Konu 60: Tanrı, Şeyler, Enformasyon, Panpsişizm, Axiarchic

Baruch Spinoza’ya (1632-1677) göre evren kendi kendisinin nedenidir (causa sui). Bütün gerçeklik tek bir sonsuz özden oluşur. Bu öze deniz dersek her bir şey bu denizin dalgalarından ibarettir. Deniz kalıcı, dalgalar geçicidir ama dalgaların özü de sudur. Bu sonsuz öz Deus ya da Natura’dır (Tanrı ya da Doğa). Tanrı doğadan ayrı değildir, doğayla birliktedir. Tanrı doğadır, doğa Tanrı’dır. Bu yüzden evren; sonsuz, ebedî ve kendi varlığının nedenidir. Burada evren bir dalga ama denize düştüğünde sonsuz oluyor. Bir rabbi (din adamı), Einstein’a, Tanrı’ya inanıyor musunuz, diye sordu, Einstein şu cevabı verdi: “Kendisini var olan şeylerin düzenli uyumunda gösteren Spinoza’nın Tanrısı’na inanırım, insanların kaderleri ve eylemleriyle meşgul olan bir Tanrı’ya değil.”.[1]

Spinoza’nın “Ethica” adlı kitabındaki kendi aksiyomlarına bakalım -“Tanrı” adlı 1. bölümde geçiyor-. Bana göre önemli olanları seçtim. “1. Var olan her şey ya kendi başına vardır, ya da başka bir şeye bağlı olarak. 2. Başka bir şey aracılığıyla kavranması mümkün olmayan bir şey kendi kendine kavranmak zorundadır. 3. Mevcut bir neden varsa bundan zorunlu olarak bir sonuç çıkar, ama mevcut bir neden yoksa bir sonuç çıkması da imkânsızdır.”.

Şimdi aynı bölümdeki kendi önermelerine bakalım. Bana göre önemli olanları seçtim. “1. Töz, doğası gereği, hâllerinden öncedir. 6. Tek olan töz başka bir töz tarafından meydana getirilemez. 7. Var olmak tözün doğasına özgüdür. 8. töz zorunlu olarak sonsuzdur. 11. Tanrı, yani her biri ezeli-ebedi ve sınırsız özünü ifade eden sonsuz sıfatlardan ibaret olan töz, zorunlu olarak vardır. 13. Mutlak anlamda sonsuz olan töz bölünemez. 14. Tanrı’dan başka bir töz ne var olabilir ne de kavranabilir. 15. Var olan her şey Tanrı’da vardır ve Tanrı olmadan hiçbir şey var olamaz ve kavranamaz. 16. Tanrısal doğanın zorunluluğundan sonsuz şekilde, sonsuz sayıda varlık (yani aklın sonsuz ufkuna dâhil olabilen her varlık) çıkmalıdır. 17. Tanrı kimsenin zorlamasıyla değil, sadece kendi doğasının yasalarına göre etki eder. 18. Tanrı her şeyin içkin nedenidir, geçici nedeni değildir. 19. Tanrı, ya da Tanrı’nın bütün sıfatları ezelî ve ebedîdir. 20. Tanrı’nın varoluşu ve özü bir ve aynıdır. 21. Tanrı’nın herhangi bir sıfatının mutlak doğasından çıkan her şey hep var olmak ve sonsuz olmak zorundadır, başka deyişle her şey söz konusu sıfattan dolayı ezelî-ebedî ve sınırsızdır. 22. Tanrı’nın herhangi bir sıfatından çıkan her şey, bu sıfat sayesinde zorunlu olarak var olan ve sonsuz olan bir nitelikle değişime uğradığında bile yine de zorunlu olarak var olmak ve sonsuz olmak durumundadır. 23. Zorunlu olarak var olan ve sonsuz olan her tavır, ya Tanrı’nın herhangi bir sıfatının mutlak doğasından zorunlu olarak çıkmalıdır ya da zorunlu olarak var olan ve sonsuz olan bir nitelikle değişime uğramış herhangi bir sıfatından. 26. Herhangi bir eyleme belirlenmiş bir şey, bu eyleme Tanrı tarafından zorunlu olarak belirlenmiştir, Tanrı tarafından belirlenmemiş bir şey kendi kendini bir eyleme belirleyemez. 29. Doğada olası hiçbir şey yoktur, tersine, her şey tanrısal doğanın zorunluluğu sonucunda belli bir şekilde var olmaya ve bir eyleme belirlenmiştir. 32. İradeye özgür neden denemez, sadece zorunlu neden denebilir. 35. Tanrı’nın kudretinde olması gerektiğini tasavvur ettiğimiz her şey zorunlu olarak vardır.”.[2]

Şimdi, Spinoza’nın yine aynı kitabının “Zihnin Doğası ve Kökeni” adlı 2. bölümündeki -bana göre önemli olarak seçtiğim- yine kendi önermelerine bakalım. “1. Düşünce Tanrı’nın bir sıfatıdır, yani Tanrı düşünen varlıktır. 2. Yer kaplama Tanrı’nın sıfatlarından biridir, başka deyişle, Tanrı yer kaplayan varlıktır. 3. Tanrı’da mutlaka hem kendi özünün hem de kendi özünden zorunlu olarak çıkan her varlığın fikri bulunur. 7. Fikirlerin düzeni ve bağlantısı, şeylerin düzeni ve bağlantısıyla aynıdır. 8. Var olmayan tekil şeylerin ya da tavırların fikirlerinin Tanrı’nın sonsuz fikrinde bulunduğu, tıpkı tekil şeylerin ya da tavırların biçimsel özlerinin Tanrı’nın sıfatlarında bulunduğunu idrak eder gibi idrak etmeliyiz. 20. Tanrı’da ayrıca insan zihniyle ilgili bir fikir ya da bilgi de bulunur, bu fikir, insan bedenine dair fikrin Tanrı’yla ilişkili olmasına benzer şekilde Tanrı’da bulunur ve aynı şekilde Tanrı’yla ilişkilidir. 33. Fikirlerde onlara yanlış dememizi doğrulayacak bir yan yoktur. 36. Yetersiz ve bulanık olan fikirler tam, yani açık ve seçik olan fikirler gibi aynı zorunluluğun eseridir. 45. Herhangi bir cisme ya da fiilen var olan tekil bir şeye ilişkin herhangi bir fikir, zorunlu olarak Tanrı’nın ezelî-ebedî ve sınırsız doğasını içerir. 48. Zihinde mutlak ya da özgür irade diye bir şey yoktur, sadece zihnin bir nedene bağlı olarak şu ya da bu seçimi yapması belirlenmiştir, aynı şekilde bu neden de başka bir nedene bağlı olarak belirlenmiştir 49. Zihinde seçim diye bir şey yoktur, yani bir fikrin fikir olarak içerdiğinden başka bir olumlama ya da olumsuzlama yoktur.”.[3]

Ludwig Wittgenstein “Tractatus Logico-Philosophicus” adlı kitabında kendi fikirlerini maddeler hâlinde yazmıştır. Bana göre önemli olanlarını seçtim, şimdi bunlara bakalım. “2.0121 Nasıl uzamsal nesneleri uzam dışında, zamansal olanlarını da zaman dışında hiçbir biçimde düşünemiyorsak, aynı şekilde, hiçbir nesneyi başka nesnelerle bağlantı olanaklarının dışında düşünemeyiz. Nesneyi olgu bağlamının bağı içinde düşünebiliyorsam, onu bu bağın olanağı dışında düşünemem. 2.031 Olgu bağlamında nesneler birbirleriyle belirli bir tarzda bağlantı içindedirler. 2.063 Toplam gerçeklik, dünyadır. 2.161 Tasarım ile tasarımlananda özdeş bir şeyin bulunması gerekir ki biri ötekinin tasarımı olabilsin. 2.172 Kendi tasarım kurma biçiminin tasarımını ise kuramaz tasarım, onu serimler. 2.174 tasarım, kendisini, kendi ortaya koyma biçiminin dışına koyamaz. 2.19 Mantıksal tasarım dünyanın tasarımını kurabilir. 3.03 Mantıksız olan hiçbir şeyi düşünemeyiz, çünkü o zaman mantıksız düşünmemiz gerekirdi. 3.13 Tümcede anlamının biçimi içerilir, ama içeriği içerilmez. 3.221 Bir tümce, bir şeyin ancak nasıl olduğunu söyleyebilir, ne olduğunu değil. 3.332 Hiçbir tümce kendi üzerine bir şey söyleyemez, çünkü tümce imi kendi kendisinin içinde kapsanamaz. 4.003 şaşmamalı ki, en derin sorunlar aslında hiç de sorun değildir. 4.0031 Bütün felsefe ‘dil eleştirisi’dir.”.[4]

Düşünceme göredir. Hiçbir şey bilmiyorsun. Hiçbirimiz hiçbir şey bilmiyor. Zaten ortada bilinebilecek bir şey yok. Hepimiz saçmalıyoruz, hepsi bu.

Düşünceme göredir. Hiçbir şey olmasaydı, sadece matematik olsaydı, matematik kendinin matematik olduğunu anlayabilir miydi, yoksa pi sayısının sonsuzluğunda kayıp mı olurdu, yoksa kendini mi bulurdu, bu sonsuzluktan da evrenler mi çıkardı…

Bir makine yapmak için önce beynimizde düşünürüz, tasarlarız, sonra o makineyi yaparız, burada bilgi ürüne dönüşmüş olur, yani bilgiden ürün (yapı) oluşmuş olur, buna bilişim veya enformatik denir. Enformasyon ise kısaca bilgi demektir (Nişanyan Sözlük “Enformasyon” ve TDK, GTS ve TDK, BTS -Bilişim Terimleri Sözlüğü- “Bilişim”). Bilginin biçimlenmesi, bilginin işlenmesi, bilişim, bilgiden varlığın oluşması gibi anlamlara gelen (Nişanyan Sözlük “Enformasyon” ve TDK, GTS ve BTS “Bilişim”)[5] “it from bit (enformasyondan varoluşa)” kavramının, varoluşun nasıl-ne(den)liğine dair ihtimallerden biri olabileciğini John Wheeler dile getirmişti. Wheeler, Feynman’a dersler vermiş ve Einstein ile de çalışmış bir fizikçidir. “It from bit” kavramında şu düşünüşler vardır. Bilimi bilim yapan şey fiziksel özelliklerin farklı olmasıdır, bu farkların ölçülmesidir. “Dolayısıyla evrenin hâlleri, katışıksız [arı, saf] enformasyon hâlleri olarak görülebilir.”. Astrofizikçi Arthur Stanley Eddington (1882-1944) şunu ileri sürmüştür: “Fizikte ele alınan nesnelerin doğasına ilişkin bilgimiz sadece aygıtların göstergelerindeki işaretlerin okunmasından ileri gelmektedir.”. Evrenin temeli enerjidir, enerjinin temeli de bilgidir, dolayısıyla enerji sözde bir olgudur. Evren, “temelinde hiçbir madde bulunmayan katışıksız bir farklılık akışından başka bir şey değildir, enformasyon, varoluş için yeterlidir.”. Edward Fredkin (d. 1934) ve Stephen Wolfram (d. 1959) evreni devasa bir simülasyon olarak düşünür. Evren “hücresel bir otomat”tır, bilgilerle fiziksel sonuçlar üretir. Burada bilgisayar benzeri bir şey mevcuttur ama fizikçi Frank Jennings Tipler’in (d. 1947) görüşünde bilgisayara bile gerek yoktur. Tipler’e göre kozmos, donanımın olmadığı yazılımdan oluşur, var olur, kozmos yazılımdır. Bir bilgisayar programının özü “bir sayı dizisi girdisini, bir sayı dizisi çıktısına dönüştüren bir kuraldır.”, fiziksel evrenin simülasyonu da sayı dizileridir, “katışıksız matematiksel bir” oluşumdur, matematiksel ilişkiler ağıdır. Tipler “En temel ontolojik düzeyde, fiziksel evren bir kavramdır.” der.[5]

İnsan zihni hakkında şunu söyleyebilirim. İnsan evrimle oluşmuştur ve evrende oluşmuştur, “Ee!”, o zaman insan zihni, “evren her ne olursa olsun” evrende oluştuğuna göre, evren, insan zihnini öyle veya böyle simüle etmiştir zaten.

“İdealist felsefe, var olan her şeyi ‘düşünce’ye bağlayıp ondan türeten, düşünce dışında nesnel bir gerçekliğin var olmadığını, başka bir deyişle düşünceden bağımsız bir varlığın ya da maddi gerçekliğin bulunmadığını dile getiren felsefe akımıdır.”[6] ya da idealizm geniş anlamda her türlü varlığı, düşüncenin ürünü ya da düşüncenin kendisi sayan bütün öğretileri kapsar.”.[7] “Materyalist felsefe ise, her şeyin maddeden oluştuğunu ve bilinç de dahil olmak üzere bütün görüngülerin maddi etkileşimler sonucu oluştuğunu öne süren, a priori (deneyimden önce-önsel) olan hiçbir metafiziksel [fizik dışı] kavramı kabul etmeyen felsefi kuramdır. Bir diğer deyişle madde, var olan tek tözdür ve madde tek veya esas gerçekliktir. Felsefenin ilk çıkış noktasında maddeci yaklaşım vardır.”.[6] Düalist felsefe evrenin iki ayrı tözden oluştuğu fikrini merkeze almaktadır. Zihin ve madde birbirinden bağımsız”[8] ya da “birbirini etkileyen”[6] “varoluşa sahip iki ayrı tözdür.”.[8] Çift görünüm ve özdeşlik felsefesi, “beden ve zihin bir üçüncü varlığın iki ayrı yönü olarak değerlendirilmiştir.”.[6] Agnostik gizemcilik, “bilincin doğasını ilkece bilme imkanımız olmadığını dile getir[ir]. “Panpsişizm, var olan her şeyin farklı derecelerde bilince sahip olduğunu, başka bir deyişle de var olan her şeyin zihinsellik niteliği taşıdığı fikrini savunmaktadır.”.[8]

Panpsişizme göre bilinç temeldir, sonradan oluşmamıştır, “oluş sürecinin başından itibaren vardır”. Her varlıkta belli derecelerde bilinç vardır. “Bir parçacıktan insana değin bilinç, evrenin her köşesinde bulunur. Buna göre, bilincin farklı tezahürleri (atom bilinci, hücre bilinci, kedi bilinci, insan bilinci, vd.) aynı tema üzerindeki varyasyonlardır, denilebilir.”. Atom altı parçacıklarda, tekli atomlarda bilinç neredeyse önemsizdir, atomların birleşmesiyle bilinç de gittikçe artar, atomlar ne kadar karmaşık birleşirse -örneğin beyin gibi- bilinç seviyesi de o kadar yükselir.[9] Bu görüşü savunanlar bunun, kuantum dolanıklılığıyla bağlantılı olabileceğini de düşünür. Kuantum dolanıklılığında parçacıklar, dolanık hâle girdiklerinde “bireysel kimliklerini kaybedip birleşik bir sistem gibi hareket etmeye başlar”. Fizikte kuantum dolanıklılığında “bütün[ün], parçaların toplamından daha fazlası hâline” gelmesi diye bir durum düşünülebileceğinden, buradaki “daha fazla hâl” bilinçle ilişkilendirilebileceğinden ve evrenin oluşum süreci düşünüldüğünde evrenin tamamının bir evrensel bilinç olabileceği ve dolayısıyla evrendeki küçükten büyüğe her parçanın da bu evrensel bilincin sözde farklı varyeteleri -küçükten büyüğe, düşük dereceden yüksek dereceye, basitten karmaşığa farklı bilinç hâlleri- olduğu düşünülebilinir. (Kitabı buraya kadar okuyanlar, bu cümlede ne demek istediğimi çok iyi anlamıştır, diye düşünüyorum.) Thomas Nagel, David John Chalmers (d. 1966), William James, Roger Penrose gibi isimler panpsişizme yakın olanlar arasındadır.[9][10] [Yorumuma göre, belki de bir yerde olan bir olayın genişleyerek daha büyük bir olaya yankılanması, örneğin ABD’de kendini bilmez bir polisin siyahi birini -George Perry Floyd (1973-2020)- yok yere öldürmesiyle orada başlayan gösterilerin tüm dünyaya yayılması, “selfie” çekiminin tüm dünyaya yayılması vd., kuantum dolanıklılığı veya benzeri başka bir tuhaflıktan ötürü oluyor olabilir.]

“Nötral monizm ise bunların [yani evrenin, varoluşun, varlığın özünün, neliğinin] ne maddesel/fiziksel ne de zihinsel olduğunu fakat ikisinin ötesinde, onlara benzemeyen (bu nedenle nötr) ve bilinemeyen üçüncü bir töz olduklarını ileri sürer. Buna göre, madde ve zihin onlardan daha temel olan nötralden türerler.” (olgusallaşırlar, aksiyomlanırlar ya da evrenin sıfır enerji durumunu, kuantumu hatırlayın vs., belki de daha ekstrem bilmem nesi.). Fizikçi Louis de Broglie’nin (1892-1987) ifade ettiği gibi “‘…bilince ve maddeye aynı şeyin farklı yönleri’ olarak bakmamız icap edecektir.” (Bu üç nokta kaynakta vardı.).[9]

Şimdi, kozmolog John Andrew Leslie’ye (d. 1940) bakalım. Onun “axiarchic” görüşüne göre, gerçeklik, bizim varmak istediğimiz gibi bir gerçeklik değildir. Bütün, parçalarının toplamından daha büyüktür. Sonsuz sayıda, sonsuz zihin vardır, bu zihinlerden her biri her şeyi bilir. Bizim evrenimiz, bu zihinlerden birinin “düşüncesi”dir. Sonsuz bir zihin, sonsuz sayıda evreni düşünür. Tüm olasılıkları düşünür. Bu yüzden bizim evrenimizde olan kötülükler de -yani evrenimizin kötücüle yakın olması da- bu olasılıklardan biridir. Sonsuz evren skalasında iyi evrenler-kötü evrenler bakımından her olasılık vardır. Tüm evrenler, bu “zihindeki düşünsel örüntüler gibi bir arada” bulunur. Bu zihin eğer tüm evrenleri aynı düşünseydi, o zaman “değer” diye bir şey olmazdı. Bir sergide tüm tablolar aynıysa o sergi hiçbir işe yaramaz. Sonsuz zihin “bütün kozmik örüntüleri düşünen bir zihindir”. Her evren gerçekliğe, küçük bir değer katkısında bulunur. Sergideki en kötü tablo bile iyi tabloların değerinin anlaşılmasını sağlar. Her evren gerçekliğin bir parçasıdır. Platon ve Leslie’ye göre “iyilik” mantıksal değil, zorunlu bir varoluştur. İyilik, hiçlikten ötedir, hiçbir şeyin var olmamasını iyilik engeller, bu, etik gerekliliktir. Leslie bu görüşlerini, Platon’un “mükemmel bir varlık olan iyilik”inden türettiğini kendisi söylemiştir. Leslie’ye göre, içinde bulunduğu şeyi açıklamaya çalışan bir şey, açıklanacak şeyin içinde olduğu için, açıklanacak şeyin bir parçası olduğu için açıklama yapılamaz. Spinoza “her şeyi yaratan şeyin ‘değer’ olduğu”nu düşünüyordu, yani her bir şey değerliydi, iyiydi. O, her şeyi yaratan bu “değer”i, sonsuz bir öze benzeterek anlatmaya çalıştı. Onun etkilendiği isimler arasında Platon da vardır. Yine Leslie’nin ifadesine göre, tutarlılık küçük zihinlerin erdemidir, büyük bir zihin her yerde tutarsızdır. Değer, zihinden ötedir. Bir şeylerin olması için -zihin vs. gibi- belli şeylere ihtiyaç yoktur, “değer” kendiliğinden yeterlidir. Burada bir “ilk neden” de aranamaz, çünkü bu bir olgudur, gerekçedir, gerekliliktir. Bu, “olay nedenselliği”, “amil (fail, özne) nedenselliği” ve -veya- “mantıksal nedensellik” değildir, bu, “olgusal nedensellik” olduğu için soyut bir gerekçedir. Bu gerekçe de “nedensel [bir] açıklama… [ve] döngüsel olmayan bir çözüm” sunar. Mantıksal nedensellikte bir şey, bir şeyden sebep-sonuç olarak var olur, ama olgusal nedensellikte bir şeyin var olması gereklilik ve -ya da- zorunluluk bağlamında “kendiliğinden” soyut bir gerekçeliliktir.[11]

Filozof Richard Granville Swinburne’e (d. 1934) göre, “zorunlu ahlaki doğrular analitik doğrular olup olumsuzlanması tutarsızlıkla, çelişkiyle sonuçlanan doğrulardır ve bunların doğruluğu Tanrı’nın iradesinin dışında olabilir.”.[12] Ben de -tam bu noktada- şu soruyu sorarım: “İyiliğin zorunlu olması, Tanrı’nın iradesi dışında mıdır?” A) Evet B) Hayır. Eğer evetse “İyilik” Tanrı’dan daha büyük olmaz mı, yani “İyilik”in ta kendisi aslında Tanrı olmaz mı! Eğer hayırsa iyilik ezelî ve ebedî değildir, o hâlde Tanrı mutlak iyi değildir, sonucu çıkmaz mı!

Filozof David Hume’un “nedensellik” hakkındaki görüşlerine bakalım. “Tüm fikirlerimiz izlenimlerimizin kopyalarıdır.”. Düşündüklerimiz algıladıklarımızdandır. Nedensellik, bize aklımızın bir oyunudur. Tabiatta nedensellik (sebep-sonuç) yoktur. Etrafımızdaki gördüğümüz olayların birbirini takip etmesi -aynı şeylerin aynı şeyleri takip etmesi, tekrarlanması-, bizde algılayamadığımız -deneyimleyemediğimiz- sözde bir sebep-sonuç algısı yaratır, bu algı da alışkanlık olarak bizde devam eder ve her bir şeyde zorunlu bir sebep-sonuç ararız, düşüncelerimizdeki bu alışkanlıkla her bir şeye sebep-sonuç olarak bakarız, hâlbuki bu sadece bir alışkanlıktır, şekillenen düşünsel eğilimimizdir, bu düşünsel yanılsamamızı doğaya da yansıtma isteğimizdir. Tabiattaki şeyler arasında sebep-sonuç bağlantısı yoktur, zorunlu bir bağlantı yoktur, çünkü olaylar sürekli bir aradadır. ‘nedensellik’ ilkesi doğayı kendi düşüncemize uygun olarak yorumlama sırasında başvurduğumuz ve zaten kendisi de düşünce kaynaklı olan bir ilkedir.” yani neden-sonuç bir insan uydurmasıdır. “…varoluşu bir başka” şeyin “varoluşunu gerektiren hiçbir” şey yoktur. Hiçbir şey birbiriyle bağlantılı değildir, her bir şey ayrıdır. Kısaca, bir olayda olan neden-sonucu görürüz ama bu bir yanılsamadır, çünkü o olaydaki neden-sonucun ta kendisini elimizle tutamadığımızdan, gözümüzle göremediğimizden vs. (deney ve duyumlayamadığımızdan) bu, insanın bir düşüdür. Dolayısıyla “neden” kavramı önemsiz ve anlamsızdır.[13]

 

Kaynaklar

[1] age., s. 44.

[2] Benedictus de Spinoza (Baruch Spinoza), “Ethica: Geometrik Yöntemle Kanıtlanmış ve Beş Bölüme Ayrılmış Ahlak” [ISBN: 978-975-997-209-7], Çeviren: Çiğdem Dürüşken, Kabalcı Yayınevi: 339, Felsefe Dizini: 45, 1. Baskı, Nisan 2012, İstanbul, s. 28-31, 36, 40, 41, 47, 48, 52, 53, 55, 58, 60, 62, 69.

[3] age., s. 83, 84, 87, 89, 111, 120, 122, 134, 135, 137, 139.

[4] Ludwig Wittgenstein, “Tractatus Logico-Philosophicus” [ISBN: 978-975-342-559-9], Çeviren: Oruç Aruoba, Metis Yayınları, 7. Baskı, Ekim 2013, İstanbul, s. 17, 21, 23, 25, 27, 29, 33, 41, 47.

[5] Jim Holt, age., s. 220-222.

[6] Hamdi Korkman, “İlkçağ’dan Başlayarak Bilimsel Düşüncenin Gelişim Seyri İçerisinde Psikoloji’nin Yeri”, Asya Öğretim Dergisi [e-ISSN: 2148-2659], Cilt: 3, Sayı: 1, 2015, [PDF] <https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/17646>, Erişim: 27 Şubat 2021, s. 2, 15, 16 [(+) eklediğim kalıcı arşiv kay: https://web.archive.org/web/20221218183521/https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/17646].

[7] Meral Gülkaya Timurturkan, “Felsefi Bedenden Sosyolojik Bedene”, ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar [e-ISSN 1309-1328], Cilt: 1, Sayı: 1, Temmuz 2008, [PDF] <http://ethosfelsefe.com/sites/default/files/2021-09/FELSEFI%20BEDENDEN%20SOSYOLOJIK%20BEDENE[1].pdf>, Erişim: 27 Şubat 2021, s. 3 [kalıcı arşiv kay: https://web.archive.org/web/20220209161317/http://ethosfelsefe.com/sites/default/files/2021-09/FELSEFI%20BEDENDEN%20SOSYOLOJIK%20BEDENE[1].pdf].

[8] Mehtap Doğan, “Bilincin Doğasına Yönelik Beş Temel Yaklaşımın Bir Değerlendirmesi”, MetaZihin: Yapay Zeka ve Zihin Felsefesi Dergisi [ISSN: 2651‑2963], Cilt: 1, Sayı: 1, Haziran 2018, [PDF] <https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/959896>, Erişim: 27 Şubat 2021, s. 26 [(+) eklediğim kalıcı arşiv kay: https://web.archive.org/web/20221218183725/https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/959896].

[9] Ferhat Onur, “Bilinç Problemi ve Panpsişizm”, MetaZihin: Yapay Zeka ve Zihin Felsefesi Dergisi [ISSN: 2651-2963], Cilt: 2, Sayı: 1, Haziran 2019, [PDF] <https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/750755>, Erişim: 28 Şubat 2021, s. 73‑76 [(+) eklediğim kalıcı arşiv kay: https://web.archive.org/web/20221218183818/https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/750755].

[10] Jim Holt, age., s. 225-228 (“bireysel kimliklerini kaybedip…” ve “bütün[ün], parçaların toplamından…” alıntıları Holt’tandır, 334. sonnottan değil.).

[11] age., s. 232-235, 237-239, 244, 245.

[12] Ferhat Akdemir, “Ahlâki Normların Ontolojik Kaynağı ve Epistemolojik Değeri Bağlamında Din/Tanrı‐Ahlâk İlişkisi”, Muhafazakâr Düşünce [ISSN: 1304-8864], Yıl: 5, Sayı: 19-20, Kış-Bahar 2009, [PDF] <https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1181727>, Erişim: 1 Mart 2021, s. 47 [(+) eklediğim kalıcı arşiv kay: https://web.archive.org/web/20221218183923/https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1181727].

[13] Mehmet Demirtaş, “‘Her Değişmenin Bir Nedeni Vardır’ Sentetik A Priori Önermesi Doğrultusunda Kant, Hume ve Gazali’de Nedensellik İlkesi”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi [ISSN: 1301-1197], Cilt: 18, Sayı: 2, 2014, [PDF] <https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/220998>, Erişim: 1 Mart 2021, s. 370‑376 [kalıcı arşiv kay: https://web.archive.org/web/20200214232544/https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/220998] [https://doi.org/10.18505/cuifd.254729].