Konu 374: LAİKLİĞİN FELSEFİ TEMELLERİ

 

Laikliğin felsefi temelleri nelerdir, laiklik nasıl gelişti, o, tarihsel süreçte nasıl farklı tanımlamalarla algılandı, bugün nasıl algılanıyor, Orta Doğu’da laik toplumsal yapılar neden şekillenmiyor, Türkiye’nin laiklik anlayışında neden gelgitler yaşıyoruz?

Laiklik sözcüğü “din adamı olmayan” anlamındaki Latince “Laicus”tan gelir, Yunancada bir sıfattır. Osmanlı döneminde onun 2 farklı çevirisi vardır: Ladini, dini olmayandır, laruhani ise ruhani olmayandır. Bu çeviriler Batı’daki toplumsal yapı ile yakından ilişkilidir. Avrupa’daki Hıristiyanlık Roması’nda bir din adamı / ruhani sınıf vardır, bir de din adamı olmayan seküler-normal insanlar vardır. Bu din adamları sınıfı Roma döneminde ruhani otoriteyle yetinmeyip dünyevi otoriteyi de ele geçirmeyi hedefleyerek siyaseti etkilemeye çalışmışlardır. Öyle ki Kilise’nin baskısıyla krallar, talimatlarında onların onayını almak zorunda bırakılmıştır. Bu, Orta Çağ boyunca devam etmiştir. Yanı sıra Kilise mal/mülk/zenginlik edinmiştir, kendine uymayanları dinin dışına atarak aforoz etmiştir: Kralları kutsama merci de onların gücündedir. Böylelikle bütün dünyevi gücü ellerinde bulundurmuşlardır. Orta Çağ’ın sonlarına gelindiğinde Batı düşüncesinde “Reform ve Rönesans” hareketleri, buna karşı köklü bir dönüşümü simgeler. Rönesans hareketi, Eski Yunan düşüncesindeki “çoğulcu” anlayışa geri dönülmesini gösterir: Bu çoğulculuk, Kilise’nin çoğunlukçuluğunun -dogmalarının- karşısına yerleştirilmiştir. Orta Çağ Kilise düşüncesinde -teosentrizm olarak- varlık, bilgi ve değer, dini dogmalar çerçevesinde ele alınmıştır: Varlık, tanrı ve tanrının açımsallığı, nesneler dünyası tanrının işareti, bilgi, kutsal kitapların yorumlanması, değer ise kutsal kitaplardan çıkartılan unsurlardır. Bu düşünce hem ruhani âlemi hem de dünyevi âlemi kapsadığından, güç onlarda kalmıştır. Bu düşünceye, Platon geleneğinden gelen MS 3. yy.lardaki Plotinus ekolünün katkısı büyük olmuştur, Aristo’nun Batı’ya çevirilerle tekrar dönmesi ve sonucunda skolastik felsefenin oluşumunun da etkisi vardır.[242] (Laiklik[243]) (Seküler[244]) (“Aforoz”[245]) (Çoğulculuk ve Çoğunlukçuluk[246]) (“Dogma” vd.[247]) (Teosentrizm[248.1]) (Skolastik vd.[248.2])

___________________
[242] Hasan Aydın, “Laikliğin Felsefi Temelleri”, Viacademia, 4 Şubat 2015, <https://youtu.be/1AHCjdTRdUc> Erişim: 4-13 Temmuz 2015.
[243] Türkçedeki laik sözcüğü, “Fransızca laïque “kilisenin kamu yönetiminden uzaklaştırılmasını savunan” sözcüğünden alıntıdır. Fransızca sözcük Fransızca laïc “rahip olmayan” sözcüğü ile eş kökenlidir. Bu sözcük Geç Latince laicus “rahip olmayan” sözcüğünden evrilmiştir. Geç Latince sözcük Eski Yunanca laïkós λαïκός “halka ait, halktan” sözcüğünden alıntıdır. Yunanca sözcük Eski Yunanca laós λαός “halk, kamu” sözcüğünden +ik° ekiyle türetilmiştir.”“Laikçi, laikleşmek, laiklik, laisist, laisizm benzer sözcüklerdir.” (a). “Laik”: “sf. huk. Din işlerini devlet işlerine karıştırmayan, devlet işlerini dinden ayrı tutan.” (b). “Laiklik”: “is. 1. Laik olma durumu, laisizm. 2. huk. Devlet ile din işlerinin ayrılığı, devletin, din ve vicdan özgürlüğünün gerçekleşmesi bakımından yansız olması, laisizm.” (c). Laiklik: “Dinle devlet işlerinin ayrılığını esas alan siyasî-hukukî ilke.”“Daha çok Batı uygarlığının kendine has fikrî ve siyasî gelişimi çerçevesinde ortaya çıkan laiklik, dünyada son bir buçuk asırlık felsefî tutumların kavranabilmesi açısından önemli bir yere sahiptir.”. 16. yy.dan 20. yy.a kadar laiklik hakkında çokça görüş dile getirilmiştir. (d). Laiklik kavramının siyasal anlamıyla kullanımının yaygınlık kazanmaya başlayacağı tarih ve yer, 1870 yıllarının Fransa’sıdır (a)(d). (a) Sevan Nişanyan, “Laik”, Nişanyan Sözlük, 19 Şubat 2018, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=laik&view=annotated>; (b) TDK, ags., “Laik”, Güncel Türkçe Sözlük; (c) TDK, ags., “Laiklik”, Güncel Türkçe Sözlük; (d) Kenan Gürsoy, “LAİKLİK”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2003, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/27/C27016136.pdf> Cilt: 27, s. 60, 61; Erişimler: 18 Haziran 2019.
[244] Türkçedeki seküler sözcüğü, “İngilizce secular “1. asra ait, 2. dine değil dünyaya ait, dünyevî” sözcüğünden alıntıdır. İngilizce sözcük Latince aynı anlama gelen saecularis sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Latince saeculum “1. insan ömrü (arkaik), 2. nesil, kuşak, çağ, devir, asır” sözcüğünden +ari° ekiyle türetilmiştir. Latince sözcük Hintavrupa Anadilinde yazılı örneği bulunmayan *sai-tlo- “insan ömrü” biçiminden evrilmiştir. Bu biçim Hintavrupa Anadilinde yazılı örneği bulunmayan *sai-2 kökünden türetilmiştir.”. Sevan Nişanyan, “Seküler”, Nişanyan Sözlük, 11 Ağustos 2017, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=seküler&view=annotated> Erişim: 18 Haziran 2019.
[245] “Aforoz”: “Kilisece verilen Hıristiyan toplumundan kovulma cezası.”. TDK, ags., “Aforoz”, BSTS – Tarih Terimleri Sözlüğü, Erişim: 18 Haziran 2019.
[246] Çoğulculuk kısaca herkesin yönetimde söz sahibi olması demektir. “Çoğulculuk”: “is. top. b. Çeşitli eğilimlerin, düşüncelerin, yönetimde etkisini kabul eden siyasi yöntem, plüralizm.” (a), “Bir toplumsal yapıyı oluşturan eş ağırlıklı öğelerden her birinin yerine ve duruma göre öteki öğeleri ve tüm toplumsal yapıyı belirleyebileceği görüşü.” (b), “1-Toplum yaşamında birbirine eşit ve birbirine indirgenemeyen birden çok ilkenin, alanın, gerçeklik biçiminin var olmasını savunan görüş. 2- Toplumbilimde: Tarihin, olayların rastgele akışından başka birşey olmadığını, bu yüzden de toplumsal gelişimin nesnel yasalarının bulunup açıklanamıyacağını savunan tutum.” (c). “Çokçuluk”: “Felsefe, din ve siyasa alanlarındaki değişik eğilimlerin barış içinde bir arada sürmesi gerektiğini savunan görüş.” (d), “is. fel. Gerçekçiliğin açıklanmasında birden çok ilkenin temelde bulunduğunu kabul eden öğreti, tekçilik karşıtı, plüralizm.” (e). “Çoğulcu Toplum”: “Türlü sınıfları, katmanları eşdeğerde sayılan ve her birine toplumun yönetimini etkileme hakkı tanınan toplum.” (f). (Bundan sonraki kısmı eski tarihlere uyarlayarak da düşününüz). Çoğunlukçuluk: “Çoğunlukçu demokrasi anlayışına göre, devlet yönetimi, halkın çoğunluğunun iradesine göre gerçekleştirilmelidir. Toplumu yönetme hakkı, çoğunluğa aittir. Bu anlayışa göre, çoğunluğun yönetme hakkı mutlak olup, sınırlandırılmamalıdır. Bu nedenle, çoğunluğu kararlarını sınırlandıran çift meclis, azınlık hakları, kuvvetler ayrılığı, kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi gibi araçlar da bu anlayışta uygun görülmemektedir.”. Çoğulculuk: “Çoğulcu demokrasi anlayışına göre de, toplumu çoğunluğun yönetme hakkı vardır. Ancak bu hak mutlak olmayıp, azınlık hak ve hürriyetleri ile sınırlıdır. Azınlığın hakları, çoğunluğun iktidarına karşı korunmalıdır. Bu anlayışta toplum için ortak iyiye, yine toplum içinde gerçekleştirilen özgür münazara ve müzakereler ile ulaşılabilir. Bu sebeple, demokraside bu ortamı yaratacak, çoğunluğun iradesini sınırlandıran kurumların varlığı gereklidir. Bu demokrasi anlayışının, uzlaşma kültürüne sahip bir ortama, uzlaşıya açık bir siyasal iklime ihtiyaç duyduğu belirtilmektedir. Dolayısıyla çoğunluk yönetimini sınırlandıran hukuki araçlar çoğulcu demokrasi anlayışı ile uyum göstermektedir.”. (g). (a) TDK, ags., “Çoğulculuk”, Güncel Türkçe Sözlük; (b) TDK, ags., “Çoğulculuk”, BSTS – Yöntembilim Terimleri Sözlüğü; (c) TDK, ags., “Çoğulculuk”, BSTS – Toplumbilim Terimleri Sözlüğü; (d) TDK, ags., “Çokçuluk”, BSTS – Eğitim Terimleri Sözlüğü; (e) TDK, ags., “Çokçuluk”, Güncel Türkçe Sözlük; (f) TDK, ags., “Çoğulcu Toplum”, BSTS – Toplumbilim Terimleri Sözlüğü; (g) Hayri Keser, Selin Hışım, “Demokrasilerde Sivil Toplumun Rolü”, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 2, 2016, <https://dergipark.org.tr/download/article-file/417824> s. 203, 204; Erişimler: 18 Haziran 2019.
[247] “Dogma”: “is. 1. Belli bir konuda ileri sürülen bir görüşün sorgulanamaz, tartışılamaz gerçek olarak kabul edilmesi. 2. fel. Doğruluğu sınanmadan benimsenen, bir öğretinin veya ideolojinin temeli yapılan sav” (a), “1- Bir felsefe okulunda benimsenen, doğru diye ileri sürülen öğreti. 2- Doğruluğu sınanmadan benimsenen ve bir öğretinin ya da ideolojinin temeli yapılan sav.” (b). “Görüş”: “Herhangi bir konu üzerinde kişinin inancı.” (c), “Bireyin belli bir konudaki bakış açısı ve anlayış biçimi.” (d). “Öğreti”: “Belli bir görüşe dayalı çalışma anlayışının bütünü.” (e). Türkçedeki ideoloji sözcüğü, “Fransızca idéologie “1. fikir akımlarının bilimsel tahlili, 2. siyasi inançlar sistemi” sözcüğünden alıntıdır.” (f). “İdeoloji”: “is. Siyasal veya toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükûmetin, bir partinin, bir grubun davranışlarına yön veren politik, hukuki, bilimsel, felsefi, dinî, moral, estetik düşünceler bütünü.” (g). “Sav”: “İleri sürülerek savunulan düşünce, iddia” (h). “İddia”: Sav (i). “İnanç”: “Herhangi bir öneriyi doğru diye benimseme.” (j). “Öneri”: Görüş (k). (a) TDK, ags., “Dogma”, Güncel Türkçe Sözlük; (b) TDK, ags., “Dogma”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (c) TDK, ags., “Görüş”, BSTS – Ruhbilim Terimleri Sözlüğü; (d) TDK, ags., “Görüş”, BSTS – Yöntembilim Terimleri Sözlüğü; (e) TDK, ags., “Öğreti”, Güncel Türkçe Sözlük; Erişimler: 18 Haziran 2019. (f) Sevan Nişanyan, “İdeoloji”, Nişanyan Sözlük, 29 Temmuz 2015, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=ideoloji&view=annotated> Erişim: 1 Ağustos 2019. (g) TDK, ags., “İdeoloji”, Güncel Türkçe Sözlük; (h) TDK, ags., “Sav”, Güncel Türkçe Sözlük; (i) TDK, ags., “İddia”, Güncel Türkçe Sözlük; (j) TDK, ags., “İnanç”, BSTS – Toplumbilim Terimleri Sözlüğü; (k) TDK, ags., “Öneri”, Güncel Türkçe Sözlük; Erişimler: 18 Haziran 2019.
[248.1] Teosentrizm, Tanrı merkezlilik demektir (a). Teosentrizm, İngilizcede aynı anlama gelen “Theocentrism”den gelmekte olup (b), buradaki centr-ism; merkez/center, merkezli/centred ve merkezlilik/merkezcilik/centrism’dir (b)(c). Theocentrism’e “Tanrı merkezli kozmik/evrensel düzen” de denilmektedir (b). Dipnot 115’in altındaki *’lı dipnotta geçen “te(o)+”yu burada tekrar vermem gerekti. Türkçedeki te(o)+, “Fransızca théo+ veya İngilizce theo+ “[bileşik adlarda] tanrı veya din” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Eski Yunanca theós θεός “tanrı” sözcüğünden alıntıdır. Yunanca sözcük Hintavrupa Anadilinde yazılı örneği bulunmayan *dʰh₁s-o- (*dʰes-o-) biçiminden evrilmiştir. Bu biçim Hintavrupa Anadilinde yazılı örneği bulunmayan *dʰéh₁s (*dʰḗs) “tanrı” kökünden türetilmiştir. Bu kök Hintavrupa Anadilinde yazılı örneği bulunmayan *dʰeh₁- “komak, kılmak” kökünden türetilmiştir.”. te(o), sözcüğün/sözün içinde olduğu zaman ‘o’ harfi düşebilir +te(o)+ veya düşmeyebilir; “ateizm, monoteizm, panteon, politeizm, teizm (panteizm), teokrasi, teoloji” gibi. (d). Görüşüme göre ilgili paragrafta geçen Teosentrizm/Theocentrism yerine benim uydurduğum Theosynthesisism, Teosentezizm veya Theosynthesism, kısaca “Teosentezm” (Tanrı/din sentezcilik/sentezciliği) sözü de kullanılabilirdi. “Sentez” (bireşim): “is. 1. Parçaların veya ögelerin bir araya getirilip bir bütün olarak birleştirilmesi. 2. Bu biçimde oluşan bütün. 3. fel. ve kim. Sentez.” (e). (a) Şinasi Gündüz, “MİSYONERLİK”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2005, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/30/C30009766.pdf> Cilt: 30, s. 198; (b) Manussos Marangudakis, “Harmony and Tension in Early Human Ecology: From Prosopocentrism to Early Theocentrism”, Human Ecology Review, Cilt: 11, Sayı: 2, Yaz 2004, <http://www.apjh.humanecologyreview.org/pastissues/her112/marangudakis.pdf> veya <https://www.jstor.org/stable/24707674?seq=1#page_scan_tab_contents> s. 133, (Society for Human Ecology, JSTOR); (c) İngilizce-Türkçe çevirileri Google Translate‘den yaptım, <https://translate.google.com/?hl=tr>; Erişimler: 19 Temmuz 2019. (d) Sevan Nişanyan, “te(o)+”, Nişanyan Sözlük, 22 Ekim 2013, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=teo&view=annotated>; (e) TDK, ags., “Bireşim”, Güncel Türkçe Sözlük; Erişimler: 18 Haziran 2019.
[248.2] “Skolastik felsefe”: “(Lat. scholasticus, schola = okul): İnanç ile bilgiyi, kilise öğretisiyle özellikle Aristoteles’in bilimsel dizgesini uyumlu bir biçimde birleştirmeye çalışan ortaçağ felsefesi. Ereği, usu dinin doğrularına uygulayarak inanç konularını kavranılır kılmaktır; Aristoteles mantığına bağlılığı bu yüzdendir. Skolastik felsefe üç döneme ayrılır: 1- Erken skolastik (yaklaşık olarak 800-1200). 2- Yüksek skolastik (yaklaşık olarak 1200-1300). 3- Geç skolastik (yaklaşık olarak 1300-1500). Başlıca temsilcileri: (ilk dönemde) Johannes Scotus Eriugena, Anselmus, Abaelardus; (yükseliş döneminde) İbni Sina (Avicenna), İbni Rüşd (Aver-roes); (Batı’da) Albertus Magnus, Aquinolu Thomas; (son dönemde) Ockhamlı William.” (a). “Skolastik”: “Aristoteles’in yapıtlarından alınıp Hıristiyan kilisesi anlayışına göre değiştirilmiş olan ve ortaçağ boyunca Batı üniversitelerinde okutulan biçimci ve gelenekçi felsefe.” (b), “is. fel. İnanç ve bilgiyi kiliseyle, özellikle Aristoteles’in bilimsel sistemini uyumlu bir biçimde birleştirmeye çalışan Orta Çağ felsefesi.” (c). “…Skolastik Felsefe’nin, Orta Çağ Batı düşüncesinde, sekizinci yüzyıldan itibaren üniversitelerde veya manastırlarda, akademisyenler veya okullular tarafından okutulan felsefeyi ve benimsenen felsefi yöntemi tanımladığı söylenebilir.” (d). “Batı Ortaçağı Antik Grek döneminden yapı ve nitelik açısından farklılık gösterir ve iki ayrı dönemden oluşur. Yaklaşık olarak 2. yüzyıldan 8. yüzyıla kadar olan döneme Patristik dönem, 8. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar süren döneme de Skolastik dönem adı verilir. Her iki dönemde de Hristiyanlığı savunmak ve etkin kılmak düşüncesi ön planda olmakla birlikte, birinci dönem çok daha fazla spekülatif düşünceye dayanmakla ikinci dönemden belirgin bir biçimde farklılaşır. Bununla birlikte her iki dönem düşüncesinde ortak bazı temel özellikler vardır. Bu temel özellikler Skolastik yönteme dayanmak, Hristiyanlığa ve Kilise’nin otoritesine bağlılık ve dönemlerin kendi içinde gösterdiği birlik ve kapalılıktır.”. Patristik dönem, Kilise babalarının, Hristiyanlığı Platon ve Yeni Platonculuk (Antik felsefe) ile temellendirmeye çalışmasıdır. “Patristik felsefenin gelişim sürecinde iki felsefi yaklaşım dikkat çeker: Gnostik ve Apolojetik. Gnostik yaklaşım: Tanrının bilinebileceği düşüncesini temel alan bu yaklaşım, bu bilmenin akılla değil mistik bir anlayışla olabileceğini savunur. Bu yaklaşımı benimseyenlere göre, Tanrı kendisini kişiye açar ve kişi kendinde Tanrıya ulaşabilir. Bu ulaşma duygusunun ve inancının kişiye ait bir gizem olması nedeniyle, Hristiyanlığın resmi öğretisine gerek kalmadan tek gerçeklik ve hakikat olan Tanrı kavranabilir. Bu tür kavrayış Kilise’yi karşısına aldığı için dışlanmış ve Hristiyanlık tarafından sapkın bir görüş olarak kabul edilmiştir. Apolojetik yaklaşım: Dine ve dinin çeşitli dogmalarına yöneltilen itirazları, rasyonel kanıtlarla savunma tavrı olan …bir düşünce hareketidir. Temel amacı inancın tanrısal kökenini akıl yoluyla haklı kılma…”dır. “Bu düşünürler Hristiyanlığı akılla temellendirmeyi hedeflemiş ve her ne kadar Grek felsefesine karşı olsalar da, bu felsefenin temel kavram ve terimlerini kullanarak akılcı bir Hristiyan felsefesi oluşturmayı amaçlamışlardır. Onlara göre, tek hakikat olan Tanrı insan aklı ile kavranabilir.”. (e). “Hristiyan dogmasına, Antik felsefenin araçlarıyla bir biçim kazandırmak, inancın kavramsal formunu belirtmek uğraşılarını içine alan Hristiyan felsefesinin ilk dönemine Patristik Felsefe adı verilmiştir. Patristik Felsefe, Kilise Babaları’nın (Patres Ecclesiae) felsefesidir.” (d). “Bu türden mistik ve rasyonel yaklaşımlar geliştirmelerine karşın, Grek bilimi ve felsefesi karşısında kendi inançlarını savunmanın güç olduğunu gören Hristiyan din adamları, bu uygarlığın kalıntılarını silme yoluna gitti. Kendi alanlarının dışına çıkan Kilise babaları, hoşgörüden yoksun bir şekilde Hristiyanlık adına bilim ve felsefeye saldırdı ve din, bilim ve felsefe arasında çatışma yarattı. Doğaya yönelik açıklamalarında akıl ve bilimin rehberliğini terk ederek mistik ve metafizik düşünceleri yeğlediler. Öyle ki Mısırlı, Babilli ve Grek astronomların yüzyıllar boyunca oluşturduğu bilimsel bilgi birikimini bir yana iterek, örneğin Yer’in bir tepsi gibi düz olduğuna ve yarımküre veya çadır biçiminde bir evren ile çevrelendiğine inanmaya başladılar.”. Sonuçta dinî/dinsel dogmaların kabul edilmesiyle oluşan gelenekle Batı’da 5.-11. yüzyıllar arasında gerçek bilim/felsefe unutuldu ve bu süreçte Batı, dogmaların karanlık çağını yaşadı. (e). (a) TDK, ags., “Skolastik (felsefe)”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (b) TDK, ags., “Skolastik”, BSTS – Eğitim Terimleri Sözlüğü; (c) TDK, ags., “Skolastik”, Güncel Türkçe Sözlük; (d) Seda Özsoy, “Bilim Tarihinin Temel Problemlerinden Biri Olarak Yöntem ve Newton’un Konuya Yaklaşımı”, Dört Öğe, Yıl: 1, Sayı: 3, Nisan 2013, <https://dergipark.org.tr/download/article-file/567403> s. 92; (e) Hüseyin Gazi Topdemir, “Ortaçağ Uygarlıklarında Bilgi ve Bilim”, Bilim ve Teknik, Yıl: 45, Sayı: 530, Ocak 2012, <https://www.academia.edu/4763405/Ortaçağ_Uygarlıklarında_Bilgi_ve_Bilim> s. 73, 74, (Yükleyen: Ferhat Kurt); Erişimler: 19 Temmuz 2019.

 

Rönesans, Tanrı odaklı dünyaya yani teosentrizme tepki olarak doğmuştur. Orta Çağ’da Tanrı merkezli -her şey Tanrı’dandır gibi- bir düşünce vardı. Skolastiğin son dönemlerinde bunu parçalamaya yönelik tümeller tartışması olmuştur ve nominalizmi savunan gruplar, Kilise’nin varlık-bilgi-değer için söylediklerine, bunlar sadece birer addır, gerçekliği yoktur, diyerek tepki göstermişlerdir: Bunlar da yine Kilise’den çıkan insanlardır. Rönesans’ta insana dönük, kuşkuculuğu ön plana çıkaran, özgürlükçülüğü ve hoşgörülülüğü savunan, ideal bir toplumu hedefleyen, Kilise’ye bağlı kalmadan “doğadan” Tanrı’nın çıkarılabileceğine ve bununla beraber “tabii dini” savunan ve Kilise’ye karşı Martin Luther’in başlattığı İncil’e dönüş hareketini destekleyen yaklaşımlar olmuştur.[249] (“Nominalizm”[250]) (“İdeal” vd.[251]) (“Tabii”[252]) (Martin Luther[253])

___________________
[249] Hasan Aydın, “Laikliğin Felsefi…”, ags.
[250] “Nominalizm” (adcılık): “Kavramların gerçek varlıklar olduğunu kabul eden kavram gerçekçiliğine karşıt olarak, tümel kavramların yalnızca nesnelerin adları olduğunu ileri süren görüş.”. TDK, ags., “Adcılık”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü, Erişim: 18 Haziran 2019.
[251] “İdeal”: “is. 1. fel. Ülkü. 2. sf. Düşüncenin tasarlayabileceği bütün üstün nitelikleri kendinde toplayan. 3. sf. Uygun.” (a). “Ülkü”: “is. 1. Amaç edinilen, ulaşılmak istenen şey, ideal. 2. İnsanı duyular dünyasının üstüne yükselten ve hiçbir zaman tam olarak gerçekleştirilemeyecek olan, yalnızca erişilmesi istenen amaç olarak kalan kılavuz ilke, örnek yargı ölçüsü, mefkûre, ideal, vizyon. 3. fel. Gerçekte olmayıp yalnız düşüncede tasarım biçiminde var olan, yalnızca düşünce ile kavranabilen şey, ideal.” (b), “1- Gerçekte değil de ancak düşüncede var olan şey. 2- Erişilmesi düşünülmeyen ya da her zaman gerçekleşemeyen, ancak uğrunda özveride bulunmaktan çekinilmeyen yüce düşünce, dilek.” (c), “Toplum yaşamının türlü alanlarında insan eylem ve etkinliklerinin ulaşmayı amaçladığı, tasarımsal yetkin erek.” (d), “1- Erek; yargı ölçüsü, kılavuz ilke; örnek, insanı duyular dünyasının üstüne yükselten en yüksek erek. 2- Yetkinliğin tümü; en yüksek, en yetkin gerçeklik. 3- Soyut olarak düşünülmüş şey.” (e). “İlke”: “Temel düşünce, temel inanç” (f). (a) TDK, ags., “İdeal”, Güncel Türkçe Sözlük; (b) TDK, ags., “Ülkü”, Güncel Türkçe Sözlük; (c) TDK, ags., “Ülkü”, BSTS – Eğitim Terimleri Sözlüğü; (d) TDK, ags., “Ülkü”, BSTS – Toplumbilim Terimleri; (e) TDK, ags., “Ülkü”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (f) TDK, ags., “İlke”, Güncel Türkçe Sözlük; Erişimler: 18 Haziran 2019.
[252] “Tabii”: “sf. 1. Doğada olan, doğada bulunan. 2. Olağan, alışılmış, her zamanki gibi olan, beklenildiği gibi. 3. Sağduyuya, mantığa, olağan düzene uygun olan. 4. Yapmacık olmayan, doğal. 5. Katıksız, saf, doğal. 6. zf. (ta’bi:) Elbette, doğallıkla, doğal olarak, işin gereği olarak.”. TDK, ags., “Tabii”, Güncel Türkçe Sözlük, Erişim: 18 Haziran 2019.
[253] Martin Luther: 1483-1546, Kutsal Roma İmp., günümüz Almanya, Alman (a). “Protestan mezhebinin kurucusu ve Alman teologu.” (b). “Protestanlık”: “öz. is. 1. Protestan olma durumu. 2. Anglikan, Lüterci, Kalvenci gibi türlü kolları içine alan, papanın dinî başkanlığını ve Katolik kurallarını tanımayan kilise birliği.” (c), “XVI. yüzyılda Avrupa’da “Reform”la doğmuş olan, Lüteryan, Kalvinist gibi kolları olan Hıristiyanlık mezhebi.” (d), “Papanın dinsel başkanlığını ve katolik kurallarını tanımayan bir Hıristiyan mezhebi.” (e). (a) Wikipedia Contributes, “Martin Luther”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Martin_Luther>; (b) Adnan Aslan, “LUTHER, Martin”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2003, <parantez içine bk.> Cilt: 27, s. 237 (2015’te eriştiğimde madde bilgileri bunlardı, 19 Haziran 2019’da eriştiğimde ise ‘madde güncellenmektedir’ yazıyordu; zaten aldığım ilk açıklama da değişmemişti); Erişimler: 5 Eylül 2015. (c) TDK, ags., “Protestanlık”, Güncel Türkçe Sözlük; (d) TDK, ags., “Protestanlık”, BSTS – Coğrafya Terimleri Sözlüğü; (e) TDK, ags., “Protestanlık”, BSTS – Tarih Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 19 Haziran 2019.

 

Laikleşme hareketleri Rönesans’ın son dönemlerinde bilimde ortaya çıkmıştır: Galileo, Kepler, Kopernik, Bruno, Newton örnek isimlerdendir. Bu süreçte “bilim” “din”den giderek uzaklaşarak doğayı anlamaya çalışmıştır. Bacon’a göre insan zihni putlardan/idollerden arınmalıdır: 2 tür kitap vardır, kutsal kitap ve doğa kitabı: Doğayı okumak, Aristo’dan gelen tümdengelimle mümkün değildir, ancak deneysel temelli tümevarımla mümkündür. Bacon’un başlattığı bu hareket Batı felsefesinde Descartes ile filizlendi ve o, teosentrizme karşı, düşünüyorum, öyleyse varım, diyerek kuşkuculuğu benimsedi ve insandan/özneden yola çıkarak varlık-bilgi-değeri kurmaya çalıştı. Batı’daki bilimin sekülerleşmesine gitmesinde, felsefi açıdan Bacon ve Descartes önemli bir rol almışlardır: Onlar için şu önemliydi: Doğaya yönelmeli ve yönelirken insan, kendi sınırlılıklarının / bilgi yetilerinin / olanaklarının bir eleştirisini yapıp aklıyla/deneyimleriyle doğayı anlamaya çalışmalıdır. Machiavelli, siyasette sekülerleşmenin yani laikleşmenin önemli -ilk- isimlerinden biridir: Ona göre devlet, dini bir araç olarak kullanmamalıydı.[254] (Francis Bacon[255]) (Niccolò Machiavelli[256])

Batıdaki laikleşme yolu, toplumların verdiği bir “sınıf mücadelesi” olarak okunmalıdır. Orta Çağ’da feodal/derebeylerle krallar mücadele içindeydi. Kilise, derebeylerini destekliyordu ve kralla derebeyi arasında canlı bir bağ kurmuştu. Hristiyan dünyasında coğrafi keşiflerle birlikte bir “tüccar” kesimi oluştu, bunlar gittikçe zenginleşti ve bununla beraber toprakta çalışan “köleler” yeni bir toplumsal sınıf olarak -sanayi bazlı- “işçilere” dönüştü, sonucunda küçük tezgâhlar Batı’da “Sanayi Devrimi”ne yol açtı. Batı’da “laiklik” denildiğinde, bu burjuva sınıfını da dikkate almak gerekir: Kilise’nin aforoz ettiği ve/veya kralla tartışan insanlar artık sığınacak bir merciye sahiplerdi. Bu merci; topraktan sanayiye yönelenler, bilim adamları, keşifçiler, mucitler ve benzeriydi. Batı’daki bu dönüşüm, feodalin çözülmesiyle birlikte; bilime, sanata ve siyasete seküler/laik yaklaşılmayla olmuştur. Bu dönüşüm süreci çok çetin geçmiştir; yargılananlar, yakılanlar, aforoz edilenler fazlacadır: Kilise, 19. yy.a kadar İncil dışındaki hemen hemen bütün kitapları yasaklamıştır.[254] (Feodalite[257]) (Sanayi Devrimi[258]) (“Burjuva” vd.[259])

Batı’daki dönüşümün simgesi Descartes’tir, o, Yeni Çağ’ın müjdecisidir. Bu süreçte, Tanrı eksenli bakış, insan/akıl eksenli bakışa evirilmiştir: Tanrı var olduğu için varım değil, düşünüyorum o halde varım benimsenmiştir.[254] (“Yeni Çağ” vd.[260])

Orta Çağ düşüncesine göre, Tanrı ürünü bu nesneler dünyasında hakikate akıl ile ulaşılamaz: Peygamberler hakikati bilirler ve onlar insanlara onu verebilir: İnsanın yapabileceği tek şey verilmiş hakikati yorumlamaktır: Yorumlayanlar ise sen-ben değil, Kilise’dir. Reform ve Rönesans ile bu hegemonyanın karşısına, yeni ve güçlü bir bilimsel-sanatsal-dinsel sınıf oluşmuştur. 16., 17. ve 18. yy.a gelene kadar, rasyonalist ve empirist felsefeciler Kilise’ye gönderme yapmışlardır. Kant da bunları harmanlayarak Batı’da; özne, laik, düşünce, bilim, demokrasi ve insani gibi değerleri ön plana çıkartmıştır.[254] (“Özne” ve Nesne[261])

___________________
[254] Hasan Aydın, “Laikliğin Felsefi…”, ags.
[255] Francis Bacon: 1561-1626, İngiltere, İngiliz, Filozof, devlet adamı, bilim adamı, hukukçu, hatip, denemeci ve yazar. Empirist/Deneyci, Natüralist. Wikipedia Contributes, “Francis Bacon”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Francis_Bacon> Erişim: 5 Eylül 2015.
[256] Niccolò Machiavelli: 1469-1527, Floransa Cum., günümüz İtalya, İtalyan. Modern politikanın kurucusu, filozof, devlet adamı, askeri stratejist, şair, oyun yazarı. Hümanist. Din insan yapımıdır, der. Empirist. Wikipedia Contributes, “Niccolò Machiavelli”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Niccolò_Machiavelli> Erişim: 5 Eylül 2015.
[257] “Feodalite” (derebeylik): “Özellikle batı Avrupa’da toprağı ve üzerinde yaşayan köylüleri tek bir kimsenin malı sayan ortaçağ siyasal düzeni.” (a), “Üzerinde yaşayanlarla birlikte toprakların derebeyine ait olduğu, elde edilen ürünün bir kısmının kendisine verildiği, buna karşılık onun da toprağı üzerinde yaşayan insanların güvenliğini sağladığı ortaçağdaki toprak düzeni.” (b). (a) TDK, ags., “Derebeylik”, BSTS – Tarih Terimleri Sözlüğü; (b) TDK, ags., “Derebeylik”, BSTS – İktisat Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 19 Haziran 2019.
[258] “Sanayi”: “ç. Ham maddeleri işlemek, enerji kaynaklarını yaratmak için kullanılan yöntemlerin ve araçların bütünü, işleyim, endüstri.” (a). “Sanayi Devrimi”: “18. yüzyılın sonları ile 19. yüzyılın başları arasında İngiltere’de başlayan lokomotifin ve buhar gücüyle çalışan makine gibi bir dizi buluşla üretim sürecinde emeğin yerini mekanik enerjinin aldığı köklü değişimler.” (b). (Bundan sonraki kısım önemli olduğundan -veya değinilmesinin gerekli olduğunu düşündüğümden- ve kaynak olarak kullandığım makale güzel bir şekilde anlattığından/özetlediğinden -uzunca olmuş olsa da- makaledeki 2 sayfayı alıntıladım). Sanayi Devrimi: “MÖ. 8000 yılı civarında Tarım Devrimi olduğu kabul edilir. Tarım Devrimini yaşayan toplum göçebe hayattan yerleşik hayata geçmektedir. Tarım Devrimi ile birlikte, toprak sermayenin başlıca unsuru olmuştur. Bundan sonra binlerce yıl üretim ve ulaşım, insan ve hayvanın kas gücüyle ve bu gücün daha verimli kullanılabilmesi için geliştirilen aletlerle yapılmıştır. Toprak ve kas gücü bu devirde başlıca üretim aracı olmuştur. Tarıma dayalı geleneksel toplumda üretim evlerde, el tezgahlarında yürütülürken, sanayi devrimi sonrasında (1765 den sonra) üretim fabrikalarda yapılıyordu. Sanayi devrimi ile ortaya çıkan yeni teknolojiler, yeni bir üretim ortamı ve yaşam biçimi doğurdu. Konut ve iş yeri birbirinden ayrıldı. Fabrikalardaki kitlesel üretim kentleşmeyi ve kent hayatını değiştirdi. Sanayi bölgeleri etrafında kurulan kentler, insan trafiğinin doğmasına yol açtı. Yaşama biçimi toplumun sosyolojik yapısında değişim ve dönüşümlere yol açtı. Aile, geniş aile tipinden çekirdek aileye dönüştü. İnsan hayatının bütün alanlarına fabrikada yürürlükte olan düzenleme tarzı sızdı. Eğitim kurumlarının düzeni de fabrika düzeninden etkilendi. (…) Batıda toprak sahipleri olan Aristokratlar yerine, sermaye sahibi olan burjuvazi toplumun üst ve saygın kesimi olarak ortaya çıktı. Toplumun kurum ve yapıları değişirken, bunlara paralel olarak, değer, norm ve davranış kalıpları değişti. Tarih ani sıçramalarla yürümez. Tohumdan meyveye sıçrama söz konusu değildir. Ama yinede belli başlı olaylar belli bir tarihle belirtilir. Modern Bilim Devrimi için 1687 yılı (Principia’nın yayımlandığı tarih) kabul edilir. Sanayi Devrimi 1765’te başlatılır, (1765-1850) dönemi Sanayi Devrimi Dönemi olarak kabul edilir. Modern bilim devrimi sonrasında, özellikle Sanayi Devrimi süreci içinde (1765-1850), bilim ve teknoloji kavramları birbirine iyice yaklaşmış birbiri içine girmişlerdir. Modern bilim öncesi teknik ve bilimin anlamları ve ilişkileri bugünkünden farklıydı. Teknik daha çok tecrübeye, ustalık temeline dayanıyordu. Bilim, varlığı bir bütün olarak temaşa eden, yaratılışın hikmetini kavramaya çalışan hikmet nazarıyla seyreden, mütefekkir hayatının (bios theoretikos’un) bir ürünüydü. Modern Bilim devriminden sonra (17. yy son çeyreğinden sonra) bilimin anlamında, evren tasarımında dönüşümler oldu. Asıl karakteristiğini Aristoteles’ten alan modern öncesi bilimin hiyerarşik (sıradüzenli), harmonik (ahenkli) ve holistik (bütüncül) kozmos tasarımının yerine, modern bilim devrimi ile, Euclides (Öklit) geometrisinin türdeş ve soyut uzayı geçti. Evrenin matematikselleştirilişi ile, matematiksellik bilimin temel karakteristiği oldu. Modern bilim öncesinde hükümran olan anlayışa göre, kozmos ay altı ve ay üstü şeklinde türdeş olmayan (aynı türden olmayan) hiyerarşik bölümlerden oluşuyordu. Her bir bölgede farklı fiziksel yasalar geçerliydi. Aristoteles’e göre evren (kozmos) matematik ile incelenemezdi. Çünkü kozmosun fiziksel nesneleri ile matematiksel nesnelerin ontolojik statüsü birbirinde faklıydı. Modern bilimin evren tasarımı modern öncesi bilimin evren (kozmos) tasarımından derece olarak değil mahiyet olarak faklıydı. Bu farklılığı belirtmek için, modern bilim devrimi sonrasında ‘kozmos’ yerine ‘evren’ terimi kullanılmaktadır. Evren artık farklı nitelikli bölgelere ayrılmış olan fiziksel bir varlık değil, Euclides geometrisinin türdeş ve soyut uzayı idi. Örneğin, uzayda gezegenlerin hareketi Öklit geometrisi uzayında bir noktanın hareketine dönüşüyordu.”“İskoç (İngiliz) iktisatçı ve düşünür Adam Smith (1723-1790), 1776 da ‘Milletlerin Zenginliği’ adlı kitabını yayımlamasıyla modern iktisadın temellerini attı. Adam Smith, rekabete dayanan piyasa mekanizmasının ‘görünmez bir el’ gibi toplumun işleyişini düzenleyeceğini, bireylerin kendi çıkarları doğrultusunda özgürce davrandıkları sürece ulusal zenginliğin sürekli artacağını, piyasaya yapılacak her türlü müdahalenin ekonominin doğal işleyişini bozacağını ve toplumun yararının en yüksek seviyeye çıkmasını engelleyeceğini savunuyordu. A. Smith’in modern ekonomi teori öncesinde, 17. yüzyılda, Descartes (1596-1650) modern felsefenin, Galileo (1564-1642) ve Newton (1642-1727) Modern Bilimin temel ilkelerini ortaya koymuşlardı. 1765 de J. Watt’ın, Newcomen’ın atmosferik buhar makinasını geliştirerek daha verimli bir makina yapmasıyla, İngiltere’de Sanayi Devriminin felsefi, bilimsel, teknik (henüz teknoloji değil) ve ekonomik alanlarda teorik çerçeveleri kurulmuş ve modern sanayinin bütün şartları hazırlanmıştı. Modern Bilim devrimi 17. yüzyılın son çeyreğinde (1687 Newton’un Principia’yı yayımlaması) oldu. Sanayi Devrimi 18. yüzyılın ikinci yarısında başladı. 1764-1782 yıllarında, James Watt, Newcomen’in atmosferik buhar makinasını ticari olarak kullanılabilecek düzeyde geliştirdi. (1765-1850) dönemi Sanayi Devrimi dönemi olarak bilinir. Sanayi Devrimi, (modern) bilimi temel alan bir teknolojiye dayalı olarak değil, ustalık geleneği temelinde doğdu ve gelişti. Teknolojinin bilime dayalı olarak ortaya çıkan ilk ürünü, 1831 yılında elektrik motorunun yapımıyla gerçekleşti. Elektrik motoru, 1820-1830 yıllarında Danimarkalı bilim adamı H. C. Oersted ve İngiliz fizikçi Faraday’ın yaptıkları bilimsel buluşlarına dayalı olarak, 1831 yılında Amerikalı Fizikçi B. Joseph Henry tarafından yapılmıştır. Bu olay teknoloji ve teknoloji ürününün bilimsel bilgiye dayalı olarak, onun sonucu olarak ortaya çıkmaya başlamasının başlangıcı sayılmaktadır. O halde Sanayi Devrimi dönemi sonuna doğru teknoloji, bilim temeli üzerine dayalı olarak üretilmeye başlanılmıştır. Sanayi Devrimi öncesi üretim, basit aletlerle ve aile üyelerinin katılımıyla evlerde ya da atölyelerde yapılıyordu. Üretimde kullanılan enerji kaynağı insan ya da hayvan gücü yani kas gücü idi. Sanayi Devriminden sonra, üretim makinalarla ve ev dışında fabrikada yapılmaya başlandı. 18. yy.da karmaşık makinalar yapıldı. Daha sonra bu makinalar, buhar makinasının icadı ve geliştirilmesine paralel olarak, buhar gücüyle çalıştırılmaya başlandı. Sanayi Devrimi İngiltere’den başlayarak Dünyanın başka yerlerine yayıldı. İngiltere 19. yüzyılın ortalarına kadar bütün ülkelerden önde oldu. 1765-1850 Sanayi Devrimi döneminde İngiltere, ‘Dünyanın atölyesi’ olarak anılır. İngiltere’yi Belçika ve Fransa izledi. 19. yüzyılın son 30 yılında, Almanya ve ABD kendi sanayi devrimlerini gerçekleştirdiler. 20. yüzyılın başında da SSCB ve Japonya sanayileşti. 20. yüzyılın ortalarında Sanayi Devrimi Çin ve Hindistan gibi ülkelere de yayıldı.”. (c). (a) TDK, ags., “Sanayi”, Güncel Türkçe Sözlük; (b) TDK, ags., “Sanayi Devrimi”, BSTS – İktisat Terimleri Sözlüğü; (c) Durmuş Günay, “Sanayi ve Sanayi Tarihi”, Mimar ve Mühendis Dergisi, Sayı: 31, 2002, <https://www.researchgate.net/profile/Durmus_Gunay/publication/317662230_Sanayi_ve_Sanayi_Tarihi/links/5947b96d0f7e9babcad8e6ee/Sanayi-ve-Sanayi-Tarihi.pdf> s. 8, 9, 12 (ResearchGate); Erişimler: 19 Haziran 2019.
[259] “Burjuva”: “Burjuvaziye mensup kişi.” (a). “Burjuvazi”: “is. Burjuva sınıfı, kent soyluluk.” (b), “Üretim ve değişim araçlarını mülkiyetinde bulunduran, sanayi ve ticaretle uğraşan, kent kültürünü özümsemiş sınıf.” (c). “Kentlerde vücut bulan ve burjuvazi adı verilen bu grup, 18. Yüzyıl Fransa’sındaki tüm felsefi, siyasal, sosyal ve iktisadi gelişmelerin yönünü belirlemiştir. Zaten günümüzdeki birçok Marxist ve sosyalist düşünür bu nedenledir ki Fransız Devrimi’nin burjuvazi tarafından oluşturulan genel bir “özgürlük” ikliminin etkilediği bir süreç sonunda yapılabildiğini ve Fransız Devrimi’nin bu haliyle dünyadaki yegâne “burjuva devrimi” olduğunu belirtmektedirler.” (d). “Bir burjuva devrimi olan Fransız Devrimi’nden sonra sanat, genel olarak burjuva yaşamını konu edinir. Eskiden konular hep incilden seçilir, din dışı konular ender olarak işlenirdi. Fransız Devrimi’nden sonra sanatçılar özgürlükle her konuyu seçer oldular. Artık geleneklere daha az bağımlılık vardı.” (e). (a) TDK, ags., “Burjuva”, BSTS – İktisat Terimleri Sözlüğü; (b) TDK, ags., “Burjuvazi”, Güncel Türkçe Sözlük; (c) TDK, ags., “Burjuvazi”, BSTS – İktisat Terimleri Sözlüğü; (d) Fikret Çelik, “Erken Dönem Fransız Cumhuriyetçiliğinin İlliberal Yönleri: Tarihsel ve Teorik Bir Analiz”, Liberal Düşünce, Yıl: 18, Sayı: 71, Yaz: 2013, <http://www.libertedownload.com/LD/arsiv/71/sayi-71.pdf#page=107> s. 109, 110; (e) Haydar Balseçen, “Rönesanstan Romantizme İktidarın Sanatı”, Avrasya Sosyal ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi (ASEAD), Cilt: 6, Sayı: 3, 2019, <https://dergipark.org.tr/download/article-file/678339> s. 305; Erişimler: 19 Haziran 2019.
[260] “Yeni Çağ”: “öz. is. tar. Orta Çağın bitiminden (1453 veya 1492’den) Fransız İhtilali’ne (1789) kadar süren çağ.” (a). “Yakın Çağ”: “öz. is. tar. Fransız İhtilali (1789)’nden zamanımıza kadar olan süre.” (b). (a) TDK, ags., “Yeni Çağ”, Güncel Türkçe Sözlük; (b) TDK, ags., “Yakın Çağ”, Güncel Türkçe Sözlük; Erişimler: 19 Haziran 2019.
[261] “Özne”: “(Yun. hypokeimenon = alta düşen, altta bulunan): Hypokeimenon-subject terimi Aristoteles’te, sonra da ortaçağda töz anlamına kullanılır; ancak 17. yüzyıldan beri bugünkü anlamını kazanır, ruhbilim ve bilgi kuramı açısından “ben” anlamını alır: kendini ben-olmayanın, nesnenin (object’in) karşısında bulan, karşısına koyan; ya da karşısına konduğu, kendini karşısında bulduğu nesneye bilme ve eyleme ereği ile yönelen birey. Ruhbilim açısından: ruhsal yaşantıların taşıyıcısı, düşünen, tasarımlayan, bilen, duyan, isteyen ben. Bilgi kuramı açısından: Bilen, bilmeye yönelen, ama kendisi bilgi nesnesi olmayan varlık. Mantık-dilbilgisi açısından: Yüklemin taşıyıcısı = özne; kendisi üzerine bir şey söylenen = konu.” (a), “… 2. fel. Bilinci, sezgisi, düş gücü olan, bazı filozoflara göre de dış dünyaya karşıt olan birey.” (b). (a) TDK, ags., “Özne”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü, Erişim: 19 Haziran 2019. (b) TDK, ags., “Özne”, Güncel Türkçe Sözlük, Erişim: 6 Ağustos 2019. (Nesne, öznelcilik, nesnelcilik vs. için dipnot 296.1’e bakınız.)

 

Osmanlı’nın Batı’daki bu değişimle ilk kez tanışması, Osmanlı donanmasının Çeşme’de 1770 yılında Ruslar tarafından tamamen yakılması / yok edilmesi sonucu, Osmanlı’nın ilk kez Batılı tarzda bir askerî mühendishane olan Bahrî-i Hümâyun’u kurması/açması ile olmuştur. Sonrasında Osmanlı’da “Batı tarzında/düşüncesinde” kışla, bando, hastane, okul gibi birçok kurum kurulmuştur. Osmanlı’nın Batı karşısında yenilmesinin temel sebebi, Batı’da olan bu değişimdir. Tanzimat ve ilk Cumhuriyet dönemlerinde, laik ve dini kurumlar ayrı ayrı varlıklarını sürdürmekteydiler. Bu ikilikli yapı, eğitim, askeri gibi bütün kurumlarda varlığını sürdürmüştür. Cumhuriyetle birlikte Tevhid-i Tedrisat -Öğretim Birliği- Kanunu ile eğitimdeki bu ikilik ortadan kaldırılmıştır. Türkiye’deki/Anadolu’daki bu dönüşüm çok çetin geçmiştir, sıkça ayaklanmalar çıkmıştır. Cumhuriyetin ilanı ile birlikte Türkiye’de, ümmetçi bir yapıdan milliyetçi bir yapıya geçildi, şeri/dinî hukuktan laik/seküler hukuka geçildi, reayadan yurttaşlığa geçildi, Diyanet İşleri Başkanlığı kurularak dinî kurumlar devletin denetimi altına girdi, medreseler kapatılıp laik temelli idadi/lise gibi modern okullar açıldı, halifelik kaldırıldı. Bunlar Türkiye’nin “Batı”ya yöneldiğini -tartışmasız- gösterir.[262] (Ümmet[263]) (Cem, Cumhur ve Cumhuriyet hakkında[264]) (Milliyetçilik[265]) (Reaya[266]) (“Yurttaş”[267]) (Din ve Diyanet hakkında[268]) (“İdadi”[269])

___________________
[262] Hasan Aydın, “Laikliğin Felsefi…”, ags.
[263] Ümmet: “Bir peygamberin tebliğ ettiği dine inanan veya o dine muhatap olanların meydana getirdiği topluluk anlamında terim.”. Halil İbrahim Bulut, “ÜMMET”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/42/C42013681.pdf> Erişim: 19 Haziran 2019, Cilt: 42, s. 308.
[264] Cumhura geçmeden önce onun da kökenine bakalım. Türkçedeki cem sözcüğü, “Arapça cmˁ kökünden gelen camˁ جمع “toplama, toplanma, topluluk” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça camaˁa جَمَعَ “topladı, bir araya getirdi” fiilinin faˁl vezninde masdarıdır.”“Arapça #cmm, #cmˁ, #cmhr kökleri “toplama, bir araya getirme” anlamını taşır. Erkek adı olan Cem Farsça olup bununla ilgili değildir.”“Tarihçe (tespit edilen en eski Türkçe kaynak ve diğer örnekler). “aritmetikte toplam” [ Kutadgu Bilig, 1069] yana camˁ u tafrīk misāḥatḳa öt [sonra toplama çıkarma ve ölçüme geç]: “… toplama” [ Aşık Paşa, Garib-name, 1330] aklını cemˁ eyledi dirdi ögin [aklını topladı, aklını topladı]”. Cem ile bağlantılı olan sözcükler/sözler; “cami, camia, cemaat (cümbür cemaat), cemiyet, cima, cuma, cumhur (cumhuriyet, cümbür cemaat), icma, içtima (içtimaiyat), mecmu (mecmua)”. (a). Türkçedeki cumhur sözcüğü, “Arapça cmhr kökünden gelen cumhūr جمهور “birikme, yığın, birikinti, halk kalabalığı” sözcüğünden alıntıdır.”“Tarihçe (tespit edilen en eski Türkçe kaynak ve diğer örnekler). [ anon., Ferec ba’d eş-şidde, 1451 yılından önce] fağfur u ekâbir u cümhūr [padişah ve büyükler ve sıradan halk] duru geldiler, izzet etdiler, oturdılar.” (b). Türkçedeki cumhuriyet sözcüğü, “Arapça cumhūr “çokluk, kalabalık, halk” sözcüğünden +īya(t)2 ekiyle türetilmiştir.”“İsviçre ve Hollanda gibi ülkelerin yönetim biçimine Osmanlı kullanımında önceleri cümhūr adı verilirken, 19. yy’da cümhūriyet sözcüğü tercih edildi. Masdara eklenen +īyet eki müvelleddir.”“Tarihçe (tespit edilen en eski Türkçe kaynak ve diğer örnekler). Yeni Osmanlıca: “Fr république çevirisi” [ Amedî Galib Efendi, Sefaret Mektupları, 1802] França cümhūruna me’muriyetinize mebni … Fransa cümheriyesinin mevālātına dāir…: [ Şinasi, Tasvir-i Efkâr makaleleri, 1862] Amerika Memālik-i Müctemiˁāsı ahalisinden Cenublular, cümhūriyet idāresinde ve Hıristiyan mezhebinde oldukları halde…: [ Ahmed Vefik Paşa, Lehce-ı Osmani, 1876] cümhūr: … Müntehab reis nezaretiyle hükümet. cümhūriyet.”. (c). “Cumhuriyet” kelimesi ise bize Arapça “cumhur” kelimesinden geçmiştir. “Cumhur” toplu halde bulunan halk demektir. “Cumhurî” ise, cumhura, yani “millete, halka mahsus”. “Cumhuriyet” işte bu “cumhurî”den türetilmiş bir isimdir. Dolayısıyla etimolojik olarak cumhuriyet, “halka mahsus şey”, “halka ait olan şey” demektir. O halde, yine etimolojik olarak, devlet şekli anlamında “cumhuriyet”i, “halka ait olan devlet” diye tanımlayabiliriz. Cumhuriyet kelimesinin Fransızca karşılığı olan “république” kelimesi de aynı şeyi ifade eder. Bu kelime “şey”, “mal” anlamına gelen Latince res ve “kamu”, “halk” anlamına gelen publica kelimelerinden türemiştir. Latince res publica “kamu malı, halkın malı” demektir. Devlet şekli anlamında respublica, république’i ise o halde, “halkın malı olan devlet” olarak tanımlayabiliriz. Görüldüğü gibi Türkçe “cumhuriyet” ve Fransızca “république” kelimeleri birbirinin tam anlamıyla dengidirler ve dolayısıyla birbirinin yerlerine kullanılabilirler.” (d). (a) Sevan Nişanyan, “Cem”, Nişanyan Sözlük, 16 Nisan 2015, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=cem&view=annotated>; (b) Sevan Nişanyan, “Cumhur”, Nişanyan Sözlük, 14 Eylül 2017, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=cumhur&view=annotated>; (c) Sevan Nişanyan, “Cumhuriyet”, Nişanyan Sözlük, 7 Kasım 2018, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=cumhuriyet&view=annotated>; (d) Kemal Gözler, “Hukuk Açısından Monarşi ve Cumhuriyet Kavramlarının Tanımı Sorunu”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt: 54, Sayı: 1, 1999, <https://dergipark.org.tr/download/article-file/36292> s. 52; Erişimler: 19 Haziran 2019.
[265] Milliyetçilik: “Belirli bir coğrafyada ortak kültürel ve / veya etnik kökene sahip toplulukların siyasî ve tarihî meşruiyetiyle yüceltilmesini hedefleyen siyasal, sosyal, kültürel, dinî düşünce ve yaklaşımlarla ideolojik anlamda millî devletin güçlenmesini en önemli hedef sayan bir anlayış olarak milliyetçiliğin 1789 Fransız İhtilâli’nin ardından geliştiği kabul edilir. Kısa zamanda meydana getirdiği yeni devlet örgütlenmeleri itibariyle bütün zamanların en etkili siyasî ideolojisi olan milliyetçiliğin modern bir kavram olmasına karşılık kişinin üyesi bulunduğu sosyal gruplara ve kültürel unsurlara sevgi ve bağlılık göstermesi insanlık tarihiyle başlayan tabii bir süreçtir.” (a). “Milliyet”: “is. 1. Millete özgü olma veya millî olma durumu, ulusallık. 2. Bağlı bulunan millet, tabiiyet.” (b). “Milliyetçilik”: “is. Maddi ve manevi açılardan millet ve ülkesinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutma anlayışı, ulusçuluk, ulusalcılık, nasyonalizm.” (c). (a) Azmi Özcan, “MİLLİYETÇİLİK”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2005, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/30/C30009700.pdf> Cilt: 30, s. 84; (b) TDK, ags., “Milliyet”, Güncel Türkçe Sözlük; (c) TDK, ags., “Milliyetçilik”, Güncel Türkçe Sözlük; Erişimler: 19 Haziran 2019.
[266] Reaya: “Sözlükte “sığır, koyun sürüsü” anlamına gelen raiyye / raiyyet kelimesinin çoğuludur. İslâm dünyasında yönetici konumundaki askerî tabaka ile ulemânın dışındaki vergi mükellefi halkı ifade eden bir terim olmuş, XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’ne haraç ödeyen gayri müslim tebaa için de kullanılmıştır. “Raâ” fiilinin Kur’ân-ı Kerîm’deki türevlerinin iki anlamı vardır: “Sürüleri otlatmak, hayvanları yaymak” (Tâhâ 20/54; el-Kasas 28/23); “birinin çıkarlarını gözetmek, bakmak, mukayyet olmak, gütmek” (el-Mü’minûn 23/8; el-Meâric 70/32). Yakındoğu dinleri ve kültürlerinin hem teokratik hem dünyevî anlamda sürüsüne nezaret eden bir çoban şeklinde geliştirdiği hükümdar sembolü için İslâm toplumlarında benzer mecaz ve kavramlar kullanılmıştır. Zamanla reâyâ, toplumun yönetici ve üst sınıflarını oluşturan kalem ve kılıç ehlinin dışında vergiye tâbi esnaf ve çiftçileri ifade eden bir kavram haline gelmiştir. Bu kavramın kökleri muhtemelen toplumun askerî soylular, kâtipler, Zerdüştî din adamları, nihayet vergi mükellefleri olan köylüler, zanaatkâr ve tüccarlardan oluşan sınıflara bölündüğü Sâsânî İranı’na uzanır. Kavram buradan İslâm devletlerine ve Selçuklular vasıtasıyla Osmanlılar’a geçmiştir.”. Mehmet Öz, “REÂY”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2007, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/34/C34011303.pdf> Erişim: 19 Haziran 2019, Cilt: 34, s. 490.
[267] “Yurttaş”: “is. Yurtları veya yurt duyguları bir olanlardan her biri, vatandaş.” (a). “Yurttaşlık”: “is. Yurttaş olma, bir yurtta doğup büyüme veya yaşamış olma durumu, vatandaşlık.” (b). (a) TDK, ags., “Yurttaş”, Güncel Türkçe Sözlük; (b) TDK, ags., “Yurttaşlık”, Güncel Türkçe Sözlük; Erişimler: 19 Haziran 2019.
[268] Diyanete geçmeden önce onun kökeni olan din sözcüğüne bakalım. Türkçedeki din sözcüğü, “Arapça dyn kökünden gelen dīn دين “inanç ve ibadet kuralları sistemi” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Orta Farsça aynı anlama gelen dēn sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Avesta (Zend) dilinde daenā- “a.a., özellikle Ahuramazd veya Zerdüşt dini” sözcüğünden alıntıdır.”“İrani sözcüğün Elamca vasıtasıyla eski Babil Akadcasından alıntı olma ihtimali üzerinde durulmuştur. Karş. Akatça dīnu “yasa, yargı” > dīn (aynı anlamda). Karş. düyun.”. (a). Diyanet sözcüğü din sözcüğü ile bağlantılıdır (ama buna geçmeden önce düyun ve medine sözcüklerine de bakalım). Türkçedeki düyun sözcüğü, “Arapça dyn kökünden gelen duyūn ديون “borçlar” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça dayn دين “borç” sözcüğünün fuˁūl vezninde çoğuludur. Bu sözcük Arapça dāna دَانَ “I. borç aldı, borç verdi, II. yargıladı, hükmü altında aldı” fiilinin tekilidir.”“Karş. Aramice/Süryanice #dyn “yargılama, hüküm verme, yasama”, mədīnā “yargı çevresi, kent, il”. Ayrıca Akatça dīnu “yargı, yasa”.”. (b). Türkçedeki Medine sözcüğü, “Arapça mdn kökünden gelen madīna(t) مدينة “kent, özellikle Yesrib/Medine kenti” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Aramice/Süryanice dyn kökünden gelen mdīnā veya mdīnthā מדינא/מדינתא “I. yargı çevresi, hüküm alanı, il, II. il merkezi olan kent” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük İbranice dyn kökünden gelen aynı anlama gelen mdīnah sözcüğünden alıntıdır. İbranice sözcük İbranice dīn דִּין “yargı” fiilinden türetilmiştir.”. (c). Türkçedeki diyanet sözcüğü, “Arapça dyn kökünden gelen diyāna(t) دِيَانة “dindarlık” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça dīn دين sözcüğünün fiˁāla(t) vezninde masdarıdır.” (d). (a) Sevan Nişanyan, “Din”, Nişanyan Sözlük, 12 Mart 2015, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=din&view=annotated>; (b) Sevan Nişanyan, “Düyun”, Nişanyan Sözlük, 4 Eylül 2014, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=düyun&view=annotated>; (c) Sevan Nişanyan, “Medine”, Nişanyan Sözlük, 13 Mart 2019, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=medine&view=annotated>; (d) Sevan Nişanyan, “Diyanet”, Nişanyan Sözlük, 13 Ağustos 2017, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=diyanet&view=annotated>; Erişimler: 19 Haziran 2019.
[269] “İdadi”: “is. esk. Lise derecesindeki okul.”. TDK, ags., “İdadi”, Güncel Türkçe Sözlük, Erişim: 19 Haziran 2019.

 

Atatürk’ün söylemlerine baktığımızda din ve devletin birbirinden ayrılmasını esas alan bir laikliğin olduğunu görürüz: Yine, din ve vicdan özgürlüğü laiklikle ilişkilendirilmiştir: Yine, laiklik tanımlanırken, din, öte âlemle iç içedir yani din, uhrevidir, dünyevi değildir görüşü vardır.[270] (Not[271]) (Not[272]) (“Vicdan” vd.[273])

Diyanet’in kurulması, devletin bütün dinlere eşit uzaklıkta olunduğunu göstermemektedir. Kurulmasının sebepleri arasında; Osmanlı’dan aldığı rol, şeriat ayaklanmaları, İslam’ın dünyayı düzenlemeye çalışan bir din özelliği taşıması gibi unsurların etkisi var gibi gözükmektedir. O, siyasal ve hukuksal alan için oluşturulmuştur.

Laiklik; bilim, sanat, hukuk, eğitim gibi dünyevi kavramlara el atan dinin, bunlardan uzaklaştırılmasıdır: Onun görevi uhrevidir. Siyasette laiklik, saltanatın/yönetimin kaynağı Tanrı iken ya da bir aileye Tanrı’nın bahşettiği bir durum iken, bunun topluma aktarılmasıdır: Teokrasiden demokrasiye dönüşümdür.

Avrupa’da laiklik ilk kez “felsefik” açıdan ortaya çıkmıştır: Yani teokratik/dinsel yönetimin karşısına laik siyaseti oturtmak için çıkmamıştır: Teosentrizm odaklı bakış açısına, insan odaklı bir bakış açısının yerleştirilmesidir: “Asıl laiklik budur”. Cumhuriyet böyle bir laiklik anlayışını başaramamıştır. Türkiye’de laikliğin bu gerçek tanımından -bilinmediğinden- pek fazla söz edilmez. Bu felsefi laiklik, varlık-bilgi-değer için kutsal kitabı ve Tanrı’yı referans alarak bakmanın yerine, bunlara insanın akıl ve deneylerle bakmasıdır: Öyle ki onlar insan aklıyla kavranabilir. Biz laikliği bu gerçek anlamında değil, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması tarzında yorumlayarak onu daha çok hukuk ve siyaset alanında benimsedik. Laiklik, insanın olduğu bir ortamda tanrısal bir şey yoktur, der ve ekler: Bizim önümüze sunulan dinler, kutsallaştırılmış birer gelenektir, dinler insan ürünüdür: Dinler, insanla, insanı kendisine yabancılaştırmıştır, bu yüzden insan özüne dönmelidir. Yani kısaca gerçek laiklik “dinler yalandır” der.

Cumhuriyet tarihimizin son 30 yılı içerisinde laiklik, bütünüyle din ve vicdan özgürlüğü olarak algılandı ki bu Anayasamızda inanç özgürlüğü olarak yazmaktadır: Devleti şeri temellere dayandırmadığı sürece herkes inancında ve düşüncesinde özgürdür, hatta bunun şiddet olmaksızın propagandası bile yapılabilir. Öyle ki bu, laikliğin Anayasamızdaki ne tanımıdır ne de açıklamasıdır. Türkiye’de laikliğin inanç özgürlüğüne dönüştürülmesi abestir: Bu, inanç eleştirisinin önüne dolaylı olarak bir engel koymuştur: Yine bu, son dönem Türkiye’sinde dini eleştirenlerin takip ve yargılanmasına sebep olmuştur. Bu açıdan “Türkiye Laikliği” inançları koruyan bir kalkana dönüşmüştür. Tüm inançlar, kültürler ve düşünceler birbirleriyle karşılaştırılmaksızın eşittir, diyen postmodernizm hareketinin, Türkiye laikliğinin oluşmasında katkısı fazlaca olmuştur. Bu bağlamlarda, Kur’an’da yazan, hırsızın elini kesin, ayetini uygulamak isteyen bir davacı, hâkime, hırsızın elini kesin, derse, bu nasıl uygulanacak ya da yine Kur’an’daki recim cezası, kısasa kısas cezası veya faiz haramdır ayetlerini savunan bir kişi nasıl algılanacak! Farklı inanç ve/veya öğretilerde, kültürlerde, düşüncelerde olan insanlar nasıl okunacak! Türkiye’de siyasi ve hukuksal alanda laiklik oldukça sorunludur. Laik bakış açısına göre; devlet herhangi bir dini desteklememelidir, Diyanet kurumu olmamalıdır, zorunlu din dersi olmamalıdır, devlet bütün dinlere eşit uzaklıkta olmalıdır.

Batı’da bilim, sanat, felsefe ve teoloji alanında bizden çok farklı bir laiklik anlayışı vardır. Batı bunlara insani açıdan bakmaktadır. Batı’da, bilim ve din/felsefe çatışması sonucu ve mezhep savaşları sonrası kazanan laiklik olmuştur. İslam dünyasında da bunlar olmuştur fakat laiklik kazanamamıştır.

Laik bakış açısına göre, peygamberler, Tanrı var mı yok mu sorusunu arayan insanlardır, ilahi değillerdir, zaten bu dünyada ilahilik yoktur: Bu bağlamda, onların bu soruya “akıllarıyla” verdikleri cevap “var” “inancı” olduğu için dinler, kendi ve kendi gibi düşünenler tarafından tarihsel süreçte oluşturulmuştur. Yine bu bağlamda laik bir insan dine inanmaz fakat herhangi bir dini inancı da olabilir: Burada “inanç”tan kasıt, o şeyin var veya yok olma olasılığına rağmen, o şeye var diye inanmaktır.[270] (Not[274])

Laikliği siyaset ve hukuk alanında tanımlamak, onu eksik tanımlamaktır: Oysaki o, özü olan felsefi ve dinî alanda ve akıl/insan odağında tanımlanıp geliştirilmelidir.[270]

___________________
[270] Hasan Aydın, “Laikliğin Felsefi…”, ags.
[271] Atatürk: “Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum. Hükümetini ayakta tutmak için dini kullanmaya gerek duyanlar zayıf yöneticilerdir. Âdetâ halkı bir kapana kıstırırlar. Benim halkım demokrasi ilkelerini, gerçeğin emirlerini ve bilimin öğretilerini öğrenecektir. Batıl inançlardan vazgeçilmelidir. İsteyen istediği gibi ibadet edebilir. Herkes kendi vicdanının sesini dinler. Ama bu davranış ne sağduyulu mantıkla çelişmeli ne de başkalarının özgürlüğüne karşı çıkmasına yol açmalıdır.” (Bu söz, 1926 yılında Atatürk’ün -İngiliz yazar olup Atatürk’le röportaj yapan- Grace Ellison’a söylediği sözdür. G. Ellison da bu sözü 1928 yılında yayınlanmış olan “Turkey Today” adlı kitabının 24. sayfasında yazmıştır. G. Ellison 1926-1927 yılları arasında Atatürk ile röportajlar/konuşmalar yapmıştır. Yine Andrew Mango’nun “Atatürk Modern Türkiye’nin Kurucusu” adlı kitabının 532. sayfasında yazmaktadır veya Andrew Mango’ya ait “Atatürk” adı verilerek Füsun Doruker tarafından 1999 yılında çevrilmiş ve basılmış kitabın 447. sayfasında yazmaktadır. A. Mango bunu G. Ellison’un belirtilen kitabından alıntı yaparak kendi kitabına katmıştır.). -Art arda verilen 4 kaynak bu söz hakkında hemen hemen aynı şeyleri söylediğinden bir arada gösterildi-. Bedi Gümüşlü, “Aydınlanma ve Türkiye Cumhuriyeti”, Türkiyat Araştırmaları, Yıl: 5, Sayı: 8, Bahar 2008, <http://www.turkiyat.hacettepe.edu.tr/dergi/8Sayi.pdf#page=121> s. 142, 143 (Hacettepe Ü.); Aydın Türk, “Ateizmi Anlamak”, Propaganda Yayınları, 1. Baskı, Haziran 2012, <https://books.google.com.tr/books?id=jtO9vgckjvMC&printsec=frontcover&hl=tr#v=onepage&q=andrew%20mango&f=false> (sayfa belirtilmemiş, verdiğim link doğrudan o sayfaya gidiyor); Vikisöz sitesinde katkıda bulunanlar: “Mustafa Kemal Atatürk/Din”, Vikisöz, <https://tr.wikiquote.org/wiki/Mustafa_Kemal_Atatürk/Din>; Cazim Gürbüz, “İslam’dan Deizme”, Berfin Yayınları, 1. Baskı, Haziran 2017, <https://books.google.com.tr/books?id=UkBDswEACAAJ&printsec=frontcover&hl=tr#v=onepage&q=grace%20ellison&f=false> s. 13, 14, 26; Erişimler: 20 Haziran 2019.
[272] Atatürk’ün laiklik hakkındaki bazı sözleri: “Lâiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyeti de demektir. (1930)”“Lâiklik, asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkânını temin etmiştir. (1930)”“Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz. (1926)”. KTB Editörleri, “Atatürk İlkeleri: Atatürk’ün Kendi İfadesiyle İlkelerinin Tanımı”, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, <http://www.kultur.gov.tr/TR-96303/ataturk-ilkeleri.html> Erişim: 20 Haziran 2019.
[273] “Vicdan”: “is. Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç.” (a), “Kişinin tasarladığı ya da yapmakta olduğu davranışlarının uygun olup olmadığını kestirmesini sağlayan törel değerlerinin dizgeleştirilmiş durumu.” (b). Dizge ve töreyi açıkladıktan sonra felsefede vicdan demek olan törel bilinç’e geçeceğiz. “Dizge”: “is. 1. Bir bütün oluşturacak biçimde birbirine bağlı ögelerin bütünü, … sistem. 2. fel. Bir ilkeye veya dünya görüşüne göre düzenlenmiş düşünceler, bilgiler, öğretiler bütünü” (c), “Bir bütün oluşturacak biçimde, karşılıklı olarak birbirine bağlı öğelerin tümü.” (d), “Belirli bir görevi yerine getirmek için bir bütünün parçaları arasında kurulan işlevsel ilişkilerin tümü.” (e), “(Yun. systema < synestanai = birlikte yerleştirmek, örgütlü bir bütün içinde toplamak, bir araya koymak, birleştirmek): Birlikli bir ilkeye göre düzenlenmiş bütün. Bu anlamda: 1- Kendi içine kapalı, düzenli bir bütün. (Ör. evren, yıldızlar dizgesi.) 2- Bir ilkeye ya da dünya görüşüne göre düzenlenmiş düşünceler, bilgiler, öğretiler bütünü. 3- Birbirine bağlı bilimsel ya da felsefî düşünceler birliği; bir düşün (ide) yöresinde toplanmış çeşitli bilgiler. Dizge kuramdan daha geniştir; bir filozofun felsefe dizgesi onun kuramlarının bütününden oluşur.” (f). “Töre”: “is. 1. Bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kuralların, görenek ve geleneklerin, ortaklaşa alışkanlıkların, tutulan yolların bütünü, âdet. 2. Bir toplumdaki ahlaki davranış biçimleri, adap.” (g). “Törel Bilinç” (vicdan): “Ahlaksal bilinç, iyi ve kötü üzerine bilinç, iyi ile kötü, doğru ile yanlışın ne olduğu üzerindeki duygu, içten bir bilme. 1- İnsanın ahlâk değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama, yapma gücü (yetisi). 2- İnsanın kendi davranışlarının ahlâkça değerli olup olmadığı üzerine öznel bilinç. Bu bilinç yapmayı ya da yapmamayı öğütleyerek, uyararak, suçlayarak, yargılayarak, onaylayarak, ve kınayarak kendine özgü bir biçimde yaşam ve eylemlerimize eşlik ediyor gibidir. 3- İçimizdeki bir ses ya da Tanrı’nın sesi olarak da yorumlanır, ama burada (özellikle son durumda) yanılan törel bilincin de olduğunu ve törel bilincin bir savaş alanına dönebileceğini de unutmamak gerek. Törel bilincin kökeni konusunda birbirine karşıt iki görüş vardır: 1- Törel bilinç bir gelişme ürünüdür; hayvanda da bulunan başlangıç durumundan gelişmiş biçimine eğitim ve alışkanlık yoluyla ulaşılır. 2- a. Törel bilinç gerçekte insana özgü bir şeydir; temelini insanın özünde bulur. Ama törel bilinci insanda temellendiren anlayış da eğitimi gerekli görür ve gelişme olanağını dışarda bırakmaz, b. Toplumda kazanılır; insanın toplumsal benliği ile ilgilidir, c. Tanrı insanı törel bilinçle donatmıştır.” (h). TDK FTS’deki uzunca yazılmış ‘özgürlük’ maddesindeki şu kısmı eklemek istedim -son iki cümleye dikkat-: “(…) J. J. Rousseau toplumsal özgürlüğü, insanın kendi yasalarını kendisinin koymasında görür. Kant da Rousseau’nun bu ilkesinden kalkarak özgürlüğü usun özerk oluşuna bağlamıştır. Marksçı görüşte özgürlük toplumsal zorunlukla özdeşleştirilmiştir. “Doğaya boyun eğerek (doğa yasalarına uyarak) ona egemen olunabilir.” (Bacon) düşüncesinden kalkan Marksçıların görüşüne göre; doğada zorunluk geçerlikte olduğu gibi, toplum yasalarını yürüten de zorunluluktur. Gerçekte özgürlük diye bir şey yoktur. Ancak bu zorunluluğu gören özgür olabilir. (…)” (i). (a) TDK, ags., “Vicdan”, Güncel Türkçe Sözlük; (b) TDK, ags., “Vicdan”, BSTS – Ruhbilim Terimleri Sözlüğü; (c) TDK, ags., “Dizge”, Güncel Türkçe Sözlük; (d) TDK, ags., “Dizge”, BSTS – Metalbilim İşlem Terimleri Sözlüğü; (e) TDK, ags., “Dizge”, BSTS – Ruhbilim Terimleri Sözlüğü; (f) TDK, ags., “Dizge”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (g) TDK, ags., “Töre”, Güncel Türkçe Sözlük; (h) TDK, ags., “Törel Bilinç”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (i) TDK, ags., “Özgürlük”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 20 Haziran 2019.
[274] İlgili paragrafta yazanı iyi anlamanızı öneririm.