türkçesi ile “Tanrı Türk’ü korusun ve yüceltsin”dir.) (Göktürkçe uzmanı: Tuğrul Çavdar | tamga.org)[34] Son Düzenleme: Alper Çadıroğlu

“Bir Tanrım Türk’ü koru yücelt” (Sağdan sola) (Wilhelm Radloff’un 1892’de eserlerinde kullandığı Göktürkçe yazısı | Bilgisayar fontuna dönüştürenler: Levent Alyap ve Prof. Dr. Cengiz Alyılmaz | tamga.org)[34] Son düzenleme: Alper Çadıroğlu

___________________
[34] Tuğrul Çavdar, “Taŋrı Türk’ü Korusun ve Yüceltsin!”, Türk Bitig, 3 Mayıs 2015, <http://www.tamga.org/2015/05/tar-turku-korusun.html> Erişim: Haziran 2018.

 

SİTE DİZİNİNDEKİ 289. KONU
ORHON YAZITLARI VE ALTIN ELBİSELİ ADAM

Türk dili Ural-Altay dil ailesinin Altay kolundadır. Altay kolunu Türkçe, Moğolca ve Tunguzca meydana getirir. 8. yy.dan bugüne kadar Türk dilinin yazılı metinlerinde kullanılan alfabeler şunlardır: Göktürk (Orhon), Çin, Mani, Soğd, Uygur, Tibet, Süryani, Arap, İbrani, Grek, Ermeni, Latin, Kiril. 38 harften oluşan Göktürk alfabesi Türkler’in bilinen ilk alfabesidir. Göktürk yazısı sağdan sola doğru yazılır. Bu konu alanındaki uzmanlara göre bu alfabenin kökeni eski Türk damgaları ile Arami (Orta Doğu), Soğd (Orta Asya) ve Pehlevi (İran) alfabeleridir.[35] Orhon Yazıtları Türk dilinin en eski metinlerinin yazılı olduğu taşlardır.[36] Bu bengü taşları Türkler’in kesin olarak bilinen ilk yazılı ürünleri (metinleri) olup 2. Göktürk dönemine rastlayıp günümüzdeki Moğolistan sınırları içinde Orhun Nehri bölgesinde bulunur. Bu taşlarda (abidelerde, kitabelerde) Göktürk harfleri kullanılmıştır ve bunların ilki Çoyrın (MS 687-692) Bengü taşıdır. Bölgede uzun-kısa büyük-küçük 250’nin üzerinde taşın varlığı söz konusudur. Edebi değer olarak Tonyukuk, Kül Tigin ve Bilge Kağan yazıtları diğerlerine oranla daha önemlidir.[37] Çoyren yazıtı ∼690, Kül Tigin ∼732, Bilge Kağan ∼735, Tonyukuk ise 716-734 yılları arasında dikilmiştir. Kül Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarını yeğenleri Yolluğ Tigin taşa kazımıştır. Kül Tigin, yazıtının yazılmasında yardımcı olmaları için Çin’den 6 sanatkar getirtmiştir: Öyle ki Kül Tigin yazıtının batı yüzünü Çang Sengüm yazmıştır. 2.27 m. boyunda olup her yerinde yazı bulunan Kül Tigin yazıtının doğu yüzünde Göktürkçe olarak 2. Göktürkler’in (2. Doğu Türk Kağanlığı’nın) hayatı ve kahramanlıkları ile Çinliler’e dikkat edilmesi uyarıları anlatılmıştır: Batı yüzünde ise Çin’de Çinli bir kağan olan Xuan-zong’un Çince hitabesi Çince yazılmış olarak yer alır. Bilge Kağan yazıtının ise dört yüzü yazılı olup hem Göktürkçe hem de Çince yazılar bulunmaktadır.[36]

___________________
[35] Nuri Yüce, “Türk”, Kültür ve Medeniyet: Yazı, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, <http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c41/c410274.pdf> Erişim: 13 Ağustos 2018, Cilt: 41, s. 493-497.
[36] Mustafa S. Kaçalin, “Orhon Yazıtları”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2007, <http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c33/c330255.pdf> Erişim: 13 Ağustos 2018, Cilt: 33, s. 390, 391.
[37] Mevlüt Gülmez, “Türkçe’nin Kökleri ve Geleceği”, Türkiye Tohumcular Birliği (TÜRKTOB) Dergisi, Sayı: 24, 2017, <http://www.turktob.org.tr/dergi/makaleler/dergi24/61-62.pdf> Erişim: 13 Ağustos 2018, s. 61.

İskitler (Sakalar) MÖ 8-3. yüzyıllar arasında Orta Asya’da göçebe olarak yaşamış bir topluluktur (veya MÖ 7-4. yüzyıllarda Orta Asya ve Kazakistan arazilerinde). İskitler ve Sakalar birbirine benzer iki halktır veya aynı halktır.[38] Güney Kazakistan’da 3 veya 4 tane ‘Altın Elbiseli Adam’ kurganı bulunmuştur.[38][39] Bu kurganlarda bulunan cesetler büyük ihtimalle yönetici sınıfına mensuplardı. Bunlardan en eskisi ve ilk bulunanı (ki bu konuda bunu işliyoruz) günümüz Güney Kazakistan’da[39] (Almaata yakınlarındaki Esik Kasabası’nda[40]) 1969 yılında bulunmuştur[39] ve onun bir Türk Tegin’i (prensi) olabileceği[40] veya Orta Çağ’da altın başlıkların kadınlar arasında yaygın olmasından dolayı onun savaşçı bir şaman kadın olabileceği de bazı arkeologlarca düşünülmektedir[42]. Altın Elbiseli Adam cesetlerinin İskitler’e ait olduğu neredeyse tüm bilim adamlarınca kabul görür. Kesin olmamakla birlikte İskitler’in Hun olduğu ve/veya onların Hun Devleti’nin batıdaki uç beyliği vazifesini gördüğü de kimilerince düşünülür: Öyle ki Latin-Bizans kaynakları Türk soylu halklara Hun veya İskit demişlerdir.[39] İskitler’in ve Türki halkların birçok benzer yönü vardır.[38] 1969’da bulunan Altın Elbiseli Adam’ın elbisesi baştan sona saf altından olup başlığında oklar ve tuğlar, alın hizasında at, koç ve geyik kabartmaları, belindeki kemerin solunda bir kılıç, sağında ise bir kama vardır:[40] Elbisedeki silahlar bile saf altındandır[41]. Altın Elbiseli Adam’ın üstündeki altın zırh ince bir zevkin ve ince bir işçiliğin ürünüdür. Hunlar’da ve Göktürkler’de altın işçiliği ileri düzeydeydi.[43]

Altın Elbiseli Adam olarak ünlenen Esik Kurganı olarak bilinen buluntuların karbon çözümlemesiyle (karbon testiyle, deneyiyle) MÖ 5-4. yy.a ait olduğu saptanmıştır. Bir kısmı altından 4000 parça eşyayı içeren bu buluntuların benzerlerine Hun mezarlarında da rastlanmıştır.[43] Kurgan’da bulunan gümüş bir çanakta[41][43][45] (tasta[44] veya kapta[45]) sadece iki satırlık bir yazı yazmaktadır,[41][43][45] “Altın Elbiseli Adam Yazıtı” veya “Esik Yazıtı” olarak bilinen[45] bu yazının toplamı sadece 26 harften[43] (işaretten[44]) oluşur, 18 tane ise farklı harf vardır,[46] 26 harflik bu yazı kimilerince Orhon alfabesinin ilkel/iptidai bir biçimidir.[43][46] Gerçekten de bu iki satırdaki bazı harfler Orhon alfabesindeki harflere benzemektedir.[46] Bu yazının Türk tarihinin en eski yazılı belgesi olduğu kimilerince düşünülmektedir.[40] Öyle ki bu kurgan Türklerin yaşadığı (doğduğu) bölgede bulunmuştur. Bu metin (yazı) için Orhon alfabesinin başlangıcı ve eski şekli diyen Kazak tarihçi ve şair[46] Olcas Süleymanov tarafından bu yazı şu şekilde okunmuştur: “Khan uya üç otuzı (da) yok boltı utıgsı tozıltı” → “Han’ın oğlu yirmi üç yaşında yok oldu, (halkın) adı sanı yok oldu.”[44] veya “Hakanın oğlu 23 yaşında yok oldu. Halkın şerefi de yok oldu.”[46]. ‘Eğer bu metin doğru okunmuşsa Türk dilinin yazılı belgeleri 1200 yıl geriye gidecektir” düşüncesini savunanlar da vardır.[44][46] 400’den fazla altın eşya bulunan bu kurgan Mısır firavunu Tutankhamon’un mezarından sonra dünyada en fazla altın çıkarılan ikinci mezardır.[47]

 

Altın Elbiseli Adam – Golden Prince/Warrior (Kazakistan) (Central State Museum of the Republic of Kazakhstan) (Soldan sağa: 1. Laurel Robbins, 2. eurasia.travel, 3. almatyexplorer) Düzenleme: Alper Çadıroğlu

[one-half-first]

Bu görsel Esik Kurganı’nda bulunan gümüş çanağın üzerinde yazan yazının birebir çıkartılmış bir kopyasıdır. (Bu görüntünün orijinalini TRT Belgesel kanalında yayımlanan “Altın Elbiseli Adam” adlı belgeselden[48] aldım ve ona -orijinal yazıyı değiştirmeden- Photoshop’ta taşa kazılmış efekti verdim. Düzenleme: Alper Çadıroğlu)
[/one-half-first][one-half]

Esik Kurganı’nda bulunan gümüş çanak veya tas ve onun üstündeki yazı. (Tasın içi bir yemek tabağının içi gibi boştur.)[48]
Esik Kurganı’ndan çıkan bazı altın eşyalar. Görsel Arkeopolis.com’dan alınmıştır.[49]
[/one-half][clearfix]

___________________
[38] Alina Gaynutdinova, “‘Kırk Kız’ Destanı ve Kahramanca Savaşan Türk Kadınları”, İslâm, San’at, Tarih, Edebiyat ve Mûsıkîsi (İSTEM) Dergisi, Yıl: 16, Sayı: 31, 2018, <http://dergipark.gov.tr/download/article-file/500600> Erişim: 13 Ağustos 2018, s. 152.
[39] Saadettin Yağmur Gömeç, “Kök Türk Yazıtları ve Di̇vanü Lûgat-i̇t-Türk’te Yi̇yecek ve İçecekler”, Türkiyat Mecmuası, Cilt: 26, Sayı: 2, 2016, <http://dergipark.gov.tr/download/article-file/264803> Erişim: 13 Ağustos 2018, s. 190.
[40] Fatma Ayhan, “Türk Giyim Kültüründe Pantolon”, Akademik Bakış Dergisi, Sayı: 39, 2013, <http://dergipark.gov.tr/download/article-file/382670> Erişim: 13 Ağustos 2018, s. 7 (PDF’deki sayfa).
[41] Türker Eroğlu, Eda Yatman, Editör: M. Tekin Koçkar, “Halk Kültürü’nde Giyim Kuşam ve Süslenme Uluslar Arası Sempozyumu Bildirileri“, “Türk Halk Oyunlarında Giysi Sorunu ve Geleneksellik”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Yayınları No: 146, Eskişehir 2008, <http://www.academia.edu/28302562/Halk_Kültüründe_Giyim-Kuşam_ve_Süslenme_Sempozyumu_Bildirileri_Kitabı_-_M._Tekin_KOÇKAR_2008> Erişim: 13 Ağustos 2018, s. 40. (Bu kitaptaki -yararlandığım- “Türk Halk…” adlı makale Eroğlu ve Yatman’a aittir.)
[42] Peter B. Golden, “Dünya Tarihinde Orta Asya“, Çeviren: Yahya Kemal Taştan, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1. Baskı 2015, <http://www.otuken.com.tr/u/otuken/docs/ortaasya.pdf> Erişim: 13 Ağustos 2018, s. 23.
[43] Serkan Şen, “Eski Türklerde Maden İşçiliğine Bir Bakış”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 3, Eylül 2008, <http://www.academia.edu/32292429/Eski_Türklerde_Maden_İşçiliğine_Bir_Bakış_Serkan_Şen> Erişim: 13 Ağustos 2018, s. 167.
[44] Gülmez, agm., s. 61.
[45] Ahmet B. Ercilasun, “Bilinmeyen Metinlerin Çözülmesi Konusunda Teorik Bir Yaklaşım ve Altın Elbiseli Adam Yazıtı İçin Yeni Bir Okuma Denemesi”, Dil Araştırmaları Dergisi, Sayı: 20, Bahar 2017, <https://tr.scribd.com/document/357970706/Ercilasun…> Erişim: 13 Ağustos 2018, s. 7.
[46] Hüseyin Nihal Atsız, “Tarih, Kültür ve Kahramanlar: Makaleler 2“, Ötüken Neşriyat, İstanbul, İlk Baskı 2011, <https://books.google.com.tr/books?id=gA0P…> Erişim: Şubat 2017, s. 97-100. (Atsız’ın makalelerinin birleştirildiği bu kitapta Atsız “Kazakistan’da Bulunan Mezar” adlı makalesini bk. Ötüken Dergisi’nin 12. sayısında 1970 yılında yazmıştır: Bu makaleye buradan da <http://www.nihal-atsiz.com/page/208> bakabilirsiniz: Erişimler: 14 Ağustos 2018.)
[47] Hüseyin Nihal Atsız, “‘Altın Elbiseli Adam’ Hakkında Yeni Bilgiler”, Ötüken Dergisi, Sayı: 6, 1973, Ulu Türkçü Nihal Atsız Otağı, <http://www.nihal-atsiz.com/page/207> Erişim: 14 Ağustos 2018. (Bu makale Atsız’ın “Tarih, Kültür ve Kahramanlar: Makaleler 2” adlı kitabında 101’den 104’e kadarki sayfalarda olup bahsi geçen bilgi 101. sayfadadır.)
[48] Servet Somuncuoğlu (Yap., Yön. ve Metin Yazarı), “Altın Elbiseli Adam”, [Belgesel], TRT Belgesel TV, 23 Ocak 2013, <https://www.dailymotion.com/video/x4v5ajv> Erişim: 13 Ağustos 2018. (Bu videoda görüntü kalitesi daha iyi: <https://www.youtube.com/watch?v=8dqAgjGyz_o> Erişim: 13 Ağustos 2018.)
[49] Aygün Kalkan, “İskitler’den Günümüze: Esik Kurganı ve Altın Elbiseli Adam”, Arkeopolis, Haziran 2018, <http://arkeopolis.com/iskitlerden-gunumuze-esik-kurgani-ve-altin-elbiseli-adam/> Erişim: 13 Ağustos 2018.

 

TÜRKLER NASIL MÜSLÜMAN OLDU?

 

SİTE DİZİNİNDEKİ 290. KONU
1- TÜRKLER KILIÇ ZORUYLA MI MÜSLÜMAN OLDU? (643-705 YILLARI)

Yazardan Açıklama; Bütün dinlere saygımız sonsuzdur. Lakin; tarihte bilinmeyen ve öğretilmeyen gerçekler de mevcuttur. Yanı sıra, kimilerinin yaptığı yanlışlıkları bütün bir dine bağlamak da yanlış olabilir. Fakat gerçekleri bilmek herkesin hakkıdır.

Kısaca Kürtlere değinip sonra Türklere geçeceğiz. Kürtler 7. yy’da Mezopotamya civarında bulunmaktaydılar. Sağında Sasaniler solunda Bizans vardı, bunların egemenliği altında yaşamışlardır. Ezidilik ve Zerdüşt inançlarına sahiptiler. Ta ki 632’den sonra arap saldırılarına maruz kalmışlardır. Araplar bu tarihten sonra fazlaca Kürt’ü öldürmüşlerdir. Araplar o bölgeyi ve Kürtleri ele geçirse de Kürtler 15. yy’a kadar direnmişlerdir. 643’lerde Musul ve İran düşerken bulunan eski bir bezde şunlar yazmaktadır: “Kutsal yerler yakıldı, kızlar esir alındı, erkekler kendi kanında boğuldu.” 644’lerde Azerbaycan ve Ermenistan da alınıp haraca bağlanır. Şu an Horasan ve Kafkasya’da yaşayan birtakım Kürtler bu savaşlar sonucu oraya kaçan topluluklardır. Bu dönemlerde Araplar, Bizans’ın üçte iki topraklarını da almışlardır.

643’te İran, Arap orduları tarafından alınmıştır. Sonucunda Araplar Maveraünnehir bölgesinde yaşayan Türklerle komşu olmuşlardır. Bu dönemde İpek Yolu sayesinde Türkler zengindi ve ganimetleri boldu. 641 ile 673 yılları arasında Araplar, Türklere karşı yağma girişimlerinde bulunmuşlardır. Hz. Muhammed’in “Türkler kötüdür, Türkler düşmandır!” sözünün etkisiyle ve Türklerin savaşçı-güçlü olmasından dolayı Araplar, Türklerden çekinmişlerdir. Ama her zaman saldırmak için fırsat kollamışlardır. Halife Osman döneminde 2.700 kişilik Arap ordusu Fergana’da Türklere saldırmış fakat yenilmişlerdir. 673 yılında Arap komutanı Ziyad, 24 bin kişilik orduyla Buhara’yı kuşatmıştır. Buhara’yı yöneten Türk komutanı Kıbaç, diğer Türklerden yardım istemiştir lakin alamamıştır. Sonuçta şehir yağmalanıp, türk gençleri esir edilmiştir. Koridorun açılmasından sonra, Osman oğlu Said Semerkant’a saldırmıştır. Semerkant da yağmalanmıştır, 30 bin Türk genci esir alınarak köle pazarlarında satılmıştır. 680’de Ziyad, tekrar Türklere saldırmıştır fakat başarısız olmuştur. Sonraki saldırıda ise Türkler yenilmiştir ve Araplar büyük ganimet kazanmıştır öyle ki her arap 2.400 dirhem almıştır.

685 yılında acımasız Abdulmelik halife olmuştur. Yanına da, öncesinde Kabe’yi mancınık ateşi ile yıkan kandökücü Haccac’ı almıştır. Mısır, Suriye, İran ve Irak’ta resmi dil Arapça olmuştur ve memurluk görevlerine de Araplar getirilmiştir. Haccac, Arabistan’da Müslüman olmayanlara katliamlar yapmıştır. Sonrasında Irak Valisi olmuştur. Haccac Ubeydullah’ı, Sicistan’ın Türk hükümdarı Rütbil’in üzerine göndermiştir. Rutbil bu sırada vergisini Araplara vermektedir. Gelen saldırıya karşı Rutbil zafer kazanmıştır. Haccac 40 bin kişilik ordu yollar, ordu komutanı Türklerin bir suçu yok diyerek savaşmayı reddeder, Haccac da onun kellesini keser. 699’da Muhelleb tarafından Türk yurtları tekrar işgal edilmiştir. 704’te Arap komutan Yezid, Türk yurdu Harzem’i işgal etmiştir ve geriye ganimet ve esirlerle dönmüştür. 685-705 yılları arasında Türk yurtlarında talan ve vahşet yaşanmıştır, Türkler tam olarak egemenlik altına alınamamıştır fakat onlardan fazlaca ganimet ve esir koparılmıştır. Bu saldırılar Haccac ve Abdulmelik tarafından idare edilmiştir. Esir alınan Türkler çıplak bir şekilde kilometrelerce yol yürütüldükten sonra köle pazarlarında satılmıştır. Kimileri de yolda soğuktan ölmüştür. 705 yılında Abdulmelik oğlu Velid halife olmuştur. Velid döneminde Türkler egemenlik altına alınmıştır.[50]

___________________
[50] Erdoğan Aydın, “Nasıl Müslüman Olduk?”, Kırmızı Yayınları, İstanbul, 23. Baskı 2008, s. 56-92.

 

SİTE DİZİNİNDEKİ 291. KONU
2- TÜRKLER KILIÇ ZORUYLA MI MÜSLÜMAN OLDU? (705-720 YILLARI)

705 yılında İslam Devleti’ne Velid halife olmuştur. Kuteybe’de Horasan Valisi olarak atanmıştır. Kuteybe’nin amacı Maveraünnehir’de bulunan Türkleri yok etmek, ganimetlerini ele geçirmek ve bölgeyi İslam Devleti’ne bağlamaktır. O dönemlerde İpek Yolu üzerinde bulunan Türklerde silah, altın, gümüş ve mücevharat fazlaca bulunmaktaydı yani Türkler zengindiler. Arap orduları, Kuteybe önderliğinde Baykent’e saldırmıştır, eli silah tutan herkes öldürülmüştür, kadınlar esir alınmıştır ve fazlaca ganimet ele geçirilmiştir. 707 yılında Buhara’ya saldırılmıştır, Kuteybe “Her kim Türklerden baş getirirse 100 dirhem vereceğim!” diyerek orduyu zafere teşvik etmiştir, sonucunda onbinlerce Türk ölmüştür, savaş bitiminde esirlerden bazıları kılıçtan geçirilirken işe yarayacak 50 bin kişi esir olarak alınmıştır. Sonrasında her Türk, evine bir Arap misafir edecek emri çıkarılmıştır. Hatta camiye gidene iki dirhem verilecektir emri bile uygulanmışır. Türk bölgelerine Arapların yerleştirilmesi ve idare/yönetim ve ordunun da Arapların eline geçmesiyle İslam dini de Türkler arasında kılıç zoru ile yayılmaya devam etmiştir. Sonrasında Kuteybe ve ordusu Türklerin bulunduğu Talkan’a girmiştir. Şehrin komutanı Şehrek savaşmadan şehri terk etmiştir. Arap ordusu savaşmadan şehri almıştır. Buradaki halk da karşı koymamıştır. Fakat Kuteybe Türklere ibret olsun diye, herkesi kılıçtan geçirmiştir! Geri kalanları ceviz ağacına astırmıştır! Öyle ki 24 kilometrelik mesafeyi kaplayan bir alanda Türkler ağaçlara asılmıştır!.. Ardından vahşet ve katliamlar devam etmiştir. Şuman, Keş, Nefes, Faryab ve Bağzış da alınmıştır. Kuteybe, Bağzış komutanı Tarhan’a teslim ol bir şey yapmayacağım dese de, teslim olan Tarhan’ın gözü önünde iki oğlunu boğazlatmıştır! Sonra 700 türk savaşçısının derileri yüzülüp kelleleri uçmuştur! En son Tarhan’ın başı gövdesinden Kuteybe tarafından ayrılmıştır! Kuteybe, Harzem’i de almıştır. Halk ve bilginler kılıçtan geçirilmiştir. Biruni şöyle der: “Kuteybe bilginleri yok etti, Türk tarihi yok oldu, her şey karanlığa gömüldü.” Semerkant da İranlıların paralı asker olarak kullanılması eşliğinde Arap orduları tarafından kuşatılarak alınmıştır. Şehrin tapınakları yakılmıştır, haraca bağlanmıştır, eli silah tutan herkes çöle atılmıştır bunlar da burada kitlesel olarak yok olmuşlardır.

Halife Velid ölmüştür ve yerine Süleyman gelmiştir. Yeni halife Kuteybe’yi sevmemektedir. 716 yılında Kuteybe ve 11 yakınının kelleri Halife Süleyman’ın emri ile uçurulmuştur. Lakin Süleyman da bu yayılmacı politikayı eskisi gibi devam ettirmiştir.

İslam Halifesi Süleyman 716 yılında Horosan’a Yezid’i vali olarak atamıştır. Yezid, Türklerin bulunduğu Dağıstan’a girmiştir ve burada 14 bin Türk’ü katletmiştir! Sonra Taberistan’a yönelmiştir fakat burada yenilmiştir. Cürcan şehrinde 7 ay Türklerle savaşan Araplar, birçok Türk’ü öldürerek şehri teslim almışlardır. Yezid, 20 kilometre uzunluğunda bir alanda Türkleri darağaçlarında asmıştır!.. Teslim olmuş silahsız 12 bin kişi kılıçtan geçirilmiştir! Cürcan bölgesinde toplamda 40 bine yakın Türk öldürülmüştür. Kural gereği elde edilen ganimetin beşte biri halifeye, beşte dördü de Müslüman askerlerine paylaştırılmıştır.

Sonuç olarak; Kuteybe ve diğerleri on binlerce Türk’ü öldürmüştür.[51] Murat Bardakçı şöyle demektedir: “Türklerin Müslüman olması sopa zoruyladır. Türkler kılıç zoruyla Müslüman oldu. Emeviler canımıza öyle bir okudu ki..”.[52]

___________________
[51] Aydın, age., s. 92-120.
[52] Murat Bardakçı, “Türkler Sopa Zoruyla Müslüman Oldu”, Haber Türk TV, 22 Nisan 2008, <https://www.haberturk.com/polemik/haber/69352-turkler-sopa-zoruyla-musluman-oldu> Erişim: Mayıs 2013. (Bardakçı bu sözleri Haber Türk TV’de yayımlanan Parantez adlı programda söylemiştir: 2:05 dakikalık ilgili videoya bakabilirsiniz <https://www.youtube.com/watch?v=lAFNZ5fDaZ4> Erişim: 14 Ağustos 2018.)

[/one-third][clearfix]

 


 

KAYNAKÇA

AKSOY Hasan, “İslam öncesi dönem Türklerde tanrı anlayışı”, IJSSER: International Journal of Social Sciences and Education Research, Cilt: 4, Sayı: 2, 2018, ss. 275-288, <http://dergipark.gov.tr/download/article-file/472002> Erişim: 11 Ağustos 2018.

ATSIZ Hüseyin Nihal, “Tarih, Kültür ve Kahramanlar: Makaleler 2”, Ötüken Neşriyat, İstanbul, İlk Baskı 2011, <https://books.google.com.tr/books?id=gA0P…> Erişim: Şubat 2017 (bk.: “‘Altın Elbiseli Adam’ Hakkında Yeni Bilgiler”, Ötüken Dergisi, Sayı: 6, 1973, (ss.y.), Ulu Türkçü Nihal Atsız Otağı, <http://www.nihal-atsiz.com/page/207> Erişimler: 14 Ağustos 2018).

AYDIN Erdoğan, “Nasıl Müslüman Olduk?Kırmızı Yayınları, İstanbul, 23. Baskı 2008.

AYHAN Fatma, “Türk Giyim Kültüründe Pantolon”, Akademik Bakış Dergisi, Sayı: 39, 2013, ss. 349-364, <http://dergipark.gov.tr/download/article-file/382670> Erişim: 13 Ağustos 2018.

BARDAKÇI Murat, “Türkler Sopa Zoruyla Müslüman Oldu”, Haber Türk TV, 22 Nisan 2008, <https://www.haberturk.com/polemik/haber/69352-turkler-sopa-zoruyla-musluman-oldu> Erişim: Mayıs 2013 (Parantez [TV Programı], Haber Türk TV, Video Süresi: 2:05, <https://www.youtube.com/watch?v=lAFNZ5fDaZ4> Erişim: 14 Ağustos 2018).

BİLGİN Azmi, “Gök Tanrısı Terimi Üzerine”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 4, Aralık 2005, ss. 189-197, <http://mtad.humanity.ankara.edu.tr/II-4Aralik2005.php> veya <https://scholar.google.com.tr/…150301…> Erişim: 11 Ağustos 2018.

ÇAVDAR Tuğrul, “Taŋrı Türk’ü Korusun ve Yüceltsin!”, Türk Bitig, 3 Mayıs 2015, <http://www.tamga.org/2015/05/tar-turku-korusun.html> Erişim: Haziran 2018.

ÇOBANOĞLU Özkul, “Türk Mitolojisinde Al Dini ve Okra İlişkisi”, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları 14/2, 38. ICANAS, Ankara, 10-15 Eylül 2007, Bildiriler: Tarih ve Medeniyetler Tarihi, Cilt: 2, 2012, ss. 981-986, <http://www.ayk.gov.tr/wp-content/uploads/2015/01/ÇOBANOĞLU-Özkul-TÜRK-MİTOLOJİSİNDE-AL-DİNİ-VE-OKRA-İLİŞKİSİ.pdf> Erişim: Haziran 2018.

ERCİLASUN Ahmet B., “Bilinmeyen Metinlerin Çözülmesi Konusunda Teorik Bir Yaklaşım ve Altın Elbiseli Adam Yazıtı İçin Yeni Bir Okuma Denemesi”, Dil Araştırmaları Dergisi, Sayı: 20, Bahar 2017, ss. 7-14, <https://tr.scribd.com/document/357970706/Ercilasun…> Erişim: 13 Ağustos 2018.

EROĞLU Türker, KILIÇ Hatice Çiğdem, “Türk İnançları ve İnanışlar”, Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, Sayı: 49, 2005, ss. 749-770, <http://dergipark.gov.tr/download/article-file/9250> Erişim: 11 Ağustos 2018.

GAYNUTDİNOVA Alina, “‘Kırk Kız’ Destanı ve Kahramanca Savaşan Türk Kadınları”, İslâm, San’at, Tarih, Edebiyat ve Mûsıkîsi (İSTEM) Dergisi, Yıl: 16, Sayı: 31, 2018, ss. 147-160, <http://dergipark.gov.tr/download/article-file/500600> Erişim: 13 Ağustos 2018.

GOLDEN Peter B., “Dünya Tarihinde Orta Asya”, Çeviren: Yahya Kemal Taştan, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1. Baskı 2015, <http://www.otuken.com.tr/u/otuken/docs/ortaasya.pdf> Erişim: 13 Ağustos 2018.

GÖMEÇ Saadettin Yağmur, “Kök Türk Yazıtları ve Di̇vanü Lûgat-i̇t-Türk’te Yi̇yecek ve İçecekler”, Türkiyat Mecmuası, Cilt: 26, Sayı: 2, 2016, ss. 187-195, <http://dergipark.gov.tr/download/article-file/264803> Erişim: 13 Ağustos 2018.

GÖMEÇ Sadettin, “Şamanizm ve Eski Türk Dini”, Pamukkale Ü. Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı: 4, 1998, ss. 38-50, <http://dergipark.gov.tr/download/article-file/114963> Erişim: 11 Ağustos 2018.

GÜLMEZ Mevlüt, “Türkçe’nin Kökleri ve Geleceği”, Türkiye Tohumcular Birliği (TÜRKTOB) Dergisi, Sayı: 24, 2017, ss. 61, 62, <http://www.turktob.org.tr/dergi/makaleler/dergi24/61-62.pdf> Erişim: 13 Ağustos 2018.

GÜLTEPE Necati, “Türk Mitolojisi: Yeni Araştırmalar Işığında”, Kum Saati Yayınları, İstanbul 2013.

GÜNGÖR Harun, “Türk”, Kültür ve Medeniyet: Din, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, Cilt: 41, ss. 531-533, <http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c41/c410290.pdf> Erişim: 12 Ağustos 2018.

İLİEV Aleksander, “Tengri ve Bulgarlar: Antik ve Orta Çağ’da Bulgarlar Toplumunda Tengri Anlayışı”, Çeviren: Abdulali Aliev, BOZİFDER: Bozok Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 6, Sayı: 2, 2017, ss. 157-165, <http://dergipark.gov.tr/download/article-file/395810> Erişim: 11 Ağustos 2018.

KAÇALİN Mustafa S., “Orhon Yazıtları”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2007, Cilt: 33, ss. 390-393, <http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c33/c330255.pdf> Erişim: 13 Ağustos 2018.

KAFESOĞLU İbrahim, “Umumî Türk Tari̇hi̇ Hakkında Tespi̇tler, Görüşler, Mülâhazalar“, Editörler: Abdülkadir Donuk, Muallâ Uydu Yücel, Kürşat Yıldırım, Fatma Dıngıl, İskender Türe, Erol Kılınç, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2014, <https://www.otuken.com.tr/u/otuken/docs/umumi.pdf> Erişim: 9 Ağustos 2018.

KALKAN Aygün, “İskitler’den Günümüze: Esik Kurganı ve Altın Elbiseli Adam”, Arkeopolis, Haziran 2018, <http://arkeopolis.com/iskitlerden-gunumuze-esik-kurgani-ve-altin-elbiseli-adam/> Erişim: 13 Ağustos 2018.

KARAHASANOĞLU Taner, “Eski Türk Yazıtlarında İlk İletişim Belgeleri”, İstanbul Ticaret Ü. Dergisi, Sayı: 1, Mayıs 2012, ss. 189-232, <https://core.ac.uk/download/pdf/53031650.pdf> Erişim: 10 Ağustos 2018.

KARAKAŞ Selim, “Türklerin Orijinal Dinleri Meselesi”, Gaziantep University Journal of Social Sciences, Cilt: 13, Sayı: 2, 2014, ss. 463-477, <http://dergipark.gov.tr/download/article-file/223215> Erişim: 11 Ağustos 2018.

KARATAŞ Muhammed, ÇEVİK Seyfullah, “Stratejik Doğal Kaynak Olarak Su ve Türkiye’nin Konumunun Değerlendirilmesi”, Akademik Araştırmalar Dergisi, Sayı: 45, 2010, ss. 1-29, <https://abs.cu.edu.tr/Dokumanlar/2015/IR%20449/437741895_karatascevik2010.pdf> Erişim: Haziran 2018.

Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Anlamı: Meal ve Sözlük, Meali Hazırlayan: Ali Bulaç, Bakış Yayınları, İstanbul 1985.

Kutsal Kitap: Eski ve Yeni Antlaşma (Tevrat, Zebur, İncil), Kitab-ı Mukaddes Şirketi, Yeni Yaşam Yayınları, Yeni Çeviri, İstanbul 2001-2009, <https://incil.info/kitaplistesi> veya <https://www.kitabimukaddes.com/kutsal-kitap-hakkinda-bilgilendirme-ve-tam-metni/> Erişim(ler): 2011-2018.

NİŞANYAN Sevan, “Mit”, Nişanyan Sözlük: Çağdaş Türkçe’nin Etimolojisi, 8 Ekim 2017, <http://www.nisanyansozluk.com/?k=mit> ve “Mitoloji”, 6 Ağustos 2017, <http://www.nisanyansozluk.com/?k=mitoloji&lnk=1> Erişimler: Haziran 2018.

ÖZTÜRK Murat, “İslamiyet’ten Önce Türklerin Din Anlayışı ve Gök Tanrı Dini”, History Studies: International Journal of History, Cilt: 5, Sayı: 2, Mart 2013, ss. 327-346, <http://www.historystudies.net/dergi/tar2015122369d.pdf> Erişim: 11 Ağustos 2018.

SOMUNCUOĞLU Servet (Yap., Yön. ve Metin Yazarı), “Altın Elbiseli Adam”, [Belgesel], TRT Belgesel TV, 23 Ocak 2013, <https://www.youtube.com/watch?v=8dqAgjGyz_o> veya <https://www.dailymotion.com/video/x4v5ajv> Erişimler: 13 Ağustos 2018.

ŞEN Serkan, “Eski Türklerde Maden İşçiliğine Bir Bakış”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 3, Eylül 2008, ss. 162-172, <http://www.academia.edu/32292429/Eski_Türklerde_Maden_İşçiliğine_Bir_Bakış_Serkan_Şen> Erişim: 13 Ağustos 2018.

TALAS Mustafa, “Eski Türk Dini Olan Göktanrı İnancı ve Türk Alevîlik-Bektaşiliğinin Benzerlikleri”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, Sayı: 33, 2005, ss. 281-292, <http://www.hbvdergisi.gazi.edu.tr/index.php/TKHBVD/article/view/774/764> Erişim: 11 Ağustos 2018.

YATMAN Eda, EROĞLU Türker Eroğlu, Editör: M. Tekin Koçkar, “Halk Kültürü’nde Giyim Kuşam ve Süslenme Uluslar Arası Sempozyumu Bildirileri”, “Türk Halk Oyunlarında Giysi Sorunu ve Geleneksellik”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Yayınları No: 146, Eskişehir 2008, <http://www.academia.edu/28302562/Halk_Kültüründe_Giyim-Kuşam_ve_Süslenme_Sempozyumu_Bildirileri_Kitabı_-_M._Tekin_KOÇKAR_2008> Erişim: 13 Ağustos 2018 (Bu kitaptaki -yararlandığım- “Türk Halk…” adlı makale Eroğlu ve Yatman’a aittir).

YÜCE Nuri, “Türk”, Kültür ve Medeniyet: Yazı, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, Cilt: 41, ss. 493-497, <http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c41/c410274.pdf> Erişim: 13 Ağustos 2018.

 

Hazırlayan: Alper ÇADIROĞLU
Son güncellendiği tarih: 28 Ağustos 2018