Konu 373: İSLAM DÜNYASINDA FELSEFENİN KRİZİ ve AYDINLANMA SORUNU

 

İslam dünyasına felsefe 8. ve 9. yy.lardan itibaren girdi, bir süre varlığını korudu ve sonra yok oldu. Türkiye’de Tanzimat sonrası süreçte felsefe yeniden filizlenmeye başladı. Bir kültürde felsefe varsa o toplumda varlık, bilgi ve değere ilişkin çok sesli bir yaklaşım -çoğulculuk, aydınlanma, diyalektik- oluşur: O yok ise -abes- dogmatik unsurlar varlığını korur.

Uygarlık meşalesi Sümerlerde başlar, Mısır’a gelir, oradan Yunan’a, tekrar Mısır’a-İskenderiye’ye, sonra Bağdat’a geçer, devamında İspanya -Endülüs- kanalıyla 12. yy.da batıya tekrardan geçer. Bu meşale 7. yy.da Mekke’ye uğrayarak İslam dini -kültürü- oluşur. İslam’da “belirleyici” 2 önemli olay vardır: İslam’ın kuzeye -İran, Irak, Suriye vb.ye- doğru yayılması ve bu bölgelerdeki Helenistik -Antik Yunan- kültürünün İslam’ı etkilemesi -onunla iç içe kavrulması-. Bu dönemlerde İslam’ın fethettiği bu yerlerde İskenderiye, Harran ve Antakya gibi bölgelerde Antik Yunan / Helenistik / Yeni Eflatunculuğa bağlı okullar ayaktaydı. Bu fetih hareketleri ile Hz. Muhammed’in kurduğu -yerel- Medine İslam Devleti, ondan sonra büyük bir imparatorluğa adım attı. Böylelikle İslam dünyasında dini ve felsefi külliyat gelişti: Kur’an’ın kitaplaştırılması, felsefenin İslam’a girmesi, hadislerin toplanması, tartışmalarla İslam teolojisinin -İslam kelamının- oluşturulması, Hint ve gnostik düşünceler sayesinde tasavvufun oluşması gibi örnekler verilebilir.

Felsefenin İslam’a aktarılması önemlidir: O, ilk defa İslam dünyasına 740’larda Hâlid bin Yezîd tarafından tıp-astroloji-simya ile ilgili konular/kitaplar olarak çevirtilmiştir. Abbasi döneminde Ebû Ca‘fer el-Mansûr, Hârûnürreşîd ve İbn Meymûn’un çeviri faaliyetleri ise esastır. 830’larda Meymûn tarafından Bağdat’ta bir çeviri okulu/kütüphanesi olan Beytülhikme kurulmuştur: Burada Hint, İran ve Yunan düşünce külliyat yazımı Arapçaya -devlet desteğiyle- çevrilmiştir: Bunlar felsefe-bilim konulu -tabiat ilimleri, matematik, ilahiyat -ya da metafizik bilimi-, ahlak, ev yönetimi ve toplum yönetimi -ya da siyaset- ile ilgili- çevirilerdir. İslam dünyası felsefeyi “bir bilimler sistemi” olarak ele almıştır: Yani felsefe onlara göre bir bilimdir. Bunların dışında birer aracı olarak görülen, -Aristo’daki- mantık ve dil bilimi konuları da vardır.[224] (Ebû Ca‘fer el-Mansûr[225])

Kindî, İslam’daki ilk Arap filozofudur. Türk kökenli Fârâbî, Yeni Eflatunculuk felsefesini sistemleştirmiştir. Meşşai ekol, Şii-Bâtıni ekol ve İbn Sînâ, İbn Rüşd gibiler de bu konuda önemlidir. Felsefe, İslam dünyasına büyük ölçüde 9. yy.da girmiştir ve o, 10., 11. ve 12. yy.larda sıçrama yapmıştır.

İslam dünyasında felsefeden önceki kelamcılar, felsefenin İslam’a girmesiyle birlikte; Yahudi, Hristiyan ve diğer filozoflarla ve de İslam’ın içindeki diğer kişilerle/düşüncelerle tartışmaya başlamıştır. Bu fıkıh ve kelamcılar, felsefeye tepki göstermişlerdir. İslam kültüründeki kelam; dogmatik bir disiplindir, o, İslam’ın din felsefesini -teolojisini- yapar, lakin onun ilk oluşmasıyla birlikte ona bile İslam, kuşku yarattığı için fetvalar vermiştir. Gazzâlî’nin “kelam” için vardığı nihai sonuç; o, savunma odaklıdır, hakikatin peşinde değildir, şüphe içerisindeki insanları ikna edebilir, olmuştur. İmam Şâfiî, kelamla uğraşmak küfürdür; Ahmed bin Hanbel, onla uğraşmak zındıklıktır, demiştir.[224] (“Fetva”[226]) (Ebû Abdillâh eş-Şâfiî vd.[227])

Felsefenin İslam’a girdiği ilk dönemlerde onun için, eskilerin/yabancıların bilimleri, denmiş ve o geçersiz sayılmıştır: Nitekim İslam’a “mantık”ın girmesiyle fıkıh ve kelam ekolü, Arap dil bilimi var, o bize yeter, mantığa gerek yok, mantık Yunan aklını/düşüncesini temsil ediyor, diyerek mantığa karşı çıkılmıştır.[224]

___________________
[224] Hasan Aydın, “İslam Dünyasında Felsefenin Krizi ve Aydınlanma Sorunu”, Viacademia, 19 Aralık 2014, <https://youtu.be/RHNYbDb4itE> Erişim: 23 Haziran – 3 Temmuz 2015.
[225] Ebû Ca‘fer el-Mansûr: 714’te Suriye’de d., 775’te Mekke’de ö. (a). 2. Abbasi halifesi 754-775 (b)(c). Abbasiler: “750-1258 yılları arasında hüküm süren hânedan.” (c). (a) Wikipedia Contributes, “Al-Mansur”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Al-Mansur>; (b) Nahide Bozkurt, “MANSÛR”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2003, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/28/C28009045.pdf> Cilt: 28, s. 5; (c) Hakkı Dursun Yıldız, “ABBÂSÎLER”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1988, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/1/abbasiler (1) – TDV Islam Ansiklopedisi.pdf> Cilt: 1, s. 31, 37; Erişimler: 2 Eylül 2015.
[226] Fetva: “Fıkhî bir meselenin dinî-hukukî hükmünü açıklayan cevap.” (a). “Fetva”: “İslâm hukuku ile ilgili bir sorunun dinsel hukuk kurallarına göre çözümünü açıklayan ve yetkili orunca çıkarılan belge.” (b). “Orun”: “is. 1. Özel yer. 2. Makam, mansıp, mesnet, mevki.” (c). (a) Fahrettin Atar, “FETVA”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1995, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/12/C12004617.pdf> Cilt: 12, s. 486; (b) TDK, ags., “Fetva”, BSTS – Tarih Terimleri Sözlüğü; (c) TDK, ags., “Orun”, Güncel Türkçe Sözlük; Erişimler: 14 Haziran 2019.
[227] Şâfiî / Ebû Abdillâh eş-Şâfiî: 767’de Filistin’de doğdu, 820’de Mısır’da öldü, Arap (a). “Şâfiî mezhebinin imamı, büyük müctehid.” (b). Şafii mezhebi: “Dört büyük Sünnî fıkıh mezhebinden biri.” (c). Diğerleri Hanefi, Maliki ve Hanbeli’dir. Hanbeli Selefiyye (Hicaz: Mekke, Medine), Maliki ve Şafii Eş’ariyye (Mağrip: Mısır, Suriye, Irak), Hanefiler ise daha çok Matüridiyye (Orta Asya, Anadolu, Balkanlar) mezhebiyle iç içedir. Müslümanlar’ın ~%90’ı Sünni’dir. (d). Mezhep kavramı bağlamında şunlara da değinmek gerekir. İctihad: “Nassın lafız ve mânasından hareketle, nassın bulunmadığında da çeşitli istinbat metotları kullanılarak şer‘î hüküm hakkında zannî bilgiye ulaşma çabasının genel adı.”“Bu çabayı gösteren kimseye müctehid, hakkında ictihad edilen konuya da müctehedün fîh denilir.” (e). Nas: “Genelde, hüküm kaynağı olması yönüyle Kitap ve Sünnet’in ifadeleri anlamında, fıkıh usulünde lafzın açıklık düzeyini belirtmek üzere kullanılan bir terim.” (f). Lafız, -kısaca- söz demek (g). Sünnet: “Hz. Peygamber’in söz, fiil ve onaylarının ortak adı, şer‘î delillerin ikincisi.” (h). İmam: “Önder, lider; cemaate namaz kıldıran kişi; devlet başkanı.” gibi anlamlara gelir. (i). (Nas 105. dipnotta, Sünnet ise 102. dipnotta uzunca anlatıldı bk., burada gidişat gereği yeniden ama kısaca -kısa olarak- ele alındı.) (a) Wikipedia Contributes, “Al-Shafi‘i”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Al-Shafi‘i>; (b) Bilal Aybakan, “ŞÂFİΔ, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2010, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/38/C38012512.pdf> Cilt: 38, s. 223; (c) Bilal Aybakan, “ŞÂFİÎ MEZHEBİ”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2010, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/38/C38012513.pdf> Cilt: 38, s. 233; (d) İlyas Üzüm, “MEZHEP”, DİA, agm. -33. dipnotta bk.-, Cilt: 29, s. 531; Ferhat Koca, “MEZHEP” (Fıkıh), TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2004, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/29/C29023447.pdf> Cilt: 29, s. 539; Erişimler: 2 Eylül 2015. (e) H. Yunus Apaydın, “İCTİHAD”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2000, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/21/C21007158.pdf> Cilt: 21, s. 432; (f) H. Yunus Apaydın, “NAS”, DİA, agm. -105. dipnotta bk.-, Cilt: 32, s. 391; (g) bk. 105. dipnot; (h) Murteza Bedir, “SÜNNET”, DİA, agm. -102. dipnotta bk.-, Cilt: 38, s. 150; (i) Mustafa Sabri Küçükaşcı, “İMAM”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2000, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/22/C22023730.pdf> Cilt: 22, s. 178; Erişimler: 15 Haziran 2019.

 

Kindî kitabında, felsefeyle uğraşmak caiz mi, diye sorar, tartışır ve bir grup onun inancı sarstığını dile getirir. O, felsefe yapılmalıdır, doğrudur, evrensel hakikat kimden gelirse biz buna kabulüz, felsefe dine yabancı değildir, ikisi de tanrısal ve ahlaki konuları içerir, yine felsefe ilk hakikati, varlığın yapısını ve nedenlerini irdeleyerek bizi tanrısal hakikatlere dinlerden önce / dinler gibi götürür, der ve ekler, felsefeyi reddederken bile yine bir felsefe yapıldığını söyler. Felsefenin İslam dünyasına girişinden yaklaşık 300 yıl sonra İbn Rüşd ise dinin sembolik olarak ortaya koyduğunu felsefe açık/yalın bir şekilde gösterir, yabancıların bulduğu kılıcın İslam tarafından da kullanılabilir olması örneğini göstererek felsefenin dinle çatışmayacağını savunur. Kindî’den Rüşd’e kadar İslam’da, felsefe caiz mi sorunsalı yaşanmıştır, bu, İslam’da felsefenin krizi ve aydınlanma sorunu olarak karşımıza çıkar. Bu kriz, İbn Sînâ’dan etkilenen, fıkıh ve kelamın içine Aristo mantığını sokan Gazzâlî’de sıçrama yapar çünkü o, filozofları tersine eleştirir. O, onların konuladığı “mantık”a ses çıkarmazken, metafizik olan ilahiyat konusunda onların dinsizlik yaptığını söyleyerek karşı çıkar, bunlar şunlardır: Aristocu evren anlayışında madde ezelidir -bu Fârâbî ve Sînâ’da kabul edilir ama Gazzâlî reddeder-, bizim nesne dünyamızda bilgi izafidir/değişkendir, nesne değişirse bilgi de değişir fakat Tanrı’nın bilgisi değişmez çünkü Tanrı nesnelerin hepsini bilir -Gazzâlî bunu şöyle redler, Tanrı nesneselden öte ruhanidir, der ve ekler, tekil ölümsüzlük yoktur tümel ölümsüzlük vardır, Fârâbî de aynısını savunur-. Gazzâlî filozofları ikiye ayırır. Birincisi tabiiyyun, dinleri reddedip Tanrı’yı kabul eden ve her şeyi tabiata bağlayan kesim -örnek kişi Ebû Bekr Muhammed b. Zekeriyyâ er-Râzî der ki, dinler bağnazdır ve onlar savaş getirir-. İkincisi dehriyyun, Tanrı’ya zaman deyip, zaman ezeli ve ebedidir, zaman dışında bir yaratıcı güç yoktur, diyen kesim. Gazzâlî İslam’daki felsefe karşıtlığını sistemleştirmiştir, ondan önce fıkıh ve kelam ekolleri bu işi yapmaktaydı: Örneğin İbn Salah, felsefe ve mantık dinsizliktir, onla uğraşanlar ya tövbe etmeli ya da kılıçtan geçirilmelidir, diye fetva vererek İbn Sînâ’ya ve Fârâbî’ye karşı durmuştur.[228] (“İzafi”[229]) (Tabiiyyun ve Dehriyyun[230]) (Ebû Bekr Muhammed b. Zekeriyyâ er-Râzî[231]) (İbn Salah / İbnü’s-Salâh eş-Şehrezûrî[232])

İslam kültüründe bir davranışın meşru olup olmadığı, onun fıkha uygunluğuyla değerlendirilir. Bu yüzden İslam, “fıkıhçıdır”. Kindî ve Rüşd gibi isimler felsefeyle İslam’ın örtüştüğünü söylese de İslam fıkıh ve kelamcıları felsefenin önünde bir engel olmuştur.[228]

___________________
[228] Hasan Aydın, “İslam Dünyasında…”, ags.
[229] “İzafi” (göreceli): “sf. fel. Varlığı başka bir şeyin varlığına bağlı bulunan, mutlak olmayan, göreli, bağıntılı, izafi, nispi, rölatif.”. TDK, ags., “Göreceli”, Güncel Türkçe Sözlük, Erişim: 15 Haziran 2019.
[230] Tabîiyyûn (tabiatçılar, natüralistler), “İyonyalı filozoflar gibi tabiat bilimlerine dayalı bir metafizik kurma çabası içinde olan İslâm filozoflarının temsil ettiği akım.” (a). Dehriyye (dehriyyûn, materyalistler) (a)(b), “Âlemin ezelî olduğunu ve bir yaratıcısının bulunmadığını savunan materyalist felsefe akımı.” (b). (a) Burhan Köroğlu, “TABİATÇILAR”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2010, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/39/C39012870.pdf> Cilt: 39, s. 327; (b) Hayrani Altıntaş, “DEHRİYYE”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1994, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/9/C09003332.pdf> Cilt: 9, s. 107; Erişimler: 15 Haziran 2019.
[231] Râzî, Ebû Bekir (Ebû Bekr Muhammed b. Zekeriyyâ er-Râzî) (a): 854-925, İran, İrani/Pers (b). “Ünlü hekim ve filozof.” (a). (a) Mahmut Kaya, “RÂZÎ, Ebû Bekir”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2008, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/34/C34011299.pdf> Cilt: 34, s. 479; (b) Wikipedia Contributes, “Muhammad ibn Zakariya al-Razi”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Muhammad_ibn_Zakariya_al-Razi>; Erişimler: 3 Eylül 2015.
[232] İbnü’s-Salâh eş-Şehrezûrî / İbn el-Salah: 1181’de Irak’ta doğdu, 1245’de Suriye’de öldü, Kürt. Şafii hadis uzmanı/âlimi, fakih/fıkıhçı. Wikipedia Contributes, “Ibn al-Salah”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Ibn_al-Salah> Erişim: 3 Eylül 2015; M. Yaşar Kandemir, “İBNÜ’s-SALÂH eş-ŞEHREZÛRΔ, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2000, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/21/C21007021.pdf> Erişim: 23 Ağustos 2019, Cilt: 21, s. 198, 199.

 

Felsefe, İslam dünyasında yararcılık/pragmatist nedenlerle varlık kazanmıştır. Şehir devletinden imparatorluğa giden bu yolda İslam’ın buna ihtiyacı vardı: Örneğin baraj yapımı, tıp alanı, hukuk, astronomi gibi alanlarda -kendiliğinden- gereklilik oluştu. Felsefeyi İslam halifeleri -saray bünyesinde, devlet desteği ile- korumuşlardır: O, sokağa inmeyerek sarayda varlık buldu. Kelamın halkça yapılması, felsefenin sarayca yapılması, kelamın felsefeye/saraya neden karşı durduğunun sebeplerinden biridir. En son, kelamcı Gazzâlî’nin saraya danışman olarak girmesiyle saray, felsefeden temizlenmeye çalışılmıştır. Kindî, Z. Razi, Sînâ, Rüşd gibi isimler halifenin yanında, sarayda çalışmaktaydılar. Bu durum, hangi halife gelirse, onun düşüncesi neyse İslam o yola sapıyor tarzında bir krize yol açmıştır ve öyle de olmuştur. İslam’da o dönemlerde felsefe, günümüz anlamıyla değil, bir bilimler sistemi olarak görülürdü: Mühendis, doktor, matematik, kimya/simya konularıyla teolojik/dinsel/ilahiyat konularını da içerirdi.[233] (“Pragmatizm”[234])

İslam’ın felsefe macerasında bazı önemli isimlerin başına ilginç olaylar gelmiştir. İbn Sînâ saraydan atla kaçmıştır, derviş kılığına girmiştir, bir müddet tutuklu kalmıştır. Kindî’nin kütüphanesi yakılmıştır. Kur’an’daki tarihsel olayların yaşanmamış olduğunu söyleyen Rüşd, sürgüne yollanmıştır. Deist Z. Razi’nin yazdığı kitapla hükümdar onun kafasına vura vura gözünü kör etmiştir -tabip arkadaşı tedavi etmek isteyince Razi, bu kötü dünyayı yeterince gördüm, artık görmek istemiyorum, diyerek tedaviyi reddetmiştir-.

İslam kültüründe felsefe tam olarak benimsenmemiştir: Lakin filozofların uğraştığı tıp, kimya gibi bilimlerden yararlanılmak için felsefeye odaklanılmıştır: Tabip, mühendis, matematikçi oldukları için onlar önemli bulunmuştur.

İslam dünyasının içine giren Yeni Eflatuncu felsefedir. Bu felsefe bireyin kurtuluşunu temel alır, maddeyi kötü sayar; maddeden nefsini ayıran insan iç dünyasına yönelir ve Tanrı’ya doğru hakikat yolculuğuna çıkar düşüncesini savunur, bu mistisizmdir. Plotinus kurucusu sayılır ve o der ki: Nesneler dünyası -Tanrı’dan taşmayla- sudur süreciyle oluşur, Tanrı’dan “Bir” taşar, Bir’den Nous/Akıl taşar, sonra ruh ve sonra da madde taşar: Bir yetkinliktir, madde aşağılıktır. Nesneler dünyası madenler, bitkiler ve hayvanlar/insanlar olarak ayrılır, tek kurtuluş insandadır, akılla Tanrı arasında bağ vardır, akılla bu kurtuluş sağlanır. Kişi bedensel isteklerle bu aşağılık dünyaya bağlıdır: Kişi, isteklerini/maddiyatlığı dindirirse akılsal varlığa dönüşür ve tanrısal âleme yolculuk eder.· Yeni Eflatuncu felsefe; Sokrat, Platon ve Aristo öğretilerinin yeniden yorumlanmasıdır.

İslam’a giren felsefenin mistisizm olmasının yanında “erekselci” yanının da olmasıdır. Bunda Aristo erekselciliğinin rolü vardır: “dört neden öğretisi”. Maddi neden, bir nesnenin yapıldığı şeydir/maddedir. Formel/biçimsel/sûrî neden, şey nesne olursa onun tabiatıdır, ateşin yakıcı olması gibi, insanın ise nefsidir, formel/şekli neden, bir şeyin hem biçimini hem de gayesini ortaya koyar. Erek neden, fail nedenin içerisindedir. Fail/yapıcı neden, herhangi bir şeyin belirli amaca göre tasarlanmasıdır, o amaç da o şeyin suretini meydana getirir. Aristo’ya göre bütün nedenler maddi ve fail nedene indirgenebilir çünkü fail neden, bir şeyin suretini belirler, suret de onun amacını belirler. Örneğin bir usta bir sandalye yapmak için madde kullanır, maddeye biçim verir, verilen biçim sandalyenin üzerine oturulma amacını belirler. İslam dünyasında bu fail ve erek neden büyük rol oynamıştır.

İslam’daki felsefe krizinin önemli bir unsuru da “aşılamazlık” duygusudur. İslam dünyasında İbn Sînâ’dan sonrakiler çoğunlukla tekrar yapmışlardır. Hatırlatmak gerekir ki Sînâ’nın ölmeden önceki son zamanlarında yazdıkları İslam’dan uzak, tam bir mistisizme yöneliktir. Teolojide Gazzâlî aşılmaz ise, felsefede Sînâ aşılmaz olmuştur.

Fârâbî, Eflâtun’u/Platon’u tanrısal olarak görüp ona el-ilahi demiştir. Aristoteles gibi İbn Rüşd de Platon için, bu adam öyle bir adam ki o ilahidir, tanrısaldır, bu adamın ortaya koyduğu bilgileri ne birisi eleştirebildi ne değiştirebildi ne de geliştirebildi, demiştir.

İskenderiye Yahudiliği’nde, ilk dönem kilise babalarında ve İslam filozoflarının bir kısmında; felsefeyi peygamberlere bağlayan ve dinî bir öğreti olarak göstermeye çalışan bir yaklaşım vardır. Âmirî şunları der: Andolsun ki biz Lokman’a hikmet verdik ayetindeki hikmet, felsefedir ve Lokman Hekim ilk filozoftur, o Hz. Dâvûd zamanında Şam’da yaşadı, Yunanlı filozof Empedokles onun yanına gelip hikmeti ondan öğrendi; Hz. Süleyman’ın öğrencileri Şam’dan Mısır’a gidince, Pisagor onlarla görüşmüştür, Pisagor hem Mısır’dan hem de onlardan geometri/bilim öğrenmiş/geliştirmiş ve bunu Yunan’a götürmüştür; Sokrates felsefeyi Pisagor’dan almıştır, Platon da Sokrat’tan, Platon’un 20 yıllık öğrencisi Aristo da Platon’dan felsefeyi/bilimi almıştır; Bu 5 kişi bilgedir, bunlardan sonra hiç kimse bilgelikle anılmamıştır, demektedir Âmirî. Bu görüştekiler, Yunanların felsefeyi Yahudilerden aldığını iddia etmektedirler ve peygamberler birer filozoflardır düşüncesini savunurlar. Âmirî’nin hocası Kindî buna ters çıkarak, onlar kendi akıllarıyla felsefeyi buldu, der. Fakat İslam dünyasında Âmirî gibi birçok ismin de var olduğunu söylemekte yarar var. Lakin onlar felsefede dine uyan konulara doğru, uymayanlara da yanlış diyerek ve de felsefeyi dine çevirerek/uydurarak yorumlamışlardır.[233] (Âmirî, Ebü’l-Hasan[235]) (Lokman -hekim- vd.[236]) (Hz. Dâvûd[237]) (Hz. Süleyman[238])

___________________
[233] Hasan Aydın, “İslam Dünyasında…”, ags.
[234] “Pragmatizm” (yararcılık): “(Lat. utilis = fayda, yarar): 1- Yararın yaşam ilkesi yapılması. 2- Ahlâksal eylem ve davranışlarda yararın ilke yapılması: Yararlı olan iyidir: a. tek kişinin, ya da b. toplumun yararı göz önünde bulundurulur. 3- Özellikle Bentham ve J.S. Mill’in ahlâk ve siyasal öğretisi, temel ilkesi: ‘Olabildiğince çok sayıda insanın olabildiğince çok mutluluğu.’”. TDK, ags., “Yararcılık”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü, Erişim: 15 Haziran 2019.
[235] Âmirî, Ebü’l-Hasan: ~920-992, İran, Arap. Ataları İran civarına göç eden / yerleşen Araplardır. Kendisi İran’da doğup İran kültürünü almıştır. “Fârâbî ile İbn Sînâ arasında yetişmiş, Horasan ve Mâverâünnehir bölgesinde büyük ün yapmış olan İslâm filozofu.”. Mahmut Kaya, “ÂMİRÎ, Ebü’l-Hasan”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1991, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/3/C03001083.pdf> Erişim: 3 Eylül 2015, Cilt: 3, s. 68, 69.
[236] Lokman -hekim-: Kurgusal bir kahraman ve tarih boyunca tıpla uğraşmış kişilere verilen bir unvan. “Kur’an’da kendisine hikmet verildiği bildirilen, peygamberliği tartışmalı bir din büyüğü.” (a). Lokman’ın hayatı tartışmalıdır, kurgusal bir kahraman ya da eski dönemde yaşamış ilim sahibi meşhur biri ya da eski dönemlerde yaşayan ilim sahiplerine genel bir ad -lakap/unvan- olarak Lokman deniyor olabilir, hikayesi abartılarak gelmiş olabilir. Rivayetlerde, Lokman’ın Allah’tan uzun ömür istemesi ve ölümsüzlüğü araması ve de uzun yaşaması (a)(b), -görüşüme göre- onun belki de “gılgamış” olabileceğini bile gösterebilir. (…ve sonunda) “Gılgamış anlamıştır ki gerçek ölümsüzlük bilgeliktir, göksellik yani maddi olmayan ölümsüzlüktür.” (c). Türkçedeki hikmet sözcüğü, “Arapça ḥkm kökünden gelen ḥikma(t) حكمة “ilim, bilgelik” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Aramice/Süryanice aynı anlama gelen ḥākməthā חׇכְמְתָא sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük İbranice aynı anlama gelen ḥakmāh חכמה sözcüğü ile eş kökenlidir.” (d). Türkçedeki hekim sözcüğü, “Arapça ḥkm kökünden gelen ḥakīm حكيم “bilge, bilim adamı, filozof, tabip” sözcüğünden alıntıdır.”“Hakîm “bilge, filozof” sözcüğünün alternatif yazımıdır. Harf devrimine değin ayrım belirgin değildir.” (e). Türkçedeki hakim sözcüğü, “Arapça ḥkm kökünden gelen ḥakīm حكيم “bilge, alim, filozof, tabip” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Aramice/Süryanice ḥākām חָכָם “bilge, alim” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Aramice/Süryanice ḥakam, ḥakīm חַכַם, חַכִים “bilmek, tanımak, alim olmak” kökünden türetilmiştir.”“Arapça ḥakama fiili “yargılamak” ve “pekiştirmek” anlamlarını taşır. “Kitabi ilimlere hakim olma” anlamı aynı fiilin Aramicede özelleşmiş anlamından Arapçaya alıntıdır.” (f). Türkçedeki hüküm sözcüğü, “Arapça ḥkm kökünden gelen ḥukm حُكْم “I. yargılama, II. yargı, karar, buyruk” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça ḥakama حَكَمَ “yargıladı, hükmetti” fiilinin fuˁl vezninde masdarıdır.”“Arapça #ḥkm kökünün ifade ettiği anlam gruplarından “1. yargılama” Arapçada özgündür. “2. Güçlendirme, tahkim etme” aynı anlamın özel bir uzantısı olarak kabul edilebilir. “3. Bilme, bilge olma” türevleri Aramiceden alıntıdır.” (g). Türkçedeki ilim sözcüğü, “Arapça ˁlm kökünden gelen ˁilm عِلْم “bilgi, özellikle teorik bilgi, bilim” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça ˁalama عَلَمَ “bildi, anladı, iz ve işaretleri yorumlayarak bilgiye ulaştı” fiilinin fiˁl vezninde türevidir.” (h). (a) Ömer Faruk Harman, “LOKMAN”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2003, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/27/C27023983.pdf> Cilt: 27, s. 205, 206; (b) Wikipedia Contributes, “Luqman”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Luqman>; Erişimler: 4 Eylül 2015. (c) Bu sitedeki yazılarıma bk. 163 ve 180. konu. (d) Sevan Nişanyan, “Hikmet”, Nişanyan Sözlük, 10 Aralık 2015, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=hikmet&view=annotated>; (e) Sevan Nişanyan, “Hekim”, Nişanyan Sözlük, 2 Nisan 2015, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=hekim&view=annotated>; (f) Sevan Nişanyan, “Hakim2“, Nişanyan Sözlük, 2 Nisan 2015, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=hakim2&view=annotated>; (g) Sevan Nişanyan, “Hüküm”, Nişanyan Sözlük, 5 Ağustos 2015, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=hüküm&view=annotated>; (h) Sevan Nişanyan, “İlim”, Nişanyan Sözlük, 22 Mayıs 2015, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=ilim&view=annotated>; Erişimler: 17 Haziran 2019.
[237] Hz. Dâvûd -ya da David-: MÖ ~1040-970, İsrail (a). “İsrâiloğulları’na gönderilen ve kendisine Zebur verilen peygamber.” (b). (a) Wikipedia-brukere, “Kong David”, Wikipedia, <https://no.wikipedia.org/wiki/Kong_David>; (b) Ömer Faruk Harman, “DÂVÛD”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1994, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/9/C09003270.pdf> Cilt: 9, s. 21; Erişimler: 4 Eylül 2015.
[238] Hz. Süleyman -ya da Şlomo-: MÖ 990-931, İsrail (a)(b). “Hz. Dâvûd’un oğlu, İsrâiloğulları’na gönderilen hükümdar-peygamber.”“Yahudilik’te ve Hıristiyanlık’ta sadece kral, İslâm’da ise hükümdar-peygamber kabul edilir.”. Davud ve Süleyman sırasıyla İsrail Krallığı’nda krallık yapmışlardır. İbranice’de Süleyman, Şlomo’dur. Şlomo, “şalom” kelimesinden gelir. Şalom, barış; Şlomo ise barışsever anlamındadır. (b). “Dindar yahudiler “Şalom Alehem” ve karşılığında da “Alehem Şalom” diyerek selâmlaşırlar.” (c). Bu, Arapça’ya ve Türkçe’ye; Selam, Selamün Aleyküm ve Aleyküm Selam olarak geçmiştir+. Şalom Alehem; “Barış diliyorum” ve “Barış üzerinize olsun” anlamındadır. Tersi de, ben de aynısını diliyorum anlamındadır. Yani iki insan selamlaşınca, biz dostuz bizim aramızda savaş değil barış var, denilmesidir. (c)(d).(İslam kelimesi de…) (a) Wikipedia Contributes, “Solomon”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Solomon>; (b) Ömer Faruk Harman, “SÜLEYMAN”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2010, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/38/C38016345.pdf> Cilt: 38, s. 56; (c) Kadir Albayrak, “SELÂM” (Diğer Dinlerde), TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2009, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/36/C36024128.pdf> Cilt: 36, s. 343, 344; (d) Mehmet Efendioğlu, “SELÂM”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2009, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/36/C36024127.pdf> Cilt: 36, s. 342; Erişimler: 4 Eylül 2015. (+: DİA açıkça belirtmiyor ama az önceki -yani 238. dipnottaki- kaynaklara bakıldığında bu çıkıyor: Ayrıca s. 342’de “Müslümanlar arasında bilinen şekilde selâmlaşmanın hicretten sonraki yıllarda başladığı anlaşılmaktadır.” ve 344’te “Bazan da bir kültüre veya inanca ait selâm şekillerinin diğer kültürlere geçtiği görülmektedir.” deniyor.)

 

İslam felsefesinde maddeyi küçümseme anlayışı vardır. Bu, Aristo düşünselinin sallaşmış halidir. Aristo’da madde-suret düalizmi vardır: Yeni Eflatunculuğun katkısıyla bu: Madde aşağılık/süfli âleme özgüdür, suret ise tanrısal/melekût âleme özgüdür. Önemli olan maddeden soyutlanan suretlerdir, suret gerçek bilgidir. Nicelik değil nitelik, maddi değil ruhanilik değerlidir.[239] (Suret[240])

Batı, Rönesans ve Reform hareketlerini Platon ve Aristo’dan kurtularak yapmıştır. Descartes, düşünüyorum, o halde varım, derken hem Platoncu-Aristocu yapıdan hem de Hristiyan teoloji geleneğinden kurtulmaya çalışmıştır. O dönemin bu gibi düşünürleri Aristo mantığına “yeni mantık”la karşı koymuştur. Rönesans-Reform’dan önceki İslam dünyasına dönersek burada felsefe; Fârâbî’yle mistikleşti, Sînâ ile zirveye ulaştı ve Gazzâlî ile de felsefe İslamlaştırıldı.[239] (“Rönesans” ve “Reform”[241])

“İslam dünyasında felsefe krizi”ne yol açan 2 faktör vardır: Birincisi, felsefeyi dinsizlik olarak gören dış faktör, fıkıh ve kelam geleneği; ikincisi ise, felsefenin içinden gelen gnostik faktörlerde felsefe ayıklanıp İslam’a mal edilerek kelamcı ve tasavvuf geleneğinin oluşturulması söz konusudur.

İslam’a felsefenin girmesi onun 300 yıllığına aydınlanması, “İslam Rönesansı” yaşaması anlamına gelir. Şu anda Suudi Arabistan’da kelam yasaktır, felsefe yasaktır ve bunların kitapları okutulmaz.[239]

___________________
[239] Hasan Aydın, “İslam Dünyasında…”, ags.
[240] Sûret: “Sözlükte “şekil, biçim, benzer ve örnek” anlamına gelen sûret kelimesi felsefe terimi olarak bir şeyin mahiyeti, onu o şey yapan özdür. İbn Sînâ bu konuda beş ayrı tarif vermekteyse de en yaygını “bulunduğu şeyi güç halinden fiil alanına çıkaran cevher” şeklinde olanıdır. Varlığın ilkesini madde (heyûlâ) ve sûret (form) diye kabul eden Aristo’ya göre varlık maddede gerçekleşen sûretten ibarettir. Varlığın meydana gelmesi için potansiyel bir güç ve bir imkân sayılan ilk madde ancak bir şekle büründükten sonra varlık kazanır. Kâinatta şekilsiz madde ve maddesiz şeklin bilfiil bulunması imkânsız olduğundan bunlar varlığın özünü oluşturan iki cevherdir. Bu teoride madde güç, sûret ise fiil durumundadır; fiil güçten önce geldiği için sûret maddeden öncedir. Aynı zamanda sûret, varlık sahnesinde yer alan canlıların ilk yetkinliği (kemal) sayıldığından varlığın ilk ve tam sebebi sûrettir. Çünkü her nesnenin tarifi şekline bakılarak yapılır. Madde ise ikinci derecede bir sebeptir. Fakat bu iki ilke arasında herhangi bir zıtlık söz konusu değildir. Bu sebeple bir konumda madde olan bir başka konumda sûret olabilmektedir; meselâ kereste ağaca göre sûret, mobilyaya göre maddedir.” (a). Meşşai’deki bağlamına faal akıl, ay altı alem vs. ile değinmiştik. “Tasavvufta sûret terimi genellikle iki anlamda kullanılmıştır. Birincisinde “şekil, görüntü, zâhir, mazhar” gibi kelimelerle eş anlamlı olarak “bir şeyin duyularla algılanan dış görüntüsü ve varlığı” demektir. Bu anlamıyla sûret mâna karşısındaki lafız, gerçeklik karşısındaki görüntü, ruh karşısındaki beden, öz karşısındaki şekil, bâtın karşısındaki zâhir durumundadır. Sûfîler idrak ettikleri bu sûreti tabir ya da te’vil ederek lafızdan mânaya intikal etmeyi, zâhirden bâtına geçmeyi, görüntüden gerçekliğe, mecazdan hakikate ulaşmayı bir yorum yöntemi diye benimsemişlerdir.”“İkinci olarak sûret “bir şeyin hakikati, mahiyeti, ruhu, sebebi” anlamında kullanılmıştır. Muhakkik sûfîler bu anlamdaki sûretle bir şeyin ilâhî bilgideki hakikatini kastederler.” (b). (a) Mahmut Kaya, “SÛRET”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2009, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/37/C37024148.pdf> Cilt: 37, s. 539, 540; (b) Ekrem Demirli, “SÛRET” (Tasavvuf), TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2009, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/37/C37024149.pdf> Cilt: 37, s. 540; Erişimler: 18 Haziran 2019.
[241] “Rönesans”: “öz. is. XV. yüzyıldan başlayarak İtalya’da ve daha sonra diğer Avrupa ülkelerinde hümanizmin etkisiyle ortaya çıkan, klasik İlk Çağ kültür ve sanatına dayanarak gelişen bilim ve sanat akımı.” (a). “Hümanizm” (insancılık): “(Lat. humonus = insanca, insana özgü, insana ilişkin): İnsanlığa, insana yaraşır bir yaşam ve düşünmeye ulaşmak için çabalamak. Bu bağlamda: 1- (Genellikle) Kavramın en geniş anlamında, insanın değer ve saygınlığına, insan olmaya, insanlığa olan us inancı. 2- Batı kültürünün ve eğitiminin Eski Yunan kültürüne dayanmasından yola çıkarak bu kültür kalıtının bilimsel olarak yeniden canlandırılması düşünüşü. Roma’da Yunan kültürü bir eğitim kaynağı olmuştur (Cicero). Ortaçağ’da da Yunan ve Romalı yazarların çalışmalarını yenileme çabaları sona ermedi, bu çabalar Doğuşçağında (Renaissance) büyük ölçüde geliştirildi. Böylece bilim ve eğitim skolastikten ve kilisenin yetkesinden kurtularak yeni bir kültür ülküsü gerçekleşmeye başladı. (Bu ülkü Erasmus’la doruğuna erişti); XVIII. yüzyıl sonu ve XIX. yüzyıl başında insancılık yeni bir biçim kazandı, özellikle Herder, Winckelmann. W. von Humboldt ve Goethe’nin temsil ettikleri bu evreye “yeni insancılık” adı verilir. Birinci Dünya Savaşından sonra Werner Jeager’in yönetiminde, Antikçağa olan ilişkileri yeniden belirleme çabalarına da “üçüncü insancılık” denir. 3- (Yukarıdaki görüşlerle hiç bir bağlantısı olmadan) Yararcılığın belirli -özellikle ingiliz filozofu F. S. Schiller’in canlandırdığı- biçimi için kullanılan özel felsefe terimi: Protagoras’ın “İnsan her şeyin ölçüsüdür.” formülünü çıkış noktası olarak alan; insanda, insanın gereksinme ve ereklerinde, bilginin ve doğruluğun ölçeğini bulan anlayış.” (b). “Yetke”: “is. 1. Otorite. 2. Yeterliğine herkesi inandırarak bir kimsenin kendisine sağladığı itaat ve güven, otorite, sulta, velayet.” (c). “Hümanizm” (insancılık): “1- XIV., XV. ve XVI. yüzyıllarda ortaçağın skolastik düşünce düzenine bir tepki olarak doğan, Yunan-Roma uygarlıklarının diline, yazınsal ve tarihsel yapıtların incelenmesine ağırlık veren eğitim felsefesi. 2- İnsan varlığını her şeyin ölçüsü olarak kabul eden, bütün varlıkların ve gerçeklerin insana göre açıklanması gereğini ileri süren felsefe görüşü. 3- İnsanlık sevgisini en yüce amaç ve olgunluk sayan öğreti.” (d). “Skolastik”: “is. fel. 1. İnanç ve bilgiyi kiliseyle, özellikle Aristoteles’in bilimsel sistemini uyumlu bir biçimde birleştirmeye çalışan Orta Çağ felsefesi. 2. sf. Bu felsefe ile ilgili olan. 3. sf. mec. Orta Çağ yöntemlerine uygun, eski.” (e), “1- Aristoteles’in yapıtlarından alınıp Hıristiyan kilisesi anlayışına göre değiştirilmiş olan ve ortaçağ boyunca Batı üniversitelerinde okutulan biçimci ve gelenekçi felsefe. 2- Bu felsefeye ilişkin.” (f). “Reform”: “16. yüzyılın ilk yarısında Avrupa’da derebeylik düzenine ve kiliseye karşı oluşan yaygın toplumsal devinim.” (g). (a) TDK, ags., “Rönesans”, Güncel Türkçe Sözlük; (b) TDK, ags., “İnsancılık”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (c) TDK, ags., “Yetke”, Güncel Türkçe Sözlük; (d) TDK, ags., “İnsancılık”, BSTS – Eğitim Terimleri Sözlüğü; (e) TDK, ags., “Skolastik”, Güncel Türkçe Sözlük; (f) TDK, ags., “Skolastik”, BSTS – Eğitim Terimleri Sözlüğü; (g) TDK, ags., “Reform”, BSTS – Toplumbilim Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 18 Haziran 2019.