Konu 376: TANRI ve AHLAK İLİŞKİSİNE FELSEFİ BİR YAKLAŞIM

 

Tanrı ve ahlak ilişkisi nedir, etik ve ahlak arasındaki ilişkiler/farklar nelerdir, ahlaki değerlerin kaynakları Tanrı’da, insanda ve toplumda nelerdir? Tanrısal ahlakın subjektivizm ve objektivizm olarak analizi.[295] (“Subjektivizm” ve “Objektivizm”[296.1])

Etik sözcüğü Yunanca “éthos”tan gelmektedir. Éthos daha çok, bir şeyin mizacını/karakterini/doğasını vurgulamak, ifade etmek için kullanılmıştır. Ahlak sözcüğü ise Arapça “hulk = χulḳ = خُلْق < halaka = χalaḳa = خَلَقَ”dan gelmektedir. Hulk, yaratılış/yaratılıştan anlamına gelir, bu da bir şeyin mizacını/karakterini/yapısını anlatmak için kullanılmıştır. Türkçede bu iki kelimeye denk “töre” sözcüğü vardır. Töre, “törümek”ten türetilmiştir. Günümüzde töre sözcüğü hâlâ kullanılmaktadır ama anlam daralmasına uğramıştır.[295] (1- Etik, Ahlak vd.[296.2]) (2- “Etik” ve “Ahlak”[297]) (Töre[298])

Yunan felsefecilerin etik kavramsallaştırması, ahlak felsefesine denk gelir. Yunanlılar etikle ahlakı ayırmışlardır. Etik, ahlaki buyruklar/değerler üzerinde düşünen ve onların, epistemolojik / onu nasıl biliriz ve ontolojik / o nedir temellerini irdeleyen bir felsefe disiplinidir. İyinin iyi ve kötünün kötü olduğu nasıl bilinir/gerekçelendirilir? İyi ve/veya kötü nedir, yapısı nedir? Bu sorular tartışılır ve değerler üzerine ortaya konmuş teorilerin “metaetik” olarak analizi yapılır. Etik -nihai/buyruksal anlamda- iyi ve kötünün bilgisini vermez. Etik kitabını veya ahlak felsefesini okuyan birisi -kişi, ahlaki normlara mantık yürütürse bu onu- ahlaklı veya ahlaksız yapmaz/olmaz. Kişi ahlaka bilinçli yaklaşıp, onu analiz edip onun farkındalığını kavrar. Toplumdaki ahlaki değerler bazen çatışabilir. Etik, ahlaki dilemmamızı/ikilemimizi -olumlu yönde- geliştirir.[295] (“Buyruk”[299]) (Meta[300]) (“Norm”[301]) (“Dilemma”[302])

Ahlak, belli bir aşamada olan toplumun ortaya koymuş olduğu normatif/emredici buyruklardır. Ahlak iyi ve kötü üzerinde düşünmek değildir. Kişi, üzerinde düşünmeksizin önceden belirlenmiş, emredilmiş ahlak kurallarına/emirlerine uyar / mecbur bırakılır. Tıp etiği, öğretmen etiği değil; tıp ahlakı, öğretmen ahlakı vardır. Etik davranmanın ahlaki/ahlaklı davranmaya ters düşmesi, onun olayın özünü -düşünerek- analiz etmesindendir. Etikle ahlak arasındaki ilişkiyi tartışmak etiğin konusudur. Etik, ahlaki normları -olumlu/olumsuz- eleştirir, mantık yürütür: Bu, etiksel bilincimizi geliştirir, toplumun emredici vicdanına kanca atar.

Etik değerleri nasıl biliriz ve onlar nedir tartışmalarına bakıldığında 2 büyük/temel öğretiyle karşılaşırız: biri etiğin hem ontolojisini hem de epistemolojisini insana bağlayan yaklaşım, diğeri Tanrı’ya bağlayan yaklaşım. Bazıları ise etiğin epistemolojisini insana, ontolojisini ise “aşkın” öğretilere bağlamıştır.[295]

___________________
[295] Hasan Aydın, “Tanrı ve Ahlak İlişkisine Felsefi Bir Yaklaşım”, Viacademia, 3 Nisan 2015, <https://youtu.be/-O93qEvci8M> Erişim: 28 Temmuz – 11 Ağustos 2015.
[296.1] Gidişat gereği bu dipnot, 261. dipnotun devamıdır. (Özne için dipnot 261’e bakınız.) “Subjektivizm” (öznelcilik): “1- (Genel anlamda) Özneyi her şeyin ölçüsü yapma eğilimi; bütün değer ve gerçeklik yargılarını bireysel bilinç edimlerine indirgeme eğilimi. 2- (Bilgi kuramı açısından) Bütün bilgilerin öznel olduğunu ileri süren görüşler: Burada özne a. genel bir özne, genellikle bilinç, b. bireysel özne, tek kişinin ben’i olarak anlaşılabilir. 3- (Fizikötesi açısından) Bütün evrenin tasarım olduğunu ya da tinsel, ruhsal öznelerden başka hiç bir gerçekliğin bulunmadığını ileri süren görüş. 4- (Ahlâk felsefesinde) Bütün değerlerin öznel olduğunu kabul eden görüş. 5- (Estetikte) Sanat yargılarının bireysel beğenileri dile getirdiğini ileri süren görüş.” (a). “Objektivizm” (nesnelcilik): “is. fel. Öznenin değil nesnenin gerçekliğine dayanan bilgileri arayan akıl yolu, objektivizm.” (b). “Nesne”: “(Lat. objectum = karşıda bulunan, karşıya konan) : 1- (Genellikle) Karşımızda bulunan şey. 2- Öznenin bağlılaşık kavramı olarak, özne ediminin, bilincin kendisine yöneldiği şey: a. Kendisine yönelinen, düşünülen, tasarlanan nesne, kendisine yönelen bir edim olmadan var olmayan şey; bilinçte, düşünme nesnesi (konu) olarak düşünme olayının karşısında bulunan şey; düşüncel (ideal) nesne. b. Özne ediminden, bilinçten, bağımsız olan gerçek (real) nesne; gerçeklik olarak, dışdünyanın bir parçası olarak bilincin karşısında duran şey.” (c). “Nesnel”: “1-Nesneye ilişkin olan. 2- Nesne ile uyuşan, nesne ile uyum içinde olan. 3- Bireyin kişisel görüşünden bağımsız olan. 4- Genel geçer olan, her düşünce için geçerli olan.” (d). “Genelgeçer”: “sf. Toplum tarafından kabul edilen, hemen herkesçe benimsenen.” (e), “Belli önkoşullar yerine geldiğinde her durum ve her bağlamda geçerli olan.” (f). “Nesnel”: “sf. 1. Nesne ile ilgili, nesneye ilişkin, öznel karşıtı. 2. mec. Gerçeğe varmak amacıyla, taraf tutmadan inceleme yapan, hüküm veren, objektif. 3. fel. Bireyin kişisel görüşünden bağımsız olan, objektif.” (g). “Öznel”: “1- Özneye ilişkin olan. 2- Öznede temellendirilen, özneyle belirlenmiş olan, özne için geçerli olan.” (h), “sf. Özneye ilişkin olan, öznede oluşan, nesnelerin gerçeğine değil, bireyin düşünce ve duygularına dayanan, enfüsi, subjektif, nesnel karşıtı.” (i), “Kişiye özgü olan; başkalarınca gözlenip izlenemeyen, ancak kişinin bilincinde olduğu (içsel süreçler).” (j), “1- Özneyle ilişkisi olan; öznede oluşan. 2- Nesnelerin gerçeği yerine öznenin düşünce ve duygularına dayanan.” (k). “Nesnel kavramı (objektif, aynî, vakiî), 1. Hakiki, içsel tecrübeye, zihinsel yaşantıya, öznel tecrübeye bağlı olmayıp herkes tarafından gözlemlenebilir, doğrulanabilir şey. 2. Zanna (sanı) karşıt olarak bir duruma, olaya, varlığa, duygulardan, önyargılardan etkilenmeksizin anlama, kavrama veya değer biçme yeteneği biçimlerinde tanımlanmıştır. Nesnellik (Osm. âfâkiyet; İng. objectivity) ise, nesneleri zihinden bağımsız varlıklar olarak, uygun bir yöntemle ve nesneler nasıl iseler öylesine algılanabileceğini, onların hakiki bilgisine ulaşılabileceğini kabul etmektedir. Nesnellik yanlılarına göre, anlaşılan veya anlaşılacak şey kişiden kişiye değişmeyecek kadar gerçek, nesnel, “orada” olan bir şeydir. Nesnellik taraftarları duygularımızın, zihnimizde önceden mevcut olan kategorilerin, geleneklerimizin, önyargılarımızın aşılması suretiyle ve sayesinde olayların, anlamaya konu teşkil eden olguların kişisel öge ve etmenlerden etkilenmeden, öznel eğilimlerden bağımsız olarak anlaşılabileceğini, nesnelerin hakiki bilgisine ulaşılabileceğini, dahası bu bilginin insanlar arasında her çeşit ihtilafı ortadan kaldırabilecek bir genel geçerliliğe de haiz olabileceğini, (sosyal bilimler alanındaki) yöntemlerde herkes için bağlayıcı sonuçlara ulaşılabileceğini ileri sürerler.” (l). Kısacası öznelcilik insanı merkeze alır, nesnelcilik ise doğayı merkez alır (l)(m)(n). (a) TDK, ags., “Öznelcilik”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (b) TDK, ags., “Nesnelcilik”, Güncel Türkçe Sözlük; (c) TDK, ags., “Nesne”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (d) TDK, ags., “Nesnel”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (e) TDK, ags., “Genelgeçer”, Güncel Türkçe Sözlük; (f) TDK, ags., “Genelgeçer”, BSTS – Yöntembilim Terimleri Sözlüğü; (g) TDK, ags., “Nesnel”, Güncel Türkçe Sözlük; (h) TDK, ags., “Öznel”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (i) TDK, ags., “Öznel”, Güncel Türkçe Sözlük; (j) TDK, ags., “Öznel”, BSTS – Ruhbilim Terimleri Sözlüğü; (k) TDK, ags., “Öznel”, BSTS – Eğitim Terimleri Sözlüğü; (l) Adnan Koşum, “İçtihatta Hata ve İsabet Tartışmaları Işığında Öznellik ve Nesnellik Sorunu”, Usûl, Sayı: 5, 2006, <https://dergipark.org.tr/download/article-file/153827> s. 7, 8; (m) Doğan Göçmen, “Marksizmde İnsan Düşüncesi ya da İnsanın Doğası ve Yeni Bir Uygarlığın Yaratılması”, 2009, <https://www.academia.edu/2446669/Marksizmde_İnsan_Düşüncesi_ya_da_İnsanın_Doğası_ve_Yeni_Bir_Uygarlığın_Yaratılması> veya <https://dogangocmen.files.wordpress.com/2009/09/marksizm_ve_insan_dusuncesi3.pdf> s. 2 [kendi özel çalışması]; Kenan Mermer, “Doğu-Batı Ayrımı İzinde Dualite Meselesine Bir Yaklaşım”, Toplum Bilimleri, Cilt: 4, Sayı: 8, Temmuz-Aralık 2010, <http://toplumbilimleri.com/files/f5b25c4c-58b6-46f8-8537-b6596a605b7213 Kenan MERMER.pdf> s. 217; Erişimler: 6 Ağustos 2019.
[296.2] Türkçedeki etik sözcüğü, “Fransızca éthique “ahlak, ahlaki” sözcüğünden alıntıdır. Fransızca sözcük Eski Yunanca ethikós εθικός “ahlaka ilişkin” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Eski Yunanca éthos έθος “örf, adap, ahlak, töre” sözcüğünden +ik° ekiyle türetilmiştir.” (a). Türkçedeki ahlak sözcüğü, “Arapça χlḳ kökünden gelen aχlāḳ أخلاق “yaradılış, huy, karakter” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça χulḳ خُلْق “yaradılış, seciye, karakter” sözcüğünün afˁāl vezninde çoğuludur. Bu sözcük Arapça χalaḳa خَلَقَ “yarattı” fiilinin tekilidir.” (b). Hulk sözcüğü, “Arapça χlḳ kökünden gelen χulḳ خُلْق “yaradılış, karakter” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça χalaḳa خَلَقَ “yarattı” fiilinin fuˁl vezninde masdarıdır.” (c). Türkçedeki halk2 sözcüğü, “Arapça χlḳ kökünden gelen χalḳ خلق “yaratma, yaratış” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça χalaḳa خلق “yarattı” fiilinin faˁl vezninde masdarıdır. Bu sözcük Aramice/Süryanice χlḳ kökünden gelen χālaḳ חלק “pay etme, düzeltme, düzenleme” sözcüğü ile eş kökenlidir.” (d). Türkçedeki halk1 sözcüğü, “Arapça χlḳ kökünden gelen χalḳ خلق “herhangi bir insan topluluğu, ahali” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Aramice/Süryanice χlḳ kökünden gelen χelḳā חֶלְקָא “pay, bölük, kısım” sözcüğü ile eş kökenlidir. Bu sözcük Aramice/Süryanice χālaḳ חלק “pay etmek, bölmek” fiilinden türetilmiştir.”“χalaḳa fiilinin “pay etme” anlamı Arapçada mevcut değildir. Aramice sözcük Eski Yunanca dēmos “1. pay, bir yana ayrılan kısım, 2. halk, ahali” deyiminin tam çevirisidir.” (e). Türkçedeki yarat|mak (≅ yaratan, yaratılış) sözcüğü, “Eski Türkçe yarat- “uydurmak, düzenlemek” fiilinden evrilmiştir. Eski Türkçe fiil Eski Türkçe yara- “uymak” fiilinden Eski Türkçe +It- ekiyle türetilmiştir.”“Tarihçe (tespit edilen en eski Türkçe kaynak ve diğer örnekler): Eski Türkçe: “düzenlemek” [Orhun Yazıtları, 735] teŋri teg teŋri yaratmış türük bilge kagan [tanrı gibi, tanrıdan olmuş Türk Bilge K.], Eski Türkçe: “… donatmak” [Uygurca İyi ve Kötü Prens Öyküsü, 1000 yılından önce] yétti kün turup kémi yarattı [yedi gün durup gemi donattı]”“Ek açıklama: Yaradan/yaradılış biçimleri 17.-18. yy’daki /d/ > /t/ ses değişimi öncesinden kalan arkaik biçimler olup özellikle dini bağlamda kullanılırlar.”“Benzer sözcükler: yaradan, yaradana sığınmak, yaradılış, yaratan, yaratıcı, yaratıcılık, yaratılmak, yaratılış, yaratım”. (f1). Türkçedeki yara|mak sözcüğü, “Eski Türkçe yara- “uymak, yakışmak” fiilinden evrilmiştir. Eski Türkçe fiil Eski Türkçe yazılı örneği bulunmayan *yar “uygun? yakın?” biçiminden Eski Türkçe +(g)A- ekiyle türetilmiştir.”“Tarihçe (tespit edilen en eski Türkçe kaynak ve diğer örnekler): Eski Türkçe: [Uyğur Kağan Yazıtı, 759] yeme yaramatın yaġıḏu ermiş [ve yaramaz düşmanca idiler], Eski Türkçe: [Kaşgarî, Divan-i Lugati’t-Türk, 1073] ata tonı oġulka yarasa atasın tilemes [[babanın giysisi oğula uysa babasını istemez – atasözü]] (…) yarandı [[kendini uygun kıldı, uygun göründü]] (…) yaraşdı [[birbiriyle uyuştu]] (…) yarattı [[uydurdu]]”“Benzer sözcükler: yaramaz, yaramazlık, yaranmak, yarayışlı”. (f2). Türkçedeki yar|mak sözcüğü, “Eski Türkçe ar- veya yar- “uzunlamasına kesmek, yarmak” fiilinden evrilmiştir.” (f3), “Eski Türkçe yar- “kesmek, karar vermek”…” fiilidir (f4). Türkçedeki yar1 sözcüğü, “Eski Türkçe yār “dik yamaç” sözcüğünden evrilmiştir.” (f5). Türkçedeki yar2 sözcüğü, “Farsça yār يار “yardımcı, arkadaş, dost” sözcüğünden alıntıdır. Farsça sözcük Orta Farsça aynı anlama gelen ayār veya ayyār veya adyavār sözcüğünden evrilmiştir. Bu sözcük Avesta (Zend) dilinde aidyū- “yardım” sözcüğü ile eş kökenlidir. Avestaca sözcük Proto-İranca (Ana-İranca) yazılı örneği bulunmayan *adyāva-bara- “yardım-getiren” sözcüğünden evrilmiştir.” (f6), “Farsça yār يار …” dost-yardımcı bağlamında el ve kol anlamına da gelir (f7). “Yaratılış”: “is. 1. Yaratılma işi. 2. din b. Tanrı tarafından yoktan var edilme işi.” (f8). “Yaradılış”: “is. 1. Bir kimsede doğuştan bulunan vücut ve ruh özelliklerinin tümü, mizaç, huy, tıynet, cibilliyet. 2. Bir şeyin yaratılırken kazanmış olduğu özellikler bakımından durumu, fıtrat, hilkat.” (f9). “Huy”: “is. 1. İnsanın yaradılış ve ruh özelliklerinin bütünü, mizaç, tabiat. 2. Alışkanlık.” (g), “Kişinin dirimbilimsel özellikleri ve toplumsal-ekinsel çevre koşulları içinde oluşan, ruhsal etkinliklerini belirleyen, ırasının coşkusal yanlarının ve genel olarak bireysel özelliklerinin toplamı.” (h). “Alışkanlık”: “Bir şeye alışmış olma durumu, alışkınlık, alışmışlık, itiyat, huy, ünsiyet.” (i), “İç ve dış etkilerle eylem ve davranışların yinelenmesi, hep aynı biçimde gerçekleşmesi sonucu beliren, koşullanmış davranış ya da tepki biçimleri. Alışkanlıkların toplamı, insanın bir tür “ikinci doğası”nı oluşturur. Alışkanlık, bir yalınlaştırma olduğu, özel bir dikkat çabasını gereksiz kıldığı için düşünsel yükü azaltır; ancak düşünce ve davranışlarda bir katılaşma yarattığından bunların gelişimini engelleyici etkisi de vardır.” (j). “Dirim”: “is. 1. Hayat, yaşam. 2. Yaşama gücü.” (k). “Ekin”: “Tarihsel toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün özdeksel ve tinsel değerler ile bunları yaratmada, kullanmada, sonraki kuşaklara iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların tümü.” (l), “Bir toplumun tüm yaşam tasarımı ya da geçmişten aktardığı ve yeniden biçimleyerek geleceğe taşıdığı kalıt.” (m), “is. 1. Tahılın tarlaya atıldığı andan harman oluncaya kadar aldığı durum. 2. Kültür, hars.” (n). “Kalıt”: “is. 1. huk. Miras. 2. mec. Kalıtım yoluyla geçmiş olan şey. 3. mec. Görenekler yoluyla yerleşmiş olan tutum veya davranış biçimi.” (o). “Ira”: “İnsanın etkinliklerine, yaşama koşullarına bağlı olan ve eylemlerinde açığa vurulan durağan düşünüş özelliklerinin tümü.” (r), “is. Karakter.” (p). “Karakter”: “is. 1. Ayırt edici nitelik. 2. Bir bireyin kendine özgü yapısı, onu başkalarından ayıran temel belirti ve bireyin davranış biçimlerini belirleyen, üstün ana özellik, öz yapı, ıra, seciye. 3. Bir kimsenin veya bir insan grubunun tutumu, duygulanma ve davranış biçimi. 4. Basımda harf türü. 5. ed. Bir eserde duygu, tutku ve düşünce yönlerinden ele alınan kimse. 6. fel. Bireyin kendi kendine egemen olmasını, kendi kendisiyle uyum içinde bulunmasını, düşünüş ve hareketlerinde tutarlı, sağlam kalabilmesini sağlayan özellikler bütünü.” (s), “(Yun. kharakter = oyulmuş, çizilmiş, kalıpla basılmış < kharassein = yarmak, oymak, çizmek): 1- (Genel anlamda) Bir nesnenin, bir bireyin kendine özgü yapısı, onu başkalarından ayıran temel belirti; bireyin davranış biçimlerinin bütününü belirleyen ana özellik. 2- (Ahlâk felsefesinde) Kişinin kendi kendisine egemen olmasını, kendi kendisiyle uyum içinde bulunmasını, düşünüş ve eylemlerinde tutarlı, sağlam kalabilmesini sağlayan özellikler bütünü.” (t), “(Lât. character = işaret koyma aleti) Bir variyete ya da türün bireylerinin sahip olduğu biçim, renk, büyüklük, yapı özellikleri olup genlerin etkisi ile meydana çıkarak bir dölden bir döle taşınırlar.” (u), “Töreler ve törel değerlerle ilgili olarak, kişinin güçlüklere karşın göreli olarak düzenli ve sürekli tepki yapmasını sağlayan özelliklerden oluşan dizgeleşmiş bütünlük.” (v), “Belli ahlâk ölçülerine göre değerlendirilen kişilik.” (y). “Mizaç”: “is. 1. Huy, yaradılış, tabiat, karakter. 2. esk. İnsan vücudunun fizyolojik yapısı, sağlık.” (z), “(…) Hayvanların dış etkilere karşı gösterdiği normal tepkiler o hayvan türünün huyunu gösterir.” (z1), “Hayvanların çevre etkilerine karşı göstermiş oldukları davranış şekli.” (z2). “Tabiat”: “is. 1. Doğa. 2. Doğal özellik. 3. Güzeli ayırma melekesi, zevk, beğeni: “Abdi Bey, tabiat sahibi, altıncı kat terasında böyle bir bahçe tanzimi, doğrusu takdire şayan.” -A. İlhan. 4. İnsanın büyük abdest bozma kolaylığı veya zorluğu. 5. Huy, karakter.” (z3). “Doğa”: “1- Her var olanın doğuşunda özünü kuran şey. 2- İnsanın koyduğu kuruluşlar, biçimlerle (kültür, sanat, teknik) karşıtlık içinde, kendi kendine oluşan, biçimlenen. 3- İnsanın karşısında olan, ona yabancı, bu yüzden de bilinmeyen, kendi gücünün üstünde olan, onun dışında olan. 4- Koyumların (konulmuş olanının = thesei) karşısında, kendiliğinden olan; yapma olana karşı doğal olan. 5- Duyulur, algılanır dış nesnelerin tümü. 6- Evren. 7- Herşeyi kuşatan gerçekliğin tümü (doğa ya da Tanrı). 8- Yaratıcı, oluşturucu güç. 9- Doğurucu, besleyici, koruyucu “doğa ana.” 10- Doğa bilimlerinin konusu olarak, değerlerin dışında olan gerçeklik: canlı ve cansız doğa. 11- Nedensellik yasasının egemen olduğu alan. 12- Düşüncel (ideal) varlıklardan ayrı olarak gerçek olanın varlıkbilimsel ilkesi. 13- Bir bireyin kendine özgü çizgilerinin tümü; bir bireye özgü olan nitelikler, özel belirtiler. 14- Bir varlık türünde bireysel ya da toplumsal deneylerle kazanılmış olana karşıt olarak, onda doğuştan olan, kendiliğinden olan her şey. 15- (Varoluşçu felsefede) Bireyde özgür istençten bağımsız olan; ama insan, özü bakımından özgürlük olduğuna göre, onda baştan olmayan, Özgürlük, insanın kendisine bir doğa kazandırmasıdır, ya da sonsuz doğa olanaklarından birini seçmesidir.” (z4). (a) Sevan Nişanyan, “Etik”, Nişanyan Sözlük, 2 Mart 2015, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=etik&view=annotated>; (b) Sevan Nişanyan, “Ahlak”, Nişanyan Sözlük, 21 Eylül 2017, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=ahlak&view=annotated>; (c) Sevan Nişanyan, “Hulk”, Nişanyan Sözlük, 4 Kasım 2017, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=hulk&view=annotated>; (d) Sevan Nişanyan, “Halk2“, Nişanyan Sözlük, 21 Ağustos 2014, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=halk2&view=annotated>; (e) Sevan Nişanyan, “Halk1“, Nişanyan Sözlük, 21 Eylül 2017, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=halk1&view=annotated>; Erişimler: 21 Haziran 2019. (f1) Sevan Nişanyan, “Yarat|mak”, Nişanyan Sözlük, 5 Mart 2015, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=yarat-&view=annotated>; (f2) Sevan Nişanyan, “yara|mak”, Nişanyan Sözlük, 28 Temmuz 2015, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=yara-&view=annotated>; (f3) Sevan Nişanyan, “Yar|mak”, Nişanyan Sözlük, 8 Eylül 2017, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=yar-&view=annotated>; (f4) Sevan Nişanyan, “Yarış|mak”, Nişanyan Sözlük, 30 Eylül 2017, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=yarış-&view=annotated>; (f5) Sevan Nişanyan, “Yar1“, Nişanyan Sözlük, 4 Mart 2015, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=yar1&view=annotated>; (f6) Sevan Nişanyan, “Yar2“, Nişanyan Sözlük, 2 Haziran 2015, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=yar2&view=annotated>; (f7) Sevan Nişanyan, “Yardım”, Nişanyan Sözlük, 22 Eylül 2017, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=yardım&view=annotated>; (f8) TDK, ags., “Yaratılış”, Güncel Türkçe Sözlük; Erişimler: 25 Temmuz 2019. (f9) TDK, ags., “Yaradılış”, Güncel Türkçe Sözlük; (g) TDK, ags., “Huy”, Güncel Türkçe Sözlük; (h) TDK, ags., “Huy”, Toplumbilim Terimleri Sözlüğü; (i) TDK, ags., “Alışkanlık”, Güncel Türkçe Sözlük; (j) TDK, ags., “Alışkanlık”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (k) TDK, ags., “Dirim”, Güncel Türkçe Sözlük; (l) TDK, ags., “Ekin”, BSTS – Toplumbilim Terimleri Sözlüğü; (m) TDK, ags., “Ekin”, BSTS – Yöntembilim Terimleri Sözlüğü; (n) TDK, ags., “Ekin”, Güncel Türkçe Sözlük; (o) TDK, ags., “Kalıt”, Güncel Türkçe Sözlük; (r) TDK, ags., “Ira”, BSTS – Toplumbilim Terimleri Sözlüğü; (p) TDK, ags., “Ira”, Güncel Türkçe Sözlük; (s) TDK, ags., “Karakter”, Güncel Türkçe Sözlük; (t) TDK, ags., “Karakter”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (u) TDK, ags., “Karakter”, BSTS – Zooloji Terimleri Sözlüğü; (v) TDK, ags., “Karakter”, BSTS – Ruhbilim Terimleri Sözlüğü; (y) TDK, ags., “Karakter”, BSTS – Eğitim Terimleri Sözlüğü; (z) TDK, ags., “Mizaç”, Güncel Türkçe Sözlük; (z1) TDK, ags., “Mizaç”, BSTS – İç Hastalıkları Terimleri Sözlüğü; (z2) TDK, ags., “Mizaç”, BSTS – Zootekni Terimleri Sözlüğü; (z3) TDK, ags., “Tabiat”, Güncel Türkçe Sözlük; (z4) TDK, ags., “Doğa”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 21 Haziran 2019.
[297] “Etik”: “is. 1. Töre bilimi. 2. Çeşitli meslek kolları arasında tarafların uyması veya kaçınması gereken davranışlar bütünü. 3. Etik bilimi. 4. sf. Ahlaki, ahlakla ilgili.” (a), (288. dipnotta verilen ve çok güzel tanımlanmış olan etik tanımını -gidişat gereği- tekrar veriyorum) “1. Ahlak felsefesi. 2. Felsefenin ‘ödev’, ‘yükümlülük’, ‘sorumluluk’ ve ‘erdem’ gibi kavramları analiz eden, ‘doğruluk’ veya ‘yanlışlık’ ile ‘iyi’ veya ‘kötü’yle ilgili ahlaki yargıları ele alan, ‘ahlaki eylem’in doğasını soruşturan ve iyi bir yaşamın nasıl olması gerektiğini açıklamaya çalışan dalı.” (b), “Belli yer ve zamana özgü olarak iyi davranışlarla kötü davranışların kurallarını saptayan, bir davranışın iyi ya da kötü olduğu yargısına nasıl varıldığını, insan eylemlerinde etkin olan istek ve arzuları ve sonuçta arkasındaki niyet ve amaçları sorgulayan felsefe biliminin alt dalı, (ahlak bilimi).” (c), “Doğru-yanlış, iyi-kötü ile ilgili ahlaki yargıları ele alan ve bu değerlerin uygunluğunu soruşturan felsefe dalı. bk. Klinik Araştırma Etik Kurulu, Hayvan Deneyleri Yerel Etik Kurulu, Hayvan Deneyleri Merkezî Etik Kurulu, eczacılık etiği” (d). “Ahlak”: “ç. is. 1. Bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları, aktöre, sağtöre. 2. Huylar: “Bu şoförler hepinizin ahlakını bozdu.” -M. Ş. Esendal.” (e), “1-Toplu olarak yaşayan bireylerin uymak zorunda bulundukları eylem ve davranış kurallarına verilen ad. 2. Bir kimsenin içinde yaşadığı toplumsal çevrenin törelerine uyma yetisi.” (f), “(Ar. ) 1. Mutlak olarak iyi olduğu düşünülen veya belli bir yaşam anlayışından kaynaklanan davranış kuralları bütünü. 2. Bir kimsenin iyi niteliklerini veya kişiliğini ifade eden tutum ve davranışlar bütünü, huy.” (g), (288. dipnotta verilen ahlak tanımını -gidişat gereği- tekrar veriyorum) “1- a. Belli bir dönemde belli insan topluluklarınca benimsenmiş olan, bireylerin birbirleriyle ilişkilerini düzenleyen törel davranış kurallarının, yasalarının, ilkelerinin toplamı. b. Çeşitli toplumlarda ve çağlarda kapsamı ve içeriği değişen ahlaksal değerler alanı. 2- Bir kişi ya da bir insan öbeğince benimsenen eyleme kurallarının toplamı. 3- Ahlâksal olan şeylerle bağlantısı olan bir görüşler dizgesi (tek kişinin, bir ulusun, bir toplumun, bir çağın). 4- Felsefenin bir dalı olarak: a. Ahlâk üzerine kavramsal öğretiler. b. İnsanların kişisel ve toplumsal yaşamdaki ahlâksal eylemlerine ilişkin sorunları inceleyen felsefe öğretileri.” (h). (a) TDK, ags., “Etik”, Güncel Türkçe Sözlük; (b) TDK, ags., “Etik”, BSTS – Veteriner Hekimlik Tarihi ve Deontoloji Terimleri Sözlüğü; (c) TDK, ags., “Etik”, BSTS – Hemşirelik Terimleri Sözlüğü; (d) TDK, ags., “Etik”, BSTS – İlaç ve Eczacılık Terimleri Sözlüğü; (e) TDK, ags., “Ahlak”, Güncel Türkçe Sözlük; (f) TDK, ags., “Ahlak”, BSTS – Eğitim Terimleri Sözlüğü; (g) TDK, ags., “Ahlak”, BSTS – Veteriner Hekimlik Tarihi ve Deontoloji Terimleri Sözlüğü; (h) TDK, ags., “Ahlâk”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 21 Haziran 2019.
[298] Türkçedeki töre sözcüğü, “Moğolca töre “yasa, özellikle Cengiz yasası” sözcüğü ile eş kökenlidir. Moğolca sözcük Eski Türkçe törü “düzen, yasa, örf” sözcüğü ile eş kökenlidir. Bu sözcük Eski Türkçe törü- “yaratılmak, düzenlenmek” fiilinden türetilmiştir.”“Eski Türk kültürünün ikonik kavramlarından biridir. 14. yy’dan itibaren tüm lehçelerde standart olan töre biçimi Moğolca etkisi gösterir.”. (a). Türkçedeki türe|mek sözcüğü, “Eski Türkçe törü- “yaratılmak, üremek, düzenlenmek” fiilinden evrilmiştir. Eski Türkçe fiil Eski Türkçe töz “orijin, asıl” sözcüğünden +U- ekiyle türetilmiştir.”“Anlam yelpazesi için karş. Eski Yunanca kósmos “düzen, düzenli dünya, evren, kaos zıddı” > kosméō “düzenlemek”.”. (b). Türkçedeki töz sözcüğü, “Eski Türkçe töz “kök, asıl, soy” sözcüğünden alıntıdır.”“TTü modern dönemde kullanımdan düşmüş bir kelime iken, Dil Devrimi döneminde yeni anlamla yazı diline ithal edilmiştir.”. (c). “Töre”: “Toplumuna göre, yasa ve aktöre yerine geçebilen, ama gerçekte yasa olmayan davranış kalıbı.” (d), “Toplumun, iyi ya da kötü saydığı yolların, aldığı durumların, ve yordamların tümü.” (e), “Bir toplumda yürürlükte olan ve insanların tutumlarına yön veren görenek, inanç ve alışkıların tümü.” (f), (273. dipnotta verilen “vicdan”, “dizge” ve “törel biliç”e de bakınız ve 273. dipnotta verilen töre tanımını -gidişat gereği- tekrar veriyorum) “is. 1. Bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kuralların, görenek ve geleneklerin, ortaklaşa alışkanlıkların, tutulan yolların bütünü, âdet. 2. Bir toplumdaki ahlaki davranış biçimleri, adap.” (g). “Alışkı”: “Bir toplumun yapmaya ve uymaya alışageldiği ve toplum tarafından yapılması gerekli görünen davranış kalıbı.” (h). (a) Sevan Nişanyan, “Töre”, Nişanyan Sözlük, 30 Mart 2015, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=töre&view=annotated>; (b) Sevan Nişanyan, “Türe-/Türemek”, Nişanyan Sözlük, 4 Ekim 2017, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=töre-&view=annotated>; (c) Sevan Nişanyan, “Töz”, Nişanyan Sözlük, 12 Aralık 2018, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=töz&view=annotated>; (d) TDK, ags., “Töre”, BSTS – Budunbilim Terimleri Sözlüğü; (e) TDK, ags., “Töre”, BSTS – Ceza Yargılama Yöntemi Yasası Terimleri Sözlüğü; (f) TDK, ags., “Töre”, BSTS – Eğitim Terimleri Sözlüğü; (g) TDK, ags., “Töre”, Güncel Türkçe Sözlük; (h) TDK, ags., “Alışkı”, BSTS – Budunbilim Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 21 Haziran 2019.
[299] “Buyruk”: “is. 1. Belirli bir davranışta bulunmaya zorlayıcı söz, emir, ferman. 2. Egemenlik.” (a), “(Kant’ta) -> (Kişisel) ilkelerin (maxim) karşısına konulan nesnel geçerli ve bir gerekliliği (eylemin zorunluluğunu) dile getiren ahlâk önermesi. Buyruklar ikiye ayrılır: Koşullu buyruk, koşulsuz buyruk.” (b). “Koşullu Buyruk”: “(Kant’ta) Bir koşula bağlı olan; bir başka şeye erişmek için yapılması gerekeni, erişilmesi istenen ereğe bir araç olarak bir şeyi buyuran buyruk. (Ör. “Sağlığını korumak istiyorsan ölçülü yaşa.”)” (c). “Koşulsuz Buyruk”: “Hiç bir koşula bağlı olmayan, salt olan; bir eylemi başka herhangi bir erekle bağlılık kurmadan, yalnızca kendisi için, nesnel zorunlu olarak buyuran, anlamı doğrudan doğruya kendisinde olan buyruk. Koşulsuz buyruk (kategorik impératif), eylemin kendisine uyacağı ilke ve biçimi saptar. Bunu da Kant şöyle anlatır: “Ancak aynı zamanda bir yasa olmasını isteyebileceğin bir ilkeye (maxim) göre eyle.” Birer ahlâk yönergesi, ahlâk öğütü olan koşullu buyruklara karşı yalnızca koşulsuz buyruk bir ahlâk yasasıdır.” (d). (a) TDK, ags., “Buyruk”, Güncel Türkçe Sözlük; (b) TDK, ags., “Buyruk”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (c) TDK, ags., “Koşullu Buyruk”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (d) TDK, ags., “Koşulsuz Buyruk”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 21 Haziran 2019.
[300] Meta, “ötesi, sonrası, sonra, sonra gelen” demektir. Sevan Nişanyan, “Metafizik”, Nişanyan Sözlük, 10 Aralık 2015, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=metafizik&view=annotated> Erişim: 21 Haziran 2019.
[301] “Norm” (düzgü): “1- Yargılama ve değerlendirmelerin kendisine göre yapıldığı ölçüt; uyulması gerekli olan kural, yönerge. Felsefede ahlâk, estetik ve mantık düzgüleri söz konusudur, bu yüzden bu felsefe dalları düzgü koyucu (normatif) olarak adlandırılır.”. TDK, ags., “Düzgü”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü, Erişim: 21 Haziran 2019.
[302] “Dilemma” (ikilem): “Birbirine karşıt iki öncül savın aynı sonucu vermesi.” (a), “1- İki çözüm yolu ya da iki yönü bulunan ve aynı sonucun elde edildiği tasım. 2- İnsanı, istenmeyen seçeneklerden birini, çoğunlukla iki seçenekten birini, beğenmeye ve izlemeye zorlayan tartışma, sorun ya da usa vurma durumu.” (b), “1- (Mantıkta) Karşıdakinin iki yandan kıstırılması: A olunca B ve C nin de olması zorunludur, ama ne B ne de C vardır, öyleyse A yoktur. 2- (Genel olarak, “kıskaç”, “kıstırma” anlamında) Her iki durumda da doğru hareket edemeyeceğim iki olanak karşısında bulunup, bunlardan birini yapmaya, istemediğim halde beni zorlayan durum.” (c), “İstenmeyen ve eş uygunsuzluktaki iki sonuçtan birini seçmeyi gerektiren usavurma.” (d). (a) TDK, ags., “İkilem”, BSTS – Yazın Terimleri Sözlüğü; (b) TDK, ags., “İkilem”, BSTS – Eğitim Terimleri Sözlüğü; (c) TDK, ags., “İkilem”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (d) TDK, ags., “İkilem”, BSTS – Matematik Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 21 Haziran 2019.

 

Antik olarak Sümer, Babil, Mısır ve Yunan’da mitolojik geleneğe göre etik, tanrılarla ilişkilendirilmiştir. Yunan’da ahlak felsefesinde öncü kişi materyalist Demokritos’tur: Kendisi iyi ve kötü üzerine felsefi spekülasyonlar yapmıştır: Etiği insandan hareketle temellendirmiştir: İyi ve kötünün varlığı ve neliği insandan bağımsız değildir. Sofistler de benzer görüştedirler: Onlar ontolojik etiğin ve ahlaki değerlerin kaynağını insan ve toplum olarak görmüşlerdir. İnsan olarak etik, iyi ve kötü varlık yapısını insan aklında bulur, bunlar insandan bağımsız değillerdir, kişiden kişiye göre -öznel olarak- değişebilir. Sofist Protagoras’ın, üşüyen için rüzgâr soğuk, üşümeyen için ılıktır, sözüyle sofistler, nesnelerin bizim üzerimizdeki yansıma durumunda olan nesnel niteliklerin dahi kişiden kişiye göre etki bakımından değişebileceğini savunur. Toplum olarak etik ise, ahlaki norm veya buyruklar, bir toplumun uzlaşımından ibarettir ve her toplum farklı ahlak kuralları üzerinde uzlaşabilir: Ahlak kuralları göreli/değişken bir fenomendir. İlerleyen süreçlerde John Locke ve Jean-Jacques Rousseau bunu savunarak, farklı coğrafi bölgelerde bulunan farklı toplumlar, farklı ahlaki kurallarda uzlaşmışlardır, onları kabul etmişlerdir, demektedirler.[303] (Spekülasyon[304]) (Sofist ve Sofizm[305]) (Protagoras[306]) (John Locke[307]) (Jean-Jacques Rousseau[308])

Sokrates bu konularda felsefi olarak insandan yola çıkmıştır. Sofistlere göre mutlak iyilik ve kötülüğün olmaması, onu, mutlak değerleri aramaya itti. Daimon, tanrılarla insanlar arasında aracılık yapan cindir. O, kendi daimonunun, kendisini sürekli -ahlaki ve bilgi bakımından- yönlendirdiğinden söz etmiştir. Platon’un Sokratik diyaloglarında Sokrates, erdemin öğretilebilir olup olmadığını ve onun bilgi olup olmadığını tartışır, eğer erdem bir bilgiyse öğretilebilirdir: Bu, bizim bugün ahlakla bilim veya bilgiyle değer arasında yaptığımız böyle bir ayrıma sahip olmadığını savunur: Bu yüzden de insanların bile bile kötülük yapmayacağını ön plana çıkarır.[303] (Daimon[309.1]) (“Erdem”[309.2])

___________________
[303] Hasan Aydın, “Tanrı ve Ahlak…”, ags.
[304] Türkçedeki spekülasyon sözcüğü, “Fransızca spéculation “1. gözetleme, gözlemleme, fırsat kollama [esk.], 2. fiyat hareketlerinden yararlanmak amacıyla alıp satma, 3. tahmin ve teori üzerinden akıl yürütme” sözcüğünden alıntıdır.” (a). TDK GTS‘te spekülasyon için 2. anlamında “saptırma”, 3. anlamında ise “kurgu” yazıyor (b); aynı yerde kurgu için de 6. anlamında “6. fel. Uygulamaya geçmeyen yalnız bilmek ve açıklamak amacını güden düşünce, kuramsal araştırma, spekülasyon.” yazıyor (c). (a) Sevan Nişanyan, “Spekülasyon”, Nişanyan Sözlük, 9 Aralık 2015, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=spekülasyon&view=annotated>; (b) TDK, ags., “Spekülasyon”, Güncel Türkçe Sözlük; (c) TDK, ags., “Kurgu”, Güncel Türkçe Sözlük; Erişim: 21 Haziran 2019.
[305] Türkçedeki sofist sözcüğü, “Fransızca sophiste “laf ebesi, zekice fakat yanlış söz söyleyen, safsatacı” sözcüğünden alıntıdır. Fransızca sözcük Latince aynı anlama gelen sophista sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Eski Yunanca sophistḗs σοφιστής “1. usta, uzman, 2. mantık ve belagat hocası, 3. laf ebesi, safsatacı” sözcüğünden alıntıdır. Yunanca sözcük Eski Yunanca sophízō σοφίζω “becerikli olmak, sanatkâr olmak” fiilinden +ist° ekiyle türetilmiştir. Yunanca fiil Eski Yunanca sophós σοφός “akıllı, bilge” sözcüğünden türetilmiştir.”“MÖ 4. yy Atina’da “mantık ve retorik hocası” anlamına gelen sözcük, Sokrates ve öğrencisi Platon’un şiddetli eleştirisi sayesinde olumsuz anlam kazanmıştır.”. (a). “Sofizm” (bilgicilik): “is. fel. 1. Antik Yunan felsefesinde eleştiri akımı, sofizm. 2. Başkasını yanıltmak için doğru olmadığı bilinerek yapılan uslamlama ve çıkarsama, safsatacılık.” (b). Sûfestâiyye (İndiyye/İnâdiyye/Sofizm): “Nesnelerin gerçekliğini insanın inancına bağlı gören bir grup sofiste verilen ad.”“Nesnelerin ontolojik gerçekliğini inkâr eden ve bütün varlıkların hayalden ibaret olduğunu ileri süren bir grup sofiste verilen ad.”“Varlık ve olayların gerçekliğini ve bilgilerin doğruluğunu inkâr eden, doğru ve geçerli bilgiye ulaşmanın mümkün olmadığını savunan felsefî akımın genel adı.”. “Sözlükte “zeki, mâhir” anlamına gelen sofist (sophistes) kelimesine mensubiyet ifade eden sûfestâiyye literatüre Yunanca’dan geçmiş olup sûfistâiyye şeklinde de söylenmektedir. Sofist kelimesi aslında olumlu bir anlama sahipken felsefede zamanla “yanıltıcı sözler kullanarak muhatabı aldatmayı ve küçük düşürmeyi sanat edinenler” şeklinde olumsuz içerikli bir terim haline gelmiştir. Bu eğilimde olanlara “yanıltıcı hikmete mensup kişiler” mânasında sofistler veya Sûfestâiyye denilmiştir. “Boş ve anlamsız söz” mânasında Arapça’ya geçen safsata (sofizm) kelimesi de aynı köktendir.”. (c). “İnkâr”: “is. 1. Yaptığını, söylediğini, tanık olduğunu saklama, gizleme, yadsıma. 2. Kabul etmeme, tanımama.” (d). “Yadsıma”: “Öne sürülen bir savı tanımama.” (e). Türkçedeki inkâr sözcüğü, “Arapça nkr kökünden gelen inkār إنكار “yalanlama, yadsıma” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça nakara نكر “bilmedi, tanımadı” fiilinin ifˁāl vezninde (IV) masdarıdır. (Not: Bu sözcük Akatça nakru “yabancı, yad” sözcüğü ile eş kökenlidir.)” (f). “Yalanlama”: “is. 1. Yalanlamak işi. 2. Söylenen, söylendiği iddia edilen bir sözün, yazılan bir yazının yorumunda yapılan yanlışlığı söz veya yazıyla düzeltme, tekzip.” (g). (a) Sevan Nişanyan, “Sofist”, Nişanyan Sözlük, 5 Aralık 2015, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=sofist&view=annotated>; (b) TDK, ags., “Bilgicilik”, Güncel Türkçe Sözlük; (c) İbrahim Emiroğlu, “SÛFESTÂİYYE”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2009, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/37/C37012335.pdf> Cilt: 37, s. 468 (DİA‘da “sofist” aratıldığında İndiyye ve İnâdiyye çıkıyor ve bu ikisi Sûfestâiyye maddesine yönlendiriyor: İndiyye, <https://islamansiklopedisi.org.tr/indiyye>; İnâdiyye, <https://islamansiklopedisi.org.tr/inadiyye>); (d) TDK, ags., “İnkâr”, Güncel Türkçe Sözlük; (e) TDK, ags., “Yadsıma”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (f) Sevan Nişanyan, “İnkâr”, Nişanyan Sözlük, 17 Nisan 2015, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=inkar&view=annotated>; (g) TDK, ags., “Yalanlama”, Güncel Türkçe Sözlük; Erişimler: 21 Haziran 2019.
[306] Protagoras: Mö 490-420, Yunanistan, Yunan (a). Sokrat öncesi filozof. Sofistlerin kurucularından ve en önemlilerindendir. (a)(b). “İnsan her şeyin ölçüsüdür; var olanın var olmasının da, var olmayanın var olmamasının da.”. İki düşünceden birini doğru kılan, insanın onu kabul etmesidir. (b). Agnostik, Hümanist (c). Sofist: Sokrat’tan önce; din, felsefe ve bilim konularında bilgili ve bu bilgileri diğer insanlara açıklayan filozoflar. Geziciydiler ve para karşılığı eğitim verirlerdi. (d). Sofistler; söz sanatına, iknaya ve telkine önem verirlerdi (b). (a) Wikipedia Contributes, “Protagoras”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Protagoras>; (b) M. Rıdvan Güneş, ags., s. 4; (c) Wikipedia Contributes, “List of agnostics”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, ags. -121. dipnotta bk.-; (d) Wikipedia Contributes, “Sophist”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Sophist>; Erişimler: 8 Eylül 2015.
[307] John Locke: 1632-1704, İngiltere, İngiliz. Filozof, Avrupa’nın Aydınlanma Çağı kurucularından (a). Deist, Empirist/Deneyci (b). “Aydınlanma Çağı”: “XVIII. yüzyıl Avrupasında düşünüş ve inançların tüm baskılardan kurtularak usun kılavuzluğunda bağımsızlığa kavuştuğu dönem.” (c). (a) Wikipedia Contributes, “John Locke”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/John_Locke>; (b) Wikipedia Contributes, “List of deists”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/List_of_deists>; Erişimler: 8 Eylül 2015. (c) TDK, ags., “Aydınlanma Çağı”, BSTS – Tarih Terimleri Sözlüğü, Erişim: 22 Haziran 2019.
[308] Jean-Jacques Rousseau: 1712’de Cenevre/İsviçre’de doğdu, 1778’de Fransa’da öldü, Cenevreli. Filozof, yazar ve besteci. Siyasi fikirleri Fransız Devrimi’nin yaşanmasında rol almıştır. Hristiyan. Yanı sıra görüşleri deizme yakındır. Wikipedia Contributes, “Jean-Jacques Rousseau”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Jean-Jacques_Rousseau> Erişim: 8 Eylül 2015.
[309.1] Daimon: “1- Yunanca’da kişileştirilmiş belli bir tanrıdan (theos) ayrı olarak insanüstü, tanrısal etkinlikleri olan, kavranılamaz bir güce verilen ad. 2- Eski Yunan dünyasında Tanrı’yla insan, gökle yer arasında bulunan, sonradan iyi ve kötü ruhlar olarak ikiye ayrılan varlıklara verilen ad.” (a). Daimonion (uyarı ses): “Sokrates’in içinde duyduğu uyarıcı ses; bu ses onu yapmaması gereken (usa uygun olmayan, kişiliği ile bağdaşmayan) eylemlerden alıkoyar” (b). Daimon/daimonia: “Sokrat, hayatının önemli anlarında içinden bir ses işittiğini, bu sesin kendisini şu veya bu şekilde davranması yönünde uyardığını söyler. Bu sese o “dai-monion”um der. İkaz ve ihtar eden, sıradan işlerle uğraşmaktan alıkoyup bilgeliğe yönlendiren bu ses ona göre ilâhî bir sestir. Yorumcular bu sesin ilham perisi yani cin (daimonia) olduğunu söyleseler de Sokrat, hayatının yüksek bir kudretin elinde olduğuna ve bu yüce kudret tarafından sevk ve idare edildiğine samimiyetle inanıyordu.” (c). “Homeros’dan beri kullanılan daimon kavramı köken itibariyle ‘tanrısal varlık’ anlamına gelmektedir. En eski Yunanca metinlerde daimon (tanrısal varlık) ile theos (Tanrı) arasındaki ayrım net değildir. Ancak Hesiodos’un ‘İşler ve Günler’ başlıklı eserinde Olympia tanrıları theoi, daha alt düzeyden tanrısal varlıklar daimones olarak tanımlanmıştır. Tanrılar kural olarak bir mitle ilişkilendirilen bir isme sahipken, diğer tanrısal varlıklar birer kimlik olarak daha az tanınırlar. Geç Helenistik dönemde daimones kavramı çoğunlukla ‘kötü ruhlar’ ile aynı anlamda kullanılmaya başlamıştır.”“Antik dünyada demonlar yaşamın vazgeçilmez varlıkları olarak hemen her alanda karşımıza çıkarlar. Erken dönem Yunan yazınında, Homeros ve Hesiodos’un eserlerinde, demonlar doğaüstü güçleriyle farklı kılıklarda boy gösterirler. Ancak Geç Antikçağ felsefesinde ‘demon’ tanımı ilk kez Plâton (İÖ 427-347) tarafından yapılır. Symposion’da aşkın doğası tanımlarken ayrıntılı bir demon tasviri yapılır: “O halde ne olabilir ki bu Aşk? Bir ölümlü mü? … Tıpkı önceden söylediklerim gibi, ölümlü ile ölümsüz arası. … Büyük bir tanrısal varlık… Çünkü bütün tanrısal varlıklar tanrı ile ölümlü arasındadır. … İnsanların yaptıklarını, dua ve adaklarını tanrılara yetiştirmek; tanrılar katındaki işleri, buyrukları ve [adaklarını] karşılıklarını da insanlara aktarmak. Arada bulunduğu için de tamamen doldurur ikisinin arasını; öyle ki bütün evreni birbirine bağlar. Onun aracılığıyla gelir her türlü kehanet; hatta rahiplerin adaklarla, ayinlerle, büyülerle ilgili marifeti ve her türlü bilicilik ve bilicilik sanatı da. Tanrı insanla karışıp kaynaşmaz, ama uyurken de uyanıkken de tanrıların insanlarla <insanların da tanrılarla> her türlü birlikteliği, her türlü konuşması onun aracılıyla olur. Bu tür konularda becerikli olan kişi tanrısal bir adamdır; ama başka bir konuda, sanatlarda ya da bazı el sanatlarında becerikli olan kişiyse sıradan bir adamdır. Çok sayıdadır, türlü türlüdür bu tanrısal varlıklar. İşte Aşk da bunlardan biridir.”.“. Burada “…görüldüğü gibi Symposion’da demonların, tanrılar ile insanlar arasındaki konumu ve (aracılık) görevleri anlatılır. Tanrılar insanlarla doğrudan ilişki kurmadıkları için demonlar aracılık görevleriyle, evrenin düzeni (işleyişi) açısından önemli bir görev üstlenmiş olurlar. Her ne kadar varlıkları pozitif biçimde ortaya konsa da, insanlar onlarla daha çok büyücülük, falcılık, rüya tabirciliği ve benzeri kehanette bulunma tekniklerinin icrasında karşılaşacaktır. Daha sonraki yüzyıllarda demon kültüne atfedilen, tanrılar ile insanlar arasında aracılık üstlenme görevi, zararlı büyü pratiklerinin icracısı olma gibi kimi başat özelliklerin Plâton tarafından tanımlanmış olması, kuşkusuz önemlidir. Demonlara atfedilen bu temel özellikler, ilerleyen yüzyıllarda dinsel ve folklorik motiflerle beslenip zenginleşecektir.”“…demonların monoteist felsefe ile çoktanrıcılık arasında bir bağ kurulmasına imkân verdiği söylenebilir. Demonlar felsefî bağlamda üstlendikleri rolün yanında, halk dininde koruyucu ruh, hortlak, kötücül ruh, şeytanın neferi/işbirlikçisi gibi kimliklerle karşımıza çıkarlar.”. Ek olarak “Plâton’un öğrencilerinden Xenokrates[‘te] (İÖ 396/95-312/14)” iyi veya kötü demonlar ve bunların zaman zaman yeryüzüne inme kavramı daha belirgin bir hale gelmeye başlamıştır. Tabii buraya kadarki okuduğunuz kısım sadece Eski Yunan coğrafyası merkezli demon/daimon kavramına ilişkindir, oysaki aracı, kötücül güç ve saire gibi birçok kavram demonlardan çok önceleri “Eski Mısır, Eski İran, Uzakdoğu, Babil ve diğer Mezopotamya medeniyetleri” gibi birçok toplumda elbette ki vardı. (d). Yukarıda geçen “(…) İşte Aşk da bunlardan biridir.” kısmına dönelim ve burayı açıklayalım. Platon’un Symposion’unda Eros (yani Aşk ya da Sevgi) aslında hem bir daimondur hem de ilahi/uhrevi/aşkın/manevi bir aşktır. Yine Symposion’da şunlar geçer: “Daimonlar insanlardan tanrılara, tanrılardan insanlara haber, söz, dilek, adak ileten varlıklardır ve Tanrı ile insan arasındaki boşluğu doldururlar ve bütünlüğü sağlarlar. Rahiplerin kehanetlerinin, bilicilerin büyük bilgilerinin onlardan geldiği…” ifade edilir ve “…daimonun birçok türü olduğunu ve erosun da bu türlerden biri olduğu…” ifade edilir ve “Bu kabulü ise erosun nasıl meydana geldiği açıklaması izler. Erosun annesi, Penia (yoksulluk) bir ölümlüdür; babası Poros ise bir Tanrıdır, birden çok kaynağa sahip olma/bolluk anlamına gelir ve ölümsüzdür:” -Symposion’dan aynen- “Yoksulluk, Bolluk’tan bir çocuğu olmasını kurmuş, gitmiş yanına yatmış ve Sevgi’ye [eros e.ç.m.] gebe kalmış. … Sevgi… fikirlere, buluşlara düşkündür… bilicilikte, büyücülükte eşsizdir… Öylece Sevgi, hiçbir zaman ne yokluk içindedir, ne de varlık içinde. Bilgi ve bilgisizliğin ortasındadır.”. Şimdi parantez açıyorum, görüşüme göre burada geçen “Sevgi/Eros” ifadesi, Yeni Ahit’teki İsa karakterinin oluşturulabilmesine sebep olan çok sağlam bir öncüldür. Yine Symposion’da, Sokrates, hocası Diotima’dan Aşk’ın sırrını/sırlarını öğrenmeye çalışır (Diotima, Platon’un uydurduğu kurgusal bir karakterdir.), “Fakat bahsi geçen eğitim öyle bir anda gerçekleşen bir şey değildir; bir merdivenin başında duran kişinin eros yoluyla adım adım merdivenin basamaklarını çıkmasına benzer. En son basamakta duran kişinin karşısında duran ise kendinde güzelden, iyiden başka bir şey değildir…” (yani eros/aşk/sevgi merdiveninden -aracı olan- eros/aşk/sevgi aracı’lığıyla çıkılır) ve Diotima Sokrates’e şunları söyler: -Symposion’dan aynen- “Bunlar, Sokrates, Sevgi’nin senin de varabileceğin sırlarıdır. Bu sırların yücesine ve daha ötesine, düşüncesi doğru yolda olanın ulaşabileceği son durağa, bilmem, sen erişebilir misin? Yine de söyleyeceğim sana ne söyleyebilirsem, hiçbir şeyi esirgemeyeceğim senden, oraya ulaşabilmen için. Peşim sıra gel gelebilirsen.”. Tam bu noktada Sokrates kendini, Diotima’nın merdiveninin başında bulur. Attığı ilk adımda öğreneceği, insanın öncelikle tikel bir bedendeki güzelliğe karşı erosa sahip olduğudur. İkinci aşamada tikel bedende gördüğü güzelin tüm bedenlerde ortak olduğunu görür; tek tek bedenleri sevmekten tüm güzel bedenleri sevmeye yükselir. En son aşamada ise beden güzelliğinden ruhun güzelliğine geçer ve yalnızca kendinde güzele varan insan, diğer insanların aksine ölümsüzlüğe erer:” -Symposion’dan aynen, konuşan Diotima- “Böylece güzelliği ister istemez yaşayış, davranış yollarında görecek, hepsindeki güzelliğin aslında hep aynı güzellik olduğunu fark edecek ve böylece beden güzelliğine fazlaca kapılmamayı öğrenecek. Davranış, yaşayış yollarından bilime geçip, onlardaki güzelliği de görecek… önüne serilen engin güzellik denizi karşısında içi dolup taşacak, en güzel, en yüce sözlerle, sonsuz bilgi özleminin engin düşünceleriyle. Ve işte o zaman… güzelin bilgisine erecek… Bu güzellik artık hep var, doğumsuz, ölümsüz, artmaz, eksilmez bir güzelliktir… Bir güzellik ki… kendinden var, kendisiyle hep bir örnek… Bütün güzellikler ondan pay alır; kendisi onların parlayıp sönmeleriyle ne artar, ne eksilir, ne de bir değişikliğe uğrar.”. (e). (a) TDK, ags., “Daimon”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (b) TDK, ags., “Uyarı Ses”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (c) 26. dipnota bk.; (d) Haydar Akın, “Antikçağ’dan Yeniçağ’a Delilik, Melankoli ve Cinlenme – Avrupa’da Aykırı Olma Halleri Üzerine Tarihsel Bir İnceleme”, Hacettepe Ü., Doktora Tezi, 2014, <http://www.openaccess.hacettepe.edu.tr:8080/xmlui/handle/11655/1387> s. 218-221; (e) Esra Çağrı Mutlu, “Sokrates’in Öğretmeni Diotima”, Kilikya Felsefe Dergisi, Yıl: 5, Sayı: 1, Nisan 2018, <https://dergipark.org.tr/download/article-file/456005> s. 12, 15-17; Erişimler: 26 Temmuz 2019.
[309.2] “Erdem”: “1- İstencin ahlâksal iyiye yönelmesi. 2- İnsanın tinsel ve ruhsal yetkinliği. Felsefe tarihi boyunca erdem kavramına değişik anlamlar verilmiştir. Filozofların ahlâk öğretileri, genellikle erdeme -ahlâksal iyiye- verdikleri anlamla birbirinden ayrılırlar. Platon’dan beri temel erdemler olarak şunlar sayılır: bilgelik, yiğitlik, doğruluk, ölçülülük.”. TDK, ags., “Erdem”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü, Erişim: 22 Haziran 2019.

 

Ahlakta asıl kırılma yaratan filozof hiç kuşkusuz Sokrates’in yetiştirdiği ve onun felsefi dehasını üst sınırlara çeken ve sayesinde Sokrates’i yazıtları ile öğrendiğimiz Platon’dur. Platon; iyilik, güzellik, adalet gibi ideleri aşkın bir evrene / öte bir âleme yerleştirmiştir: Bir -üst/öz- ideler dünyası vardır, bir de onun yansıması olan gölgeler dünyası olan bu dünya vardır. İyi nitelendirilen kavramların her birinin aşkın dünyada -ontik kaynak olarak- ideleri vardır: Ayrıca insanın ürettiği her türlü idenin/düşüncenin merkezi orasıdır. Anımsama teorisiyle insan bu ideleri bu dünyada hatırlar. Platon, idelerin ontik kaynağını felsefede ilk kez insanın dışına yerleştiren filozoftur, buna idealist filozof denilir.

Kısa bir hatırlatma olarak, ontik/ontoloji, bir şeyin ne olduğunu araştırır: Mesela “yalan” dediğimiz şey insandan bağımsız nesnel bir şey mi, yoksa insana bağımlı insanın ürettiği bir şey mi? Bu konuda 3 tutum takınılabilir. 1- Ahlaki değerler / iyi ve kötü özneldir, kişiden kişiye değişir, kişiden/insandan kaynaklanır. 2- Bunlar, nesneler dünyası olan bu dünyadaki nesnelerden veya nesneler dünyasında oluşturduğumuz ilişkilerden soyutlanır. Bunun kaynağı toplumdur. 3- Platon’da olduğu gibi bunlar ideden kaynaklanır. Ki bu kavrayış daha sonra felsefede Tanrı’ya / Tanrı’nın bilgisine / Tanrı’dan kaynaklandığına evirilmiştir/dönüşmüştür.[310] (Not[311])

Platon’a göre bu dünya idelerin birer kopyasıdır/taklididir. Bu dünyanın en merkezî varlığı insandır. İnsan 2 değişmezden/tözden meydana gelir: Birisi maddi bedenidir, diğeri manevi ruhudur. Bu öğreti “Orpheus” geleneğinden Eski Yunan’a geçmiştir, Platon’dan önce Pisagor bu öğretiyi büyük ölçüde geliştirmişti. Platon’a göre ruhumuz, ideler dünyasında, bedene düşmeden önce bu iyi ideleri biliyordu, dünyaya/bedene düşünce bunları unuttu, fakat gölgeleri/nesneleri görünce anımsayarak bunları hatırladı. Bu herkesin hatırlayacağı anlamına gelmez. Filozoflar ve bilgeler bunu hatırlar ve onlar gölgelere bakmayı bırakıp, o öz olan gerçeklik/hakikat/ışık/güneş yolunda yürür. Bu, ruhun beden hapishanesinden kurtulması, zincirlerden kurtulup güneşe doğru yürümekle mitolojik veya simgesel olarak Platon’un “mağara alegorisi”nde anlatılmıştır. Yanı sıra o, üç parçalı ruh öğretisinde insan nefsini; akıl, öfke ve şehvet olarak üçe ayrırır. Ona göre gerçek/ahlaklı/hakikat yolunda yürüyen insanlar filozoflardır ve onlar, tanrısal/ideasal olan aklıyla bedene tabi olan ruhun öfke ve şehvet yetisi üzerinde denetim/uyum/kontrol kuran insanlardır. Onun nefs teorisinde -ya da ruh veya insan teorisinde- akılla öfke-şehvet durmadan çatışır.[310] (Orpheus ve Orfizm[312]) (“Alegori”[313])

O, Eski Yunan’daki 4 büyük erdemi, insanın bir yetisiyle ilişkilendirdi. Akıl yetisinin erdemi bigeliktir -bilgelik sevgisidir-. Bu, philo/sevgi ve sophia/bilgelik yani “philosophia” = “felsefe”dir. Araplar bunu hikmet olarak çevirmişlerdir. Akıl aynı zamanda Platon’un devlet teorisinde yöneticiye karşılık gelir, burada yöneticinin erdemi bilgelik haline gelir ve filozof, yönetici olmuş olur. Öfke yetisinin erdemi cesarettir. Bu, Platon’un “Politeia” -Devlet- adlı eserinde askerlere karşılık gelir. Şehvet yetisinin erdemi iffettir/namustur. Bu, “Politeia”da sıradan insanlara -üreticilere/işçilere- karşılık gelir.

Platon’a göre, eğer bir insan nefsinde “akıl” → öfke-şehvet yetilerini denetlerse/dizginlerse o kişi adil olur. Yine Platon’a göre, devlet teorisinde de, akıl olan bilge/seçkin/elit/filozof olan hükümdar, öfke olan askerlerle şehvet olan işçiler arasında bir denge sağlarsa / herkesin üzerine düşen görevi doğru yerine getirmesini sağlarsa, o devlet adil bir devlet olmuş olur. Böylelikle Platon, felsefe tarihinde ilk kez, ahlakla siyaset arasında köklü ontolojik bir bağ kurmuştur. Antik Yunan düşüncesindeki bu gibi kavramların günümüz dünyasında halen işlemekte olduğu aşikârdır.[310]

___________________
[310] Hasan Aydın, “Tanrı ve Ahlak…”, ags.
[311] İlgili paragraftaki üç tutuma görüşüme göre şunlar eklenebilir. 1.nin sonuna: İnsan bir şeye iyi derse o iyidir, kötü derse o kötüdür. 2.nin sonuna: Toplum bir şeye iyi derse o iyidir, kötü derse o kötüdür. 3.nün sonuna: Tanrı bir şeye iyi derse o iyidir, kötü derse o kötüdür.
[312] “Aslında Orpheus adında birisi yoktur, fakat tarih sahnesinde gerçek ile mit arasındaki yerini alır.”. Orfizm (Orphizm) Yunanistan’da “…çok tanrılı pagan dinleri arasından tek tanrı düşüncesini barındıran ilk pagan dindir.”. Yunanistan-Trakya dolaylarında (daha çok Atina’da) 6. yy. ve devamında oluşagelişegelmiştir (oluşup gelişmiştir). “Ruh göçü, ruhun ölümsüzlüğü, öte dünya inancı, çilekeş bir dünya hayatı sunma, insanı beden ve ruh olarak ikiye ayırma temel özelliklerindendir.”“5. yüzyılın sonlarında ve 4. yüzyılın başlarında kitleler üzerinde güçlü bir etki yaratan Orfizm’in doğuşunu gözlemleyebiliyor ve Heredotos, Euripides, Pythagoras (Pisagor) ve Plato’nun eserlerinde yansımalarına rastlayabiliyoruz.”. Orpheus, “…ölümsüzlük yolunu bulan ve bunu açıklayan, ilham dağıtan bir teologdur.”. Orfizm’de ezoterizm de vardır. Orpheus’un Mısır’ı ziyaret ettiği kimilerince söylenmektedir. Orfizm, Antik Yunan’daki Dionysos inanç külliyatı ile ilişkilendirilebilmektedir. “Iamblichus’a göre ise Pisagor ve Plato’nun “varolan her şey sayısal değerlere dayanmaktadır” tezinin dayanağı Orpheus’tur. Platon’un “Timaeus” adlı diyalog kitabının özü Orpheus’a dayanmaktadır.”. Orpheus’taki yer altına inip ruh kurtarma miti (Orpheus, eşi Eurydice, aşk, yer altı tanrısı Hades, cehennem deresi, kayık, kayıkçı ve kötü son vs.) (a), görüşüme göre -isimler farklı hikaye aynı olmak üzere- Sümerlerdeki yer altına inip ölü/insan/ruh kurtarma mitiyle neredeyse birebir aynıdır (The Descent of Inanna / İnanna’nın İnişi miti; Kral Ur-Nammu, Gılgamış ve sairenin de yer altına inmelerini ekleyebiliriz) (b). “Orphizm M.Ö. 6. yüzyılda gelişmeye başladı ve Pisagor’un görüşleriyle tamamlandı. Orfizm, ruhun tanrsallığını ve ölümsüzlüğünü, bedenin kirliliğini bildiriyor, ölümü bir kurtuluş sayıyordu. Orfizm’e göre içinde bulunduğumuz dünya öte dünya ile karşılaştırıldığı zaman önemsiz kalır. Çünkü orda her şeyi elde edebilme şansımız vardır. Platon, bilgi kuramını bu geleneğin etkisi altında geliştirdi. Çıkış noktası var olan dinlere karşı bir manifesto niteliğindeydi. İnsan iyi ve kötüden oluşan düalist bir yapıdan oluşur düşüncesini taşıyordu. Geleneksek Yunan düşüncesinin aksine, Orfik inançta, insan ruhu, bedenine ve bu dünyaya bağlı değildir. Ruh, gerçek insandır ve bedendeki hali geçici bir ziyaret halidir. Platon’un da belirttiği üzere Orfik inançta beden bir hapishanedir ya da mezardır. Ruh ise ölümsüzdür. Euripidies muhtemelen Orfizm’den etkilenerek şöyle der: “Ölüm bir hayattr.” İçinde bulunduğumuz dünya, günahlarımız için bir cezadır, insanoğlu ancak öte dünyada huzuru bulabilir. Manevi ve bedensel arınmayla ruh, günahlardan öte dünyada arınacak ve Tanrı’yla buluşacaktır. Orfizm, aslında Dionistik düşüncenin reforme edilmiş halidir. Dionysos kültü, sade, ilkel, basit, spontane ve duygusal iken, Orfizm, gelişmiş, gözden geçirilmiş, ayrıntılı ve entelektüel yanı olan bir öğretidir.”. Orfizm: “Yunanlıların ana dini olma başarısını elde edememesine rağmen, Yunanlılar arasında renkli felsefi tartışmalara yol açmıştır. Orfizm, Yunan düşünce dünyasının kalıplarını kırarak,yeni bir sayfa açmalarına neden oldu. O dönemde zihinlerde bir maya vazifesi görerek, düşüncelerini için yeni bir dürtü oluşturdu. M.Ö. 6. yüzyılda Yunanlıların önünde iki yol vardı: İonialı fizikçilerin takip ettiği rasyonel düşünce ve araştırma, diğeri ise Orfizm’in işaret ettiği mistisizm. Bu iki akım, ayrı ayrı mecralardan aksa bile, bir çok kez yeni bir şey oluşturmak için bir araya gelmişlerdir.”. Orfizm: “O dönemde yaygın olan politeist düşünceye karşı çıkarak panteizm düşüncesini ortaya koyar. Orfizm inancında tanrı tektir ve hangi form ve şekilde olursa olsun evrenseldir.”, bunun yanı sıra bünyesinde politeist ve düalist kavramları da barındırır. Beden maddi, ruh ise tanrısal bir özdür. İnisiye olanlara -inananlara- öte dünyada ödül, olmayanlara ceza, günahtan arınma, şeytan, ruhun ölümsüzlüğü, ruh göçü vardır. “Orfizm ve Pisagorculuk (Pythagorizm) aynı düşüncenin eril ve dişil formları olarak addedilebilir.”. Orfizm’deki mitoloji-din-ezoterizm (eril), Pisagor’la bilimselliğe (dişil) dönüşmüştür. Ayrıca Orfizm’in Hristiyanlık’la benzer yönleri çoktur, şu örneği kayda değer olarak gördüğüm için verereyim -Orfizm’in arka planındaki Dionistik kült içeriği bağlamında-: Zagreus (Dionysos) Zeus’un oğludur, Zagreus’u titanlar öldürür, Zeus da titanları öldürüp Zagreus’u -ikinci Dionysos olarak- tekrar hayata döndürür, sonra onu gökyüzüne yükseltir, sonra da ona bir krallık verir. (a) Fatih Mehmet Berk, “Düalist Bir Öğreti Olarak Orfizm”, Tarihin Peşinde, Sayı: 3, 2010, <http://www.tarihinpesinde.com/dergimiz/nisan2010/S3_06w.pdf> Erişim: 22 Haziran 2019, s. 107-116. (b) Bu sitedeki yazıma bk. 153, 162.1, 163, 171, 174 ve 179. konu.
[313] Alegori, metafor/mecaz ile benzerdir. “Alegori”: “is. ed. Bir görüntü, bir yaşantı veya bir davranışın daha iyi kavranmasını sağlamak için göz önünde canlandırıp dile getirme, yerine.”. TDK, ags., “Alegori”, Güncel Türkçe Sözlük, Erişim: 22 Haziran 2019.

 

Aristoteles, Platon’un öğrencisidir. O, hocamı da severim ama hakikati daha çok severim, diyerek ideler teorisini reddetmiştir. Yani tümellerin/idelerin, tikellerin/nesnelerin dışında bir varlığının olduğu fikrini reddetti. Bunun dışında Aristo bazı noktalarda Platon’a benzerdi. Ona göre ahlak, insan nefsiyle ilişkilidir. İnsan nefsi 3’e ayrılır: -besleme ve büyüme özelliklerine sahip- bitkisel nefs, -öfke, şehvet ve duyular olan- hayvansal nefs ve -akıl olan- insansal nefs. Kişinin öfke ve şehvet yetileri, en üst yeti olan aklı dinlemezse, o kişi hayvani bir insan olur. Kişi bilgi sahibi oldukça, eğitildikçe doğru seçimleri yapar, bilge olur, erdemli hale gelir. Bilge insan ahlaklı insandır. Karakter erdemleri de alışkanlıklarla kazanılır. Alışkanlık davranışlara, eğitim ise bilişe/düşünceye dönüktür. Kişi, cömertlik yapa yapa cömert olur, dürüstlük yapa yapa dürüst olur. Burada önemli olan “altın orta”yı bulmaktır, çok cömert olursanız savurgan, hiç cömert olmazsanız cimri olursunuz, ortayı bulmak yeğdir. Yine, yiğitliğin negatif ucunda korkaklık, pozitif ucunda ise çılgınlık vardır, önemli olan altın ortayı bulmaktır. Haz ve aşk gelip geçicidir. Düşünce ve karakter ortaklığı -evlilikte, dostlukta dahi- kalıcıdır. Platon’da ruh, “akılsallaştıkça”,  yani şehvet ve öfke yetisini yendikçe ideler/hakikatler âlemine doğru bir keşif yolculuğuna çıkar ve bu kişiyi mutlu eder, kişinin bu sayede faziletli/erdemli olması / kazanması onu mutluluğa götürür. Aristo da -idealar âlemi dışında- benzer olarak ahlaki değerleri, mutluluğun kaynağı olarak görmüştür.[314] (“Biliş”[315])

Yunanlılarda insandan çıkan bir diğer öğreti, Aristippos’un psikolojik ilkeden çıkarak savunduğu -egoist ve bencil olan- hazcı öğretisidir. İnsanoğlu, acı veren şeyden kaçar, haz verene yönelir. Böylelikle iyi ve kötünün belirleyicisi hazdır. Bu hazlar şehvet başlığı altında; yeme, içme ve sevişme iştahıdır. Gerçek mutluluk, bedensel hazlardır. Aristippos ile neredeyse aynı dönemlerde yaşayan Sokrat, Platon ve Aristo hazlara düşman değillerdi ama onların negatif sonuçlarının olduğunu görmüşlerdi: Onları akılla denetlemek gerek diyorlardı. O ise denetlenmenin gereğinin olmadığını, bu sayede mutluluğun oluşacağını ve iyinin belireceğini savundu. Yunan filozof Epikuros hazları 2’ye ayırır. Birincisi kinetik haz, bunlar -üstteki gibi- bedenî hazlardır, bunlar gelip geçicidir, fazlası insana zarar verir, gerçek mutluluk bunlarda değildir. İkincisi ise statik haz, bunlar bilgelik, adelet vb.dir. Asıl hazlar ve gerçek mutluluk bunlardadır. Felsefe tarihinde genel zeminde 2 büyük hazcı öğreti vardır: tensel/maddi/bedenî hazlar ve tinsel/manevi/uhrevi hazlar. Bir empirisist/empirist filozof olan David Hume’a göre, iyi değerlerin kaynağı insandır ve onun da kaynağı duygulardır. Bizdeki iyi ve kötünün kaynağı merhamet ve acıma duygusudur. Filozof Jeremy Bentham ve John Stuart Mill ise, yine insandan yola çıkarak, pragmatist/faydacı/yararcı eksende, eğer bir şey çok sayıda insana yarar sağlıyorsa iyi, zarar sağlıyorsa kötüdür demişlerdir.[314] (Aristippos ve Hazcılık[316]) (David Hume[317]) (Jeremy Bentham[318]) (John Stuart Mill[319])

___________________
[314] Hasan Aydın, “Tanrı ve Ahlak…”, ags.
[315] Türkçedeki bil|mek (bil-) sözcüğü, “Eski Türkçe bil- “bilmek” fiilinden evrilmiştir.”“Tarihçe (tespit edilen en eski Türkçe kaynak…) Eski Türkçe: [ Orhun Yazıtları, 735] körür közüm körmez teg bilir biligim bilmez teg boldı”; bilge (735), bilgi (1389), bilinç (1942), biliş vb. sözcükler de bil’den gelir/türetilmiştir. (a). Biliş: “Biliş kavramı, eğitim bilimleri literatüründe İngilizce ‘cognition’ ve Osmanlıca ‘vukuf’ kavramının karşılığı olarak kullanılmaktadır. Biliş kavramı, etimolojik olarak Latince ‘cognoscere’ teriminin karşılığı olup; bilmek, kavramsallaştırmak ve tanımak anlamına gelir. Kant, biliş kavramı için Latince ‘bilgiyi anlamlandırma’nın karşılığı olan ‘cognito’ ve Almanca ‘Erkenntnis’ terimlerini kullanmıştır. Hegel ise, görme, algılanma, ayırt etme ve fark etme anlamında ‘Erkennen’ terimini kullanmıştır. Bu terim “tanıma yoluyla bilme” anlamına gelen ‘kennen’ kavramına dayanır. Bu anlamda biliş, ‘bir şeyi bilme’ ve ‘öğrenmiş olma’ anlamındadır ki, kısaca ‘bilme’ ve ‘farkında olma’ biçiminde ifade edilebilir. Daha çok zihinsel süreçler bağlamında biliş kavramına yüklenen bu tanımlar, felsefi perspektifte ‘özne-nesne gerilimine dayalı zihinsel yapı değişikliği’ şeklinde tanımlanabilir. Biliş, sözlük anlamı olarak, Türk Dil Kurumu (TDK) sözlüğünde “canlının, bir nesne veya olayın varlığına ilişkin bilgili ve bilinçli duruma gelmesi” olarak tanımlanmaktadır. Britannica Sözlüğüne göre biliş (cognition), “bilme hareketi veya süreci” olup, “isteme veya hissetmeden farklı olarak her türlü bilme deneyimini (algılama, tanıma, anlama ve akıl yürütme) içeren zihinsel bir süreçtir”. Biliş’i bir “düşünme ve akıl yürütme yetisi” olarak ele alan Oxford Sözlüğü, bilişsel süreçlere, algılama, deneyim, hafıza, problem çözme ve yaratıcılığı da eklemektedir. Bilişi oluşturan bu süreçler, “kişinin kendisi ve başkaları hakkındaki bilginin kazanılıp yorumlandığı zihinsel süreçlerdir”. McGraw-Hill Science & Technology Encyclopedia sözlüğü, bilişi, “duyumlama, algılama, dikkat, öğrenme, hafıza, dil, düşünme ve akıl yürütmeyi de içeren, bilginin edinimi ve kullanımındaki içyapılar ve süreçler” biçiminde tanımlanmaktadır. Zihni özel bir çeşit bilgisayara benzeterek açıklamaya çalışan bilgi-işlem kuramı, biliş’i de, “bilgi-işleme işlevi” ile açıklanmaya çalışmıştır. Bu kurama göre, biliş, zihinsel süreçlerden oluşur. Neisser, biliş’i “duyusal girdi”nin dönüştürüldüğü, azaltıldığı, işlendiği, kaydedildiği, yeniden ele alındığı ve kullanıldığı tüm süreçler” olarak tanımlamaktadır.”. (b). (a) Sevan Nişanyan, “Bil|mek”, Nişanyan Sözlük, 3 Ekim 2018, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=bil-&view=annotated>; “Bilge”, 4 Ağustos 2015, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=bilge&view=annotated>; “Bilgi”, 10 Ocak 2018, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=bilgi&view=annotated>; “Bilinç”, 26 Eylül 2017, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=bilinç&view=annotated>; (b) Burhan Akpunar, “Biliş ve Üstbiliş (Metabiliş) Kavramlarının Zihin Felsefesi Açısından Analizi”, Turkish Studies, Cilt: 6, Sayı: 4, Sonbahar 2011, <http://www.acarindex.com/dosyalar/makale/acarindex-1423933909.pdf> s. 355, 356; Erişimler: 25 Haziran 2019.
[316] Aristippos: MÖ 435-356, Antik Yunan kenti Cyrene/Kirene, günümüz Libya’nın kıyısındaki Shahhat şehri, Yunan. Filozof. Sokrat’ın öğrencisi. Kirene okulunun kurucusu. Hazcı. (a). Hazcılık akımı için şu da söylenebilir; dünyaya -ilahi nedenlerle- sırt çevirmek yanlıştır, önemli olan dünyadan haz alabilmektir (a)(b)(c). “Haz”: “1- Duygunun, içinde bulunduğu durum bakımından temel niteliklerinden biri; acının karşıtı olarak hoşlanma, tad alma. 2- İstek duyulan bir şeyi elde etmeden doğan hoşnutluk duygusu. 3- Bir şeyden duyusal ya da tinsel sevinç duyma.” (d). “Hedonizm” (hazcılık): “(Yun. hedone = haz) : 1- Yaşamın anlamını hazda bulan dünya görüşü. 2- Haz=hedone’yi ahlâk ilkesi olarak kabul eden; ahlâk eyleminin ereğini ve ölçeğini hazda bulan ahlâk öğretisi. Burada ya a. bir anlık duyusal haz, ya da b. sürekli haz (tinsel haz) söz konusudur. Kyrene Okulunun kurucusu olan Aristippos hazcılığın da kurucusu sayılır. Aristippos’a göre haz veren şey iyidir, acı veren de kötü. Haz ile iyi aynı şeydir. İnsan her şeyden sevinç duymaya çalışmalı, her yaşama durumunda iyiyi, sevincin kaynağını bulmak istemelidir. Ancak Aristippos’un göz önünde bulundurduğu bir anlık haz duygusudur. Bu öğreti daha tinsel biçimde Epikuros’ta da karşımıza çıkıyor. Ona göre de, biricik iyi hazdır, “Haz bütün eylemlerimizin ereği olmalıdır”. Ancak Epikuros mutluluğun temelini ruhun dinginliğinde bulur, tinsel hazları duyusal hazların üstünde görür ve en yüksek erek olarak koyar; çünkü yalnız tinsel hazlar gelip geçici olmayan hazlardır, sürekli bir ruh durumu sağlarlar.” (e), “İnsan yaşayışında en büyük değerin ve başlıca amacın haz alma olduğunu; haz ile en iyinin birbirine eşit bulunduğunu; sürekli hazza ancak bilgelikle erişilebileceğini savunan bir felsefe ve ahlâk görüşü.” (f). “Sokrates’e göre, dine uygun olan şey, Tanrılar tarafından onaylanır. Bu iyi görülen şey, Tanrılar onu sevip onayladığı için iyi değildir. Bizzat kendisi iyi ve dine uygun olduğu için tanrılar onu sever ve onaylar. Sokrates’in ölümünden sonra onu takip eden Megara ve Kynikler erdem kavramı üzerinde yoğunlaşmışlardır. Kyrene mektebi ise hedonizmi savunmuştur. Kyrene’ye göre insan isteklerine kulak vererek ve onları tatmin ederek erdemli hale gelir. Ancak insan canının her istediğini yapmamalıdır. Burada en önemli mesele “ölçülü” olmaktır. Sokrates’e göre mutluluğa ulaşmanın yolu erdemli bir insan olmaktan geçer. Erdem ise bilgi ile özdeştir. Bilgisizlik kötülük ve erdemsizliği beraberinde getirir”“Hedonizm yani hazcılık akımının Sokrates’in öğrencilerinden Aristippos’a kadar dayandığı bilinmektedir. Bu akım zaman zaman bedensel hazza bazen de zihinsel, ruhsal hazlara yönelerek varlığını sürdürmüştür. Aristippos’a göre “Yaşamanın ereği hazdır. Haz, insanı insan eden duygudur. Bilgilerimiz, duygularımızla alabildiğimiz kadardır, bundan öteye geçemez. Öyleyse bize duyularımızın getirdiği hazza yönelelim ve acıdan kaçınalım.””“Hazcılık felsefesini, hazzın miktarı ve çeşidi bakımından ele alanları niceliksel hazcılık, manevi hazzın maddi hazza üstünlüğünü önemseyen niteliksel hazcılık olarak ikiye ayırmak mümkündür. Aristippos’un hazcılığı temelde yüzeysel bir düşünce gibi görünse de esasında bir ucunun içsel hazza dayandığı sonucunu çıkarmak mümkündür. Tıpkı Sokrates’in bilgeliği haz ile eşdeğer görmesi gibi Aristippos’ta da buna benzer bir sinyal sezilmektedir. Ancak Aristippos’un Sokrates’ten ayrıldığı nokta; onun hazzın kaynağı olarak bilgeliği değil, bilgeliğe götüren duyuları esas almasıdır. Aristippos, içgüdülerin sınırsız isteğine önlem olarak denge fikrini önermektedir. Lezzet isteği ile baş etmek ve bu arzunun insanı ele geçirmesini önlemek için istekleri dengede tutmayı öğrenmek tek çözümdür. İyi, insanın isteklerinin tatminiyle ortaya çıkar. İnsana haz veren şey iyidir. İnsan, insan olma özelliğini isteklerini dikkate alıp yerine getirdikçe kazanır. İnsanlık, hazlar yoluyla kazanılır. Bu kazanım insan için “en yüksek iyi”dir. Aristippos bu haz anlayışındaki tehlikeyi sezmiş ve tedbir olarak denge fikrini ortaya atmıştır. İnsanın mutluluğa ulaşmasının yolu, temel ihtiyaçlarını karşılamasından geçer. Zaruret olan ihtiyaçların bile aşırı tatmini insanı bilge bir hayat yaşamaktan alıkoyar. Ahlaksızlık, bedensel hazların tatminine aşırı önem vermekle ortaya çıkar. Hedonizm’de ahlakın amacı, zevklere ulaşmaktır. Hedonizm’in önemli temsilcisi Epikür doğal etikçi olarak adlandırılmaktadır. Bu adlandırılmanın sebebi, Epikür’ün doğayı gözlemlemesi sonucu bütün canlıların acıdan kaçınarak mutluluğa ulaştığını görmesidir. Epikür bu gözlemine insanları da dahil etmiştir. İnsan, acıdan kaçındığı ölçüde mutlu olabilir. Hedonizm’e göre bir eylem, bireye mutluluk getirirse doğru olur. Epikür doğru denecek davranışın kısa vadede değil uzun vadede mutluluk getirmesi gerektiğini söylemektedir. Zenon’a göre, kötülüğün kaynağı insandaki içgüdülerdir. İnsan ancak, bu içgüdüyü duymazlıktan gelebildiğinde erdemli bir hayat sürebilir. Epikür ile Kyniklerin hazcılığı birbirinden farklıdır. Epikür’e göre acı ortadan kalkınca haz ortaya çıkar. Kynikler ise hazzın asgari şeylerle elde edileceğini savunur ve bu sebeple bütün sosyal bağları reddederler. Dünya özünde kötüdür ve erdemi kazanmak için ona uymaktan vazgeçmek gerekir. Bu düşüncede ahlak, toplum için değil birey için önemlidir. Kyniklere göre erdemler kazanıldığında, mutluluk ortaya çıkar. İstekler ve arzular erdemlerin kazanılmasına en büyük engeldir. Bu düşünce ekolünün temsilcilerinden Stoa’ya göre isteklerin üzerinde erdemler egemen olduğunda insan, mutluluğa ulaşır. Ahlakın amacı Tanrı’ya benzemektir.”. (g). (a) Wikipedia Contributes, “Aristippus”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Aristippus>; (b) Wikipedia Contributes, “Hedonism”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Hedonism>; Erişimler: 9 Eylül 2015. (c) Abdülcelil Bilgin, “Kanaatin Veren Eli ile Kapitalin Homo Economicus’u Arasında Yaşanan Duygusal Salınımlar”, Anemon: Muş Alparslan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 2, 2017, <https://dergipark.org.tr/download/article-file/324999> s. 527, 531; (d) TDK, ags., “Haz”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (e) TDK, ags., “Hazcılık”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (f) TDK, ags., “Hazcılık”, BSTS – Eğitim Terimleri Sözlüğü; (g) Rabia Turan, “Soren Kierkegaard’ın Ahlak Anlayışı”, T.C. Fırat Ü., Yüksek Lisans Tezi, 2018, <https://openaccess.firat.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/11508/15612/514631.pdf?sequence=1> s. 8-10; Erişimler: 25 Haziran 2019.
[317] David Hume: 1711-1776, Britanya, İskoç. Filozof, tarihçi, ekonomist ve denemeci. (a). Agnostik. Empirist. Septik. (b). (a) Wikipedia Contributes, “David Hume”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/David_Hume>; (b) Wikipedia Contributes, “List of agnostics”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, ags. -121. dipnotta bk.-; Erişimler: 9 Eylül 2015.
[318] Jeremy Bentham: 1748-1832, İngiltere, İngiliz. Filozof , hukukçu ve sosyal reformcu. Modern Faydacılığın kurucusu. (a). Ateist (b). (a) Wikipedia Contributes, “Jeremy Bentham”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Jeremy_Bentham>; (b) Wikipedia Contributes, “List of atheist philosophers”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, ags. -116. dipnotta bk.-; Erişimler: 9 Eylül 2015.
[319] John Stuart Mill: 1806’da Britanya’da doğdu, 1873’de Fransa’da öldü, İngiliz. Filozof, politik ekonomist, parlamento üyesi ve devlet memuru. (a). Ateist (b). (a) Wikipedia Contributes, “John Stuart Mill”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/John_Stuart_Mill>; (b) Wikipedia Contributes, “List of atheist philosophers”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, ags. -116. dipnotta bk.-; Erişimler: 10 Eylül 2015.

 

Filozof İmmanuel Kant da insandan yola çıkarak, ödev ahlakında, göreceliliğe karşı evrensel bir değer ortaya koymak için, iyi niyet bağlamında, davranışların genel bir yasa olmasını ve davranışların insanı araç değil, amaç olarak görmesi gibi düşünceleri savundu. Bu ilkelerin kaynağı insan vicdanıdır. Onun 3 bilinemezi vardır. Tanrı var mı yok mu? Evrenin başlangıcı var mı yok mu? Ruh ölümlü mü ölümsüz mü? Bu bağlamlardan yola çıkarak vicdandaki bu ilkelere metafizik bir zemin de hazırlamaya çalıştı ve şunu savundu: İçimizdeki o vicdanın sesinden yola çıkarak Tanrı’nın varlığına ulaşabiliriz. Aslında böylelikle o, Tanrı’dan ahlaka gelen yolu, ahlaktan Tanrı’ya doğru giderek tersine çevirmeye çalıştı.[320] (Ödev, Deontoloji vd.[321])

Yunanlılardan modern döneme gelene kadar, Tanrı ve ahlak ilişkisinin felsefedeki ağırlıklı çıkış noktaları; akıl, haz, duygu ve vicdandır. Bunların hepsi insan kaynakladır. Büyük çoğunluk, insan ahlakını Tanrı’ya değil de yine insana bağlamışlardır.

Ahlak kavramına, toplumsal bir ilke olarak, Darwin’in evrim teorisinden sonra yeni bir yaklaşım olarak ortaya çıkan, tıpkı Darwin’deki doğal seçilim ilkesine benzeyen, neden ahlaklıyız sorusuna cevap veren bu görüş şunları savunur. Kendi kabilesi ile dayanışma içinde olan bir toplum, dayanışmanın olmadığı başka bir kabileyi yok ederek egemenliği altına alacaktır. Dayanışma, yardımlaşma gibi bu ilkeler, toplumsal seçilimi sağlayacaktır ve insanlıkla birlikte evrimsel süreçte gelişeceklerdir ve doğal seçilime katkı sağlayacaklardır. Böylelikle bu görüştekiler ahlakı, ahlaki evrimden yola çıkarak anlatmışlardır.[320] (Charles Darwin[322]) (“Doğal Seçim” -d. seçilim-[323])

Marksist düşünce de evrimsel düşünceye benzer. O, her şeyi sınıf savaşı ve üretim ilişkileri temelinde açıklar. Ahlak direkt insandan çıkmaz, insan ilişkilerinden çıkar, o da üretim ilişkilerinden çıkar. Üretim tarzı değiştikçe toplumsal yapı ve ilişkiler de değişir, buna bağlı olarak ahlak da kültürel olarak evrilir/değişir. Örneğin, köleci toplumun ahlak sistemindeki adalet kavramıyla feodal ya da sanayi toplumundaki adalet kavramı ve bir ütopya olan sınıfsız toplumdaki adalet kavramları aynı şeyler değillerdir. Feodal toplumdaki “hapis” kadın, sanayi toplumunda “özgür” olunca onun ahlakı da değişir. Karl Marx bütünüyle dinin, sanatın, felsefenin, hukukun ve ahlakın bir üst yapı kurumu olduğunu düşünmüştür ve bunlar alt yapıdaki üretim biçimleri, ilişkileri ve araçlarına sahip olan kişilerin konumuna bağlı olarak sürekli bir değişime ve gelişime tabidir. Din, her dönemde ezilenlerin vicdanıdır. Din, feodal toplumlarda feodal yapıyı benimsemelerini/içselleştirmelerini, “kaderciliği”, itaat etmeyi sağlamaları için “kullanılmış” bir tür afyondur: Yani “gücü elinde bulunduran kişi” insanları yönetmek ve onlara istediğini yaptırmak için dini kullanmıştır. Din bir afyondur.[320] (“Toplumsal Sınıflar”, “Üretim İlişkileri” vd.[324]) (“Ütopya”[325]) (“Afyon”[326])

___________________
[320] Hasan Aydın, “Tanrı ve Ahlak…”, ags.
[321] “Ödev”: “Yapmak zorunda olduğumuz, yapmamız gereken şey; ahlâkça yükümlü olduğumuz şey. Ödev duygusu: 1- Ödevlere karşı sorumluluk duygusu. 2- İstemelerimizin belirleyicisi olarak ahlâk yasası üzerine bilinç (Kant).” (a). “Ödev Etiği”: “Ödev duygusu dışında ahlaki değer taşıyan hiçbir motif olmadığını, bir eylemin sadece ödev ve yükümlülük duygusuyla yapıldığı zaman gerçek bir ahlaki değer taşıyabileceğini savunan etik görüş.” (b). “Ödev Bilimi”: “is. Bir mesleği uygularken uyulması gereken ahlaki değer ve etik kuralları inceleyen bilim dalı, deontoloji.” (c). “Deontoloji”: “Görev bilgisi, ahlak bilimi” (d), “(Sözcük anlamı: ödev bilimi) Ethik’i ödev bilimi olarak belirlemek üzere J. Bentham’ın kullandığı terim. (Deontology or the Science of Morality, 1834.) Bu sözcük Kant’ın anladığı anlamda bir ödev öğretisi için kullanılamaz; deontoloji, ahlaksal ödevleri, şu ya da bu toplumsal duruma göre, deney yolu ile incelemeyi dile getirir. Hekimlikte, hekimlik ödevleri kuramı olarak özellikle kullanılmaktadır.” (e), “1. Ödev bilgisi, yükümlülükler bilgisi, normatif bilgi. 2. Hekimin mesleki etkinlikleri sırasında, hastasına, hasta sahibine, meslektaşlarına ve topluma karşı, uymak ve uygulamak zorunda olduğu kurallar, tutum ve davranışların normatif bilgisi.” (f). “Deontolojizm”: “1. Ödevi ahlakın temeli olarak gören, bazı eylemlerin sonuçlarına bakılmaksızın, ahlaki bakımdan yapılması gereken eylemler olduğunu iddia eden etik anlayış. 2. Eylemlerin, kendilerinde veya kendi başlarına iyi veya kötü olduklarını savunan tavır.” (g). “Deontolojik Etik”: “Ahlaki eylemin doğruluğu veya ödeve uygunluğu üzerinde yoğunlaşan, belli birtakım şeylerin ilkeye dayandırılarak yapılması gerektiğini savunan, ahlaki eylemleri eşitlik, tarafsızlık veya evrenselleştirilebilirlik gibi ölçütlerle değerlendiren etik teori.” (h). “Deontolojik Sezgicilik”: “Etik tartışmalarda, yükümlülüğe değerden daha büyük önem veren görüş.” (i). (a) TDK, ags., “Ödev”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (b) TDK, ags., “Ödev Etiği”, BSTS – Veteriner Hekimlik Tarihi ve Deontoloji Terimleri Sözlüğü; (c) TDK, ags., “Ödev Bilimi”, Güncel Türkçe Sözlük; (d) TDK, ags., “Deontology”, İngilizce-Türkçe Sözlük; (e) TDK, ags., “Deontoloji”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (f) TDK, ags., “Deontoloji”, BSTS – Veteriner Hekimlik Tarihi ve Deontoloji Terimleri Sözlüğü; (g) TDK, ags., “Deontolojizm”, BSTS – Veteriner Hekimlik Tarihi ve Deontoloji Terimleri Sözlüğü; (h) TDK, ags., “Deontolojik Etik”, BSTS – Veteriner Hekimlik Tarihi ve Deontoloji Terimleri Sözlüğü; (i) TDK, ags., “Deontolojik Sezgicilik”, BSTS – Veteriner Hekimlik Tarihi ve Deontoloji Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 25 Haziran 2019.
[322] Charles Darwin: 1809-1882, Britanya, İngiliz. Doğa bilimci ve jeolog. Üniversitede eğitimci. (a). Agnostik (b). (a) Wikipedia Contributes, “Charles Darwin”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Charles_Darwin>; (b) Wikipedia Contributes, “List of agnostics”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, ags. -121. dipnotta bk.-; Erişimler: 10 Eylül 2015.
[323] “Doğal Seçim” (doğal seçilim / doğal seleksiyon): “Darwin’in evrim teorisine göre iklim, besin, rekabet vb. şartlara uyabilenlerin yaşamaya devam etmesi, uyamayanların ise yok olması. Doğal seleksiyon.” (a), “Tabiatte, karakterleri bakımından çevrelerine elverişli olmayan organizmaların yok olması ve en uygun karakterleri taşıyanların yaşamaya devam etmesiyle sonuçlanan bir doğal olay.” (b). (a) TDK, ags., “Doğal Seçim”, BSTS – Biyoloji Terimleri Sözlüğü; (b) TDK, ags., “Doğal Seçim”, BSTS – Zooloji Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 25 Haziran 2019.
[324] “Sınıf”: “Bir topluluk içinde, birbirlerinden ekonomik ve toplumsal yönlerden ayrılan ve aralarında karşıtlıklar bulunan bölüklerden her biri.” (a), “(…) 3- (Toplumbilimde): a. Aralarında ortak bir kültür ve yaşama düzeyi olan bireyler topluluğu, b. Toplumun yapısında aynı ekonomik koşullar ve ilişkilerle birbirine bağlı olan tabaka.” (b). “Toplumsal Sınıflar”: “1- Marksçı kurama göre: Üretim güçlerinin belli gelişme aşamalarında üretim araçlarını ellerinde bulundurup bulundurmama durumları, toplumsal işbölümü düzenindeki yerleri, zenginliklerini elde etmede kullandıkları araçlar ve bu toplumsal zenginliklerden aldıkları payın büyüklüğü bakımlarından birbirlerinden ayrılan geniş insan kümeleri. 2- Bir bölüm batılı toplumbilimciye göre: Gelir düzeyleri, yaşama biçimleri, toplumda gördükleri saygı ölçüsü bakımlarından birbirinden ayrılan, aralarında düşey devinim olanağı bulunan insan kümeleri.” (c). “Üretim İlişkileri”: “Marksist yaklaşımda, üretim araçlarının mülkiyet biçimi; çeşitli sosyal sınıfların üretimdeki yerleri; üretilen nesnelerin bu gruplar arasındaki dağılımı gibi unsurlara dayanan; altyapı ve üstyapıdan oluşan toplumu biçimlendiren ilişkiler bütünü.” (d), “ç. is. ekon. Toplum hayatında maddi zenginliklerin üretimi, değişimi ve dağılımı süreci içinde toplum üyeleri arasında ortaya çıkan ve insan bilincinden bağımsız olarak var olan nesnel, maddi ilişkiler.” (e). “Altyapı”: “(…) 2. Marksist yaklaşımda toplumsal gelişmenin belirleyici unsuru olan üretici güçler, bilgi ve teknolojik gelişme bütününden oluşan iktisadi yapı.” (f). “Üretici Güçler”: “Marksist yaklaşımda, üretim ilişkilerini belirleyen en önemli unsurları oluşturan; üretim sürecinin öznel ve nesnel etkenleri olan insan, üretim araçları, üretim örgütlenmesi, bilgi ve teknoloji gibi toplumun doğa üzerindeki değiştirici etkinliğinin araçları.” (g). “Üstyapı”: “Marksist yaklaşımda, altyapının üzerinde yükselen dil, din, ahlâk, ideoloji, siyaset, hukuk ve kültür gibi unsurlar bütünü.” (h). (a) TDK, ags., “Sınıf”, BSTS – Halkbilim Terimleri Sözlüğü; (b) TDK, ags., “Sınıf”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (c) TDK, ags., “Toplumsal Sınıflar”, BSTS – Toplumbilim Terimleri Sözlüğü; (d) TDK, ags., “Üretim İlişkileri”, BSTS – İktisat Terimleri Sözlüğü; (e) TDK, ags., “Üretim İlişkileri”, Güncel Türkçe Sözlük; (f) TDK, ags., “Altyapı”, BSTS – İktisat Terimleri Sözlüğü; (g) TDK, ags., “Üretici Güçler”, BSTS – İktisat Terimleri Sözlüğü; (h) TDK, ags., “Üstyapı”, BSTS – İktisat Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 25 Haziran 2019.
[325] “Ütopya”: “is. Gerçekleştirilmesi imkânsız tasarı veya düşünce.”. TDK, ags., “Ütopya”, Güncel Türkçe Sözlük, Erişim: 25 Haziran 2019.
[326] “Afyon”: “Haşhaş kapsüllerinin çizilmesinden sonra buradan sızan sıvının katılaştırılmasıyla elde edilen ve yapısında morfin, kodein, papaverin, noskapin vb. alkoloitleri içeren kahverenginde, mum kıvamında madde.” (a). “Haşhaş”: “Kapsüllerinin çizilmesiyle, yapısında morfin, kodein ve papaverin gibi alkoloitler içeren afyon adlı uyuşturucu nitelikteki ham madde elde edilen bir yıllık bitki.” (b). (a) TDK, ags., “Afyon”, BSTS – Farmakoloji ve Toksikoloji Terimleri Sözlüğü; (b) TDK, ags., “Haşhaş”, BSTS – Farmakoloji ve Toksikoloji Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 25 Haziran 2019.

 

Ahlak anlatımı din kitaplarında gerekçe verilmeksizin emirlerden oluşur. Örneğin, Tanrı adaleti emreder sözünde adaletin ne bir tanımı ne de bir tartışması vardır, sadece emrolunur. Farklı dinî inanç kitaplarında ahlak, adalet, iyi ve kötü kavramları birbirinden “farklı” uygulamalarla anlatılır. Dinlerde dinî kitaplarla ahlakı belirleyen Tanrı’dır ve onun sözleri tek doğru olandır. Bu buyrukların bir amacı yoktur, çünkü Tanrı dileseydi onları değiştirirdi: Bu, Tanrı eğer kötü bir şeye iyi deseydi o iyi olurdu bağlamındadır. Dinler, ahlakı dinî/kutsal kitaplarda arar, bulur ve uygular. Yanı sıra toplum içinde kendiliğinden oluşmuş adabımuaşeret veya gelenek/görenek gibi ahlak kurallarının neredeyse büyük çoğunluğu, şeri/dinî/kurani olan Kur’an’da veya diğer dini kitaplarda yazmaması, “ahlak” bağlamında bir sorun teşkil etmektedir. Ayrıca insan öldürmemek, çalmamak gibi ahlaki kavramlar, yani iyi ve kötü olguları, dinlerden önce insanlar arasında vardı. Yani ahlak, dinlerle çıkmamıştır. Örneğin kabile ahlakında; adalet, yardımlaşma, dürüstlük gibi ilkeler tartışılmaz olarak yüce/kutsal idi. Dinler, ahlakı dini -kendini- desteklemek için kullanmışlardır ve yer yer kendi faydaları için onların bazılarını evirmişlerdir. Bu bağlamlarda Tanrı ve/veya dinler olmadan da ahlak olur. Ahlak ve “iyi insanlık” dinlerin tekelinde olmamalıdır. Dindar da ve dine inanmayan da ahlaklı veya ahlaksız olabilir.[327] (Not[328])

Sonuç olarak -herkesin kabul edeceği- “evrensel iyi ve kötü” diye bir kavram var mıdır ya da iyi ve kötü kavramları sabit midir, yoksa değişken midir? Kuvvetle muhtemel bu kavramlar insandan insana ve özellikle de toplumdan topluma değişiklik gösterir. Yine kuvvetle muhtemel; iyi, kötü, güzel, çirkin gibi kavramlar insana aittir ve insan yok olduğunda bunlar da yok olacaktır: Ahlak, insan ilişkileri sayesinde, sosyalleşme ve kültürleşme sürecinde toplum içerisinde öğrenilir ve ahlakın kaynağı insan ve buna bağlı olarak insan ilişkileri ve toplumdur. İnsan, farklı ahlakları/kültürleri/toplumları tanıdıkça ahlak bilincini geliştirir.[327] (“Sosyalleşme” ve “Kültürleşme”[329])

___________________
[327] Hasan Aydın, “Tanrı ve Ahlak…”, ags.
[328] Kuran: Maide: 38- Hırsız erkek ve hırsız kadının, (çalıp) kazandıklarına bir karşılık, Allah’tan, ‘tekrarı önleyen bir ceza’ olmak üzere ellerini kesin. Bakara: 178- Ey iman edenler, öldürülenler hakkında size kısas* yazıldı (farz kılındı). Özgüre karşı özgür, köleye karşı köle ve dişiye karşı dişi. … 179- Kısasta sizin için hayat vardır. … Maide: 45- Biz onda, onların üzerine yazdık: Can’a can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve (bütün) yaralara (karşılık da) kısas vardır. (*Kısas: Kesmek anlamında kasastan gelir. Aynıyla mukabele etmek, misliyle karşılık vermek. Herhangi bir hakkı misli ile takas etmek. Yaralama ve öldürme olaylarında hukuki bir teamül ve amir bir hüküm olarak uygulanır. Caydırıcı etkisi dolayısıyla insanları öldürülmekten kurtardığı için Kur’an’da hayat kaynağı olarak anılmıştır.) (a). Hac: 60- İşte böyle; her kim kendisine yapılan haksızlığın benzeriyle karşılık verir, sonra aleyhine ‘azgınlık ve saldırıda’ bulunulursa, Allah, mutlaka ona yardım eder. (b) Nisa: 34- Allah’ın, bazısını bazısına üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde ‘sorumlu gözeticidir.’ Saliha kadınlar, gönülden (Allah’a), itaat edenler, Allah nasıl koruduysa görünmeyeni koruyanlardır. Nüşuzundan* korktuğunuz kadınlara (önce) öğüt verin, (sonra onları) yataklarda yalnız bırakın, (bu da yetmezse hafifçe) vurun. Size itaat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın. (*Nüşuz: Geçimsizlik yanında, aslında karşı cinste cinsel kıskançlık duygularını tahrik edecek uygunsuz davranışlarda bulunmak anlamına da gelir.) (a). Diyanet Vakfı: Nisa: 34- “…onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. …” (c). Nisa 11 ve 12. ayetlerde miras konusunda erkek kadından daha fazla para/mal alır: Nisa: 11- Çocuklarınız konusunda Allah, erkeğe iki dişinin hissesi kadar tavsiye eder. … (d). Nisa: 3- …kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlayın. … Bakara: 223- Kadınlarınız sizin tarlanızdır; tarlanıza dilediğiniz gibi varın. (a). A’raf: 178- Allah kime hidayet verirse o artık hidayeti bulmuştur; kimi şaşırtıp-saptırırsa artık onlar da hüsrana uğrayanlardır. (e). En’am: 111- Gerçek şu ki, biz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve her şeyi karşılarına toplasaydık, -Allah’ın dilediği dışında- yine inanmayacaklardı. (a). Ankebut: 21- Dilediğini azablandırır, dilediğine merhamet eder. … (f). Zümer: 23- …dilediğini hidayete erdirir. Allah kimi saptırırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur. (g). Ahzab: 50- … Biz, kendi eşleri ve sağ ellerinin malik olduğu (cariyeleri) konusunda onlar (mü’minler) üzerine neyi farz kıldığımızı bildik (size bildirdik). … (h). Mü’minun: 1- Mü’minler gerçekten felah bulmuştur; (i), 5- Ve onlar ırzlarını (iffetlerini) koruyanlardır; 6- Ancak eşleri ya da sağ ellerinin sahip olduklarına* karşı (tutumları) hariç; bu konuda kınanmış değillerdir. (*Kur’an’da “sağ” ve “sağ el” güç, hakimiyet ve itaattir. “Sağ ellerinin sahip olduğundan” amaç ise savaş esiri kadınların takas ve fidye gibi işlemlerden sonra Müslüman erkeklere bırakılan cariyelerdir.) (b), Mearic: 29- Ve onlar, ırzlarını (ferç) korurlar; 30- Ancak kendi eşleri ya da sağ ellerinin malik olduğu başka; çünkü onlar (bunlardan dolayı) kınanmazlar. (j). Nur: 33- … Sağ ellerinizin malik olduğu (köle ve cariyelerden)… (b). (a) Bu sitedeki yazıma bk. 347. konu. (b) Bu sitedeki yazıma bk. 351. konu. (c) Kur’an Ayetleri, <https://www.kuranayetleri.net/nisa-suresi/ayet-34>; (d) Kur’an Ayetleri, <https://www.kuranayetleri.net/nisa-suresi/ali-bulac-meali> Erişimler: 25 Haziran 2019. (e) Bu sitedeki yazıma bk. 348. konu. (f) Bu sitedeki yazıma bk. 352. konu. (g) Bu sitedeki yazıma bk. 354. konu. (h) Bu sitedeki yazıma bk. 353. konu. (i) Kur’an Ayetleri, <https://www.kuranayetleri.net/muminun-suresi/ali-bulac-meali> Erişim: 25 Haziran 2019. (j) Bu sitedeki yazıma bk. 360. konu.
[329] “Sosyalleşme” (toplumsallaşma): “is. top. b. Bireyin kişilik kazanarak belli bir toplumsal çevreye hazırlanması, toplumla bütünleşmesi süreci, sosyalleşme.” (a), “Kişinin, kendi kümesi ya da kültürü içinde yaşayanlar gibi davranmayı öğrenmesi.” (b). “Kültürleşme”: “Bir kültürün ya da bir kültür öğesinin başka bir kültüre girmesi sonucu her ikisinin de değişmeye uğraması süreci.” (c). “Kültürlenmek”: “(nsz) top. b. Bir arada bulunan iki bireyin veya etnik grubun değer yargıları ile kültürel birikiminin özellikleri birbirinden etkilenerek değişikliğe uğramak.” (d). (a) TDK, ags., “Toplumsallaşma”, Güncel Türkçe Sözlük; (b) TDK, ags., “Toplumsallaşma”, BSTS – Ruhbilim Terimleri Sözlüğü; (c) TDK, ags., “Kültürleşme”, BSTS – Budunbilim Terimleri Sözlüğü; (d) TDK, ags., “Kültürlenmek”, Güncel Türkçe Sözlük; Erişimler: 26 Haziran 2019.