Konu 366: ANTİK YUNAN FELSEFESİNİN İSLAM DÜŞÜNCESİNE VE DÜŞÜNÜRLERİNE ETKİSİ

 

7. yy.da Arap bölgesinde entelektüel birikimden söz etmek neredeyse imkânsızdır, yanı sıra şiirleri, mitolojik hikâyeleri ve çöl şartlarına uygun gelenekleri sözsel olarak mevcuttur. Bunun dışında pek bir şey yoktur. Araplarda bu tarihlerde “yazı” pek gelişmemiştir. Çevresinde Aramca ve Süryanca dilleri vardır. Yahudilerin Hicaz bölgesinde etkinlikleri mevcuttur.[1] (Felsefe hakkında[*]) (Arap bölgesi[2])

Hicaz’da 7. yy.a kadar yazılı kültür gelişmemiştir, sözlü kültür vardır. Araplar ilk kez Hz. Muhammed ile bir kitap sahibi olmuşlardır. O Kur’an’dır. Hz. Muhammed Kur’an’ı kitaplaştırmamıştır. O öldükten sonra Hz. Ebû Bekir döneminde Kur’an kitaplaştırılmıştır. Hz. Muhammed döneminde Kur’an neden kitaplaştırılmadı? Bu da ayrı bir tartışma konusudur. Hz. Ebû Bekir’de kitaplaştırılan Kur’an Hz. Ömer’den sonraki Hz. Osman döneminde “gözden” geçirilmiştir.[1] (Hz. Muhammed, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman[3])

Kur’an’ın kitaplaştırıldığı dönemde Arap alfabesinde nokta işaretlendirmeleri yoktu. Örneğin “b, t, s” harflerinin işareti aynıdır: İşaretin altına bir nokta koyarsak b, üste iki nokta koyarsak t ve üste üç nokta koyarsak s olur. Şu anki elimizdeki Kur’an metni 10. yy.da standartlaştırılmış bir metindir.[1] (Kur’an’ın kitaplaştırılması hakkında[4])

Hz. Muhammed öldükten sonra Arapların amacı kuzeye doğru yayılmaktır. Bu sayede İslam Irak, İran ve Suriye taraflarına yayılmaya başlamıştır. Kimilerine göre bu tasarı Hz. Muhammed döneminde vardı. Öyle ki Suriye üzerine yürünecekken Hz. Muhammed vefat etmiştir. Sonrasında Araplarda iç ayaklanmalar çıkmış, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer “dış hedefler” göstererek bunların önüne geçmeyi hedeflemiştir. Böylece “fetih” hareketleri başlamıştır.[1] (Not[5]) (Not[6]) (“Fetih”[7])

Hz. Muhammed Araplara ilk kez kitaplı bir din ve yine ilk kez tek tanrılı bir din vermiştir. Yanı sıra Arapları ilk kez “devlet düzeni” çatısı altında birleştirmiştir. Bu Araplar Hicaz bölgesindekilerdir. Hz. Muhammed Medine İslam Devleti’ni kurmuştur. Hz. Muhammed vefat ettikten sonra 100 yıl gibi kısa bir sürede bu devlet büyük bir başarı ile Hindistan’dan İspanya’ya kadar çok geniş bir alanı ele geçirmiştir. Hz. Muhammed’in kurduğu kabileler topluluğu imparatorluğa evrilmiştir. İslam dünyasındaki bilimsel, felsefesel ve dinsel gelişmeler bu fetih hareketleri süresince olmuştur. Yani farklı kültürlerdeki gelişmeler alınarak kendi gelişmeleri sağlanmıştır. Başlangıcı ise Emevilerin son dönemlerinde “Antik Yunan Kültürü”ne ilgi duyulması ile başlamıştır.[1] (“Devlet”[8]) (Emeviler tarih aralığı[9])

___________________
[1] Hasan Aydın, “Antik Yunan Felsefesinin İslam Düşüncesine ve Düşünürlerine Etkisi”, Viacademia, 15 Mart 2014, <https://youtu.be/XX9OBCjnVT4> Erişim: 14-30 Nisan 2015. (Dipnotlarda geçen Hasan Aydın’ın sunumları; Inspeak ve Paltalk adlı sesli sohbet programlarındaki, Türkiye bölümündeki -sahibinin Erdem Akyüz olduğu- Academia adlı bir odada gerçekleşmiştir. Aydın, sunumlara görüntüsüz olarak mikrofonla katılmıştır).
[*] Felsefe’nin geniş tanımını yapmadan önce etimolojisine -kökenine- bakalım. Türkçedeki felsefe sözcüğü, “Arapça flsf kökünden gelen aynı anlama gelen falsafa(t) فلسفة sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Eski Yunanca philosophía φιλοσοφία “«bilgelik-sevme», felsefe” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Eski Yunanca philósophos φιλόσοφος “«bilgelik-seven», filozof” sözcüğünden +ia ekiyle türetilmiştir.”“Tarihçe (tespit edilen en eski Türkçe kaynak…) felsefī “felsefeci” [anon., Tezkiretü’l-Evliya terc., 1341] imam bir kez hammāmdayıdı. Bir kişiyi gördi futasız oturmuş. Birinceler eyitdi felsefīdür. Birinceler eyitdi dehrīdür.”. (a). Türkçedeki feylesof sözcüğü, “Arapça flsf kökünden gelen faylasūf veya fīlasūf فيلسوف “felsefeci” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Eski Yunanca philósophos φιλόσοφος “«bilgelik seven», felsefeci” sözcüğünden alıntıdır. (İlk kullanımı: Pythagoras, Yun. filozof (MÖ 5. yy).) Bu sözcük Eski Yunanca phílos φίλος “seven” ve Eski Yunanca sophós σοφός “bilge, bilgin, üstad” sözcüklerinin bileşiğidir.”“Tarihçe (tespit edilen en eski Türkçe kaynak…) [ Kutadgu Bilig, 1069] ajun faylasūfı neçe tıldam erse [dünya filozofu ne kadar güzel konuşsa (dilli olsa)]”“Ek açıklama: Pythagoras’ın sophós “bilge” sıfatını tevazudan uzak bulduğu için bu deyimi tercih ettiği rivayet edilir. | Arapça sözcük, Yunan filozoflarını Arapçaya tercüme eden Abū Yūṣuf al-Kindī (796-873) tarafından yaygınlaştırılmıştır.”. (b). Türkçedeki filozof sözcüğü, “Fransızca philosophe “felsefeci, feylesof” sözcüğünden alıntıdır. Fransızca sözcük Eski Yunanca aynı anlama gelen philósophos sözcüğünden alıntıdır.”“Tarihçe (tespit edilen en eski Türkçe kaynak…) [Cumhuriyet – gazete, 1930] Yüzelliliklerden Filozof Rıza Tevfik”“Türkçede öteden beri cari olan Arapça kaynaklı feylesof yerine 20. yy başlarında belki “Filozof” lakaplı Rıza Tevfik sayesinde yaygınlık kazanan Fransızca biçimdir.”. (c). Türkçedeki fil(o)+ eki, “Fransızca ve İngilizce philo+ “[bileşik adlarda] seven, sevgi” parçacığından alıntıdır. Fransızca parçacık Eski Yunanca phílos φίλος “1. sevilen, sevgili, 2. seven” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Eski Yunanca philéō φιλέω “sevmek” fiili ile eş kökenlidir.” (d). “Felsefe”: “(Yun. philosophia < philia – sevgi, sophia – bilgi, bilgelik) Bilgi, bilgelik sevgisi. Varolanların varlığı, anlamı ve nedeni üzerine sorularla ortaya çıkmış. Önceleri dinin ve söylencelerin yanıtladığı bu sorular, eleştirel bir düşüncenin ve gözlemenin konusu yapılınca felsefe doğmuştur. Philosophos sözcüğü ilkin Herakleitos’ta görülüyor (Herakleides Pontikos, bu sözcüğü ilkin Phyhagoras’ın kendisi için kullandığını söylerse de güvenilir bir kaynak değil); ama philosophia terimi kesin anlamını Platon ve Aristoteles felsefesinde kazanmıştır. Platon’a göre felsefe, doğruya varmak, var olanı bilmek için düşüncenin yöntemli bir çalışmasıdır. Aristoteles’te felsefe, var olanın ilk temellerini ve ilkelerini araştıran bilimdir, kısaca: ilkeler bilimidir. Sonradan felsefe değişik anlamlar kazanmıştır: 1- Bilimlerin anası olarak felsefe: a. Nesnelerin temeline inmek üzere yapılan bilimsel araştırmada kımıldatıcı, yönetici güç. b. Bilimlerin ön ve temel bilimi. 2- (Özellikle 19. yüzyılın ortalarından beri) Tek tek bilimsel araştırmaları bilimsel araçlarla bütünleyen ve yetkinleştiren çabalar: a. Tüm bir evren tablosuna varmak üzere bilimler arasında bağlantı kurma. b. Bilimsel bilginin ilkeleri, varsayımları ve yöntemleri üzerine eleştirel düşünme, c. Bilimsel araştırmalarla insan yaşamı arasında bağlantı kurma. 3- Kendine özgü araştırma yöntemleri geliştiren bilimsel-kavramsal düşüncenin kuşatıcı, bağımsız, kendine özgü biçimi: çözümleme, eytişim, özbetimlemesi (görüngübilim- fenomenoloji), yorumsama (hermeneutik), varoluşu uyandırma (varoluşçuluk) vb. 4- Bütün bilimsel bilgileri aşma olarak: a. Karşıtlar içinde birliğe varma (Alman idealizmi), b. Kuramsal olarak artık temellendirilemeyen, usdışı (irrasyonel) olan, kişisel yaşantıların ve yaşamın derinliklerinden çıkan değerlere ve değerler düzenine varma (yaşama felsefesi), c. Varoluşun özgürlüğü ve tarihselliği temelinden kalkarak koşulsuz olana, salt olana varma (varoluşçu felsefe). Felsefe iki temel bölüme ayrılır: 1- Sistematik felsefe: Bunun da temel dalları: fizikötesi ya da varlıkbilim (ontoloji), mantık, bilgi öğretisi, ahlâk felsefesi (ethik) ve estetik (sanat felsefesi); ayrıca bunlara ek olarak tarih felsefesi, kültür felsefesi, toplum felsefesi, dil felsefesi, hukuk felsefesi, din felsefesi, doğa felsefesi vb. dallar. 2- Felsefe tarihi: a. Filozofların yaşam ve öğretilerinin tarihi, b. Felsefeyi ve felsefe yapıtlarını çağların ve toplumların kültürel, toplumsal bağlantıları içinde kavramaya ve ortaya sermeye çalışan düşünce tarihi, c. Felsefe sorunlarının tarihi, d. Tarih dönemlerine göre ayrılmış felsefe tarihi e. Felsefe akımlarını ele alan felsefe tarihi vb.” (e). Felsefe: “Varlık, bilgi ve değerler alanıyla ilgili problemleri akılcı, tenkitçi yöntemlerle inceleyen ve temellendiren sistemli fikrî faaliyetler bütünü.”“Grekçe “sevgi” anlamına gelen fila ile “hikmet” anlamına gelen sofiadan oluşan ve “hikmet sevgisi” demek olan filasofia kelimesi Arapça’ya felsefe şeklinde geçmiştir. Milâttan önce VII. yüzyıla kadar, varlığın ilkeleri üzerinde düşünen ve varlık hakkında genel bir teori ortaya koyanlara “hakîm” anlamında sofos (bilge) denmekte iken, anlatıldığına göre ilk defa Pisagor insana sofos denemeyeceğini, çünkü gerçekte sofosun” yüce, yücelik, Tanrı, mutlak, salt (kısaca en bilmem ne) “olduğunu ileri sürmüş, insanın ise ancak fila-sofos olacağını söylemiştir. O dönemden sonra varlığı daha derinden kavrayıp tutarlı bir şekilde yorumlayanlara filasofos (hikmeti seven) denmiş ve bu kelime Arapça’ya feylesûf (çoğulu felâsife) olarak geçmiştir. Tarihte bu unvanla anılan ilk düşünürün ise Thales olduğu bilinmektedir.”“Felsefenin ilk defa nerede ortaya çıktığı, hangi problemler üzerinde yoğunlaştığı ve ilk temsilcilerinin kimler olduğu gibi hususlar felsefe tarihçilerinin öteden beri tartıştığı konulardır. Ancak felsefenin Batı Anadolu’daki eski bir İyonya şehri olan Milet’te doğduğu, daha sonra Yunanistan’a geçerek orada geliştiği anlaşılmaktadır. Öte yandan dinî ve mistik karakter taşıyan Doğu hikmet ve düşüncesinin önceliği kabul edilmekle birlikte insan aklının araştırıcı, irdeleyici ve sistemleştirici özelliğinin ürünü olan felsefe Grek menşelidir.”. (f). (a) Sevan Nişanyan, “Felsefe”, Nişanyan Sözlük, 9 Şubat 2019, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=felsefe&view=annotated>; (b) Sevan Nişanyan, “Feylesof”, Nişanyan Sözlük, 9 Şubat 2019, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=feylesof&view=annotated>; (c) Sevan Nişanyan, “Filozof”, Nişanyan Sözlük, 9 Şubat 2019, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=filozof&view=annotated>; (d) Sevan Nişanyan, “fil(o)+”, Nişanyan Sözlük, 8 Ekim 2017, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=fil(o)%2B&lnk=1>; (e) TDK, ags. -adı geçen site- -dipnot 7’ye bk.-, “Felsefe”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (f) Mahmut Kaya, “FELSEFE”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1995, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/12/C12023396.pdf> Cilt: 12, s. 311; Erişimler: 22 Haziran 2019.
[2] “Hicaz”: Mekke, Medine ve civarında. Mustafa Sabri Küçükaşcı, “HİCAZ”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/17/C17023156.pdf> Erişim: 20 Mayıs 2019, Cilt: 17, s. 432, 433. (TDV: Türkiye Diyanet Vakfı).
[3] Hz. Muhammed: MS 570’te Mekke’de doğdu, 632’de Medine’de öldü, Arap (a). Tüccar amcası Ebu Talip ticaret amaçlı Suriye’ye giderken, 9-12 yaşlarındaki Hz. Muhammed’i de yanında götürdü. Sonrasında 10’lu yaşlarda iken Mekke’de, gerek akrabalarının gerekse de başkalarının koyunlarını çoban olarak güttü: 15-20 yaş aralığındayken (b), Hilfü’l Fudül adlı; Kabe’yi koruyan, savaş eğitimi veren ve haksızlığa uğramışları koruyan bir tarikata/gruba katıldı (b)(c). Sonrasında ticaret hayatına başlayarak tüccar oldu. Satılan ürünler kumaş, tahıl vb. idi. O’nun ticaret amacıyla Mekke dışındaki gittiği -bilinen- yerler şunlardır; -günümüz- Bahreyn -iç taraf-, Birleşik Arap Emirlikleri -bu ikisi Basra Körfezinin batısında-, Yemen -aşağı Arabistan-, Habeşistan -Mısır’ın altı- ve Suriye, bu panayırlara; Hint, Çin, Mezopotamya, İran ve Arap alıcılar ve satıcılar geliyordu. Bu ticaret gezileri onun, çevredeki kültürleri ve dinleri öğrenmesini sağladı. (b)(d)(e). Bunlar 20 yaşını aşkınken oluyorken, etrafından, ticari seyahatlere çıkma teklifleri de alıyordu. Tüccarlıkta gelişti, başarı elde etti ve zengin oldu. Uzun bir süre tüccarlık yaptıktan sonra, 40 yaşında İslam Peygamberi oldu. (b). Hz. Muhammed, İslam’ı; Mekke ve Medine çevresine savaşlarla yaymıştır (f). Hz. Ebu Bekir: 573’te Mekke’de doğdu, 634’te Medine’de öldü (g). Arap. Hz. Muhammed (54 yaş), Ebu Bekir’in kızı Ayşe (10) ile evlendiğinden, Ebu Bekir, Muhammed’in kayınpederidir. (h)(i). Ebu Bekir, Hz. Muhammed’den 3 yaş küçüktür. Hz. Muhammed’in 632’de ölümüyle, kendisi 60 yaşındayken, 2 sene sürecek olan, İslam dünyasının ilk halifesi/hükümdarı olmuştur (“Hulefâ-yi Râşidîn’in birincisi”). Elbise/kumaş tüccarıdır. Suriye, Yemen gibi yerlere ticaret amaçlı gitmiştir. 40 yaşına gelirken zenginliği vardır. Mekke halkının ileri gelenlerindendir. Hz. Muhammed’in yanından hiç ayrılmadı. İlk Müslüman olanlardandır (h). Halife olduktan sonra İslam’ı -İslam Devleti’ni-, Arabistan’ın güneyine ve kuzeyine savaşlarla yaymıştır, tüm Arabistan Yarımadası ve Suriye ile Irak’ın aşağı yarısı alınmıştır (g)(j)(k). Hz. Ömer: 584’te Mekke’de doğdu, 644’te Medine’de öldü (l). Arap. 634-644 yılları arasında, İslam dünyasının ikinci halifesidir/hükümdarıdır (“Hulefâ-yi Râşidîn’in ikincisi”). Kızı Hafsa (20), Hz. Muhammed (55) ile evlendirildiğinden, Ömer, Hz. Muhammed’in kayınbabasıdır. (m)(n). Ömer, Hz. Muhammed’den 14 yaş küçüktür. Gençliğinde deve güden bir çobandır. İçkiye ve kadına düşkündür. İyi at binip iyi silah kullanır. Pehlivan yapılıdır. Okuma-yazma bilir, şairdir. Tüccardır. Suriye, Irak ve Mısır’a ticaret için gitmiştir. İslam’ın 6. yılında -616’da- Müslüman olmuştur, ondan önce Müslümanlara işkence yapmıştır hatta Hz. Muhammed’i öldürmeye bile kalkışmıştır. Hz. Muhammed ile Ömer yeni nüzul/nazil olan ayetler hakkında beraberce konuşup sohbet ederlerdi. Hz. Muhammed ile Ömer birçok konuda istişare ederlerdi. Ömer’in bazı görüşleri nazil olan ayetlerle teyit edilmiştir. Ömer’in görüşlerinden/söylemlerinden sonra bu görüşlerin aynıları Kur’an’a ayet olarak gelmiştir, İslam’da bu ayetlere “Muvafakat-i Ömer Ayetleri” denilir. Fazla vergi alıyorsun diyen bir vatandaş tarafından Ömer, sabah namazını kılarken hançerlenerek öldürüldü. (m). Ömer, sert ve savaşçı biriydi (m), ve İslam’a -İslam Devleti’ne- -Ebu Bekir’den aldığı bayrakla- şuraları kattı/aldı; Filistin, Suriye, Irak, Anadolu’nun güneydoğusu, İran, Horasan, Ermenistan, Azerbaycan ve Mısır (l)(o)(r). Hz. Osman: 579’da -Mekke’nin aşağısında ve ona çok yakın bir şehir olan- Taif’de doğdu, 656’da Medine’de öldü, Emevi Arabı (p). 644-656 yılları arasında, İslam Devleti’nin 3. halifesidir/hükümdarıdır (“Hulefâ-yi Râşidîn’in üçüncüsü”). Osman, Hz. Muhammed’in kızları Rukıyye ve Gülsüm ile evlendiğinden, o, Hz. Muhammed’in damadıdır. Hz. Muhammed’den 9 yaş küçüktür. Babası Mekke’nin en zengin tüccarlarındandır. Kendisi de tüccardır. İlk Müslümanlardandır. Hz. Muhammed’in vahiy katiplerindendir -gelen vahiyleri yazan, kaleme alanlar-. Hz. Muhammed’in yaptığı savaşlarda ona maddi/para ve manevi destek verdi. Ömer’in de danışmanlarındandır. Emevi kabilesinden olan Osman, halifeliğinde, devletteki tüm önemli görevlere -Ümeyye/Emevi olan- akrabalarını atadı. Bu durum İslam dünyasında karışıklıklara yol açtı. (s). (Hz. Muhammed, Haşimi kabilesindendir; Osman, Emevi kabilesindendir. Bu iki kabile Arap Kureyş kabilesinin kollarıdır. Emevi kabilesi, Kâbe koruyuculuğu görevinde Haşimilerden üstündür. İkisi de hac/ticaret için kullanılan Kâbe’yi gözetirdi. (t)(u)(v)(y).) Osman’ın devleti pervasızca yönetmesi sonucu, ayaklanan halk, Osman’ı evinde öldürdü (s). Ömer’in aldığı yerlerin üstüne Osman, sınırları az olarak genişletti (p)(z)(z1). Araplar, İslam’ı ve İslam Devleti’ni yayarken aldıkları yerlere Arap ailelerini yerleştirmişlerdir. Böylelikle o bölgeleri ve oradaki diğer insanları bilinçli bir şekilde Araplaştırmışlardır. Mısır, Irak, Suriye, Filistin vb. yerler tamamıyla; Anadolu, İran, Horasan, Kürt bölgesi, Türkistan vb. yerlerin de belli şehirleri Araplaştırılmıştır. (z1). (a) Wikipedia Contributes, “Muhammad”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Muhammad>; (b) Mustafa Fayda, “MUHAMMED”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2005, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/30/C30015789.pdf> Cilt: 30, s. 408-410; (c) Cihangir Gener, “Batıni Bir Ekol: İsmaililik – İsmaili İnançlarının Türk ve Batı Dünyası Üzerindeki Etkileri”, Historical Sense, 14 Nisan 2002, <http://historicalsense.tripod.com/Archive/Ismaililik_2.htm>; (d) Murat Sarıcık, “Hz. Ömer: Adalet Timsali”, Nesil Yayınları, İstanbul, 1. Baskı, 2009, <https://books.google.com.tr/books?id=xYgbCAAAQBAJ&dq=Murat+Sarıcık,+Hz.+Ömer:+Adalet+Timsali&hl=tr&source=gbs_navlinks_s> <https://books.google.com.tr/books?id=xYgbCAAAQBAJ&pg=PP1&dq=Hz.+Ömer:+Adalet+Timsali&hl=tr&sa=X&ved=0ahUKEwjY7trg8YbjAhWQGBQKHRTgDiAQ6AEIMTAC#v=onepage&q=muşakkar&f=false> Google-Kitaplar’dan bakılmıştır, “9. Pazarlar ve Pazarların Önemi” adlı bölümdeki Muşakkar ve Deba Panayırları kısımları; (e) Mustafa Ağırman, “DEB”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1994, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/9/C09003300.pdf> Cilt: 9, s. 61; Erişimler: 12 Ağustos 2015. (f) Erdoğan Aydın, “Nasıl Müslüman Olduk?”, Kırmızı Yayınları, İstanbul, 23. Baskı, 2008, s. 58. (g) Wikipedia Contributes, “Abu Bakr”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Abu_Bakr>; (h) Mustafa Fayda, “EBÛ BEKİR”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1994, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/10/C10003681.pdf> Cilt: 10, s. 101, 102; (i) Mustafa Fayda, “ÂİŞE”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1989, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/2/C02000736.pdf> Cilt: 2, s. 201; (j) أبو بكر الصديق. ويكيبيديا.<https://ar.wikipedia.org/wiki/أبو_بكر_الصديق>; Erişimler: 12 Ağustos 2015. (k) Erdoğan Aydın, age. -adı geçen eser- -üstte-, s. 45, 58. (l) Wikipedia Contributes, “Umar”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Umar>; (m) Mustafa Fayda, “ÖMER”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2007, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/34/C34023522.pdf> Cilt: 34, s. 44-47; (n) M. Yaşar Kandemir, “HAFSA”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1997, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/15/C15005248.pdf> Cilt: 15, s. 119; (o) عمر بن الخطاب. ويكيبيديا. <https://ar.wikipedia.org/wiki/عمر_بن_الخطاب>; Erişimler: 12 Ağustos 2015. (r) Erdoğan Aydın, age. -üstte-, s. 58, 60. (p) Wikipedia Contributes, “Uthman”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Uthman>; (s) İsmail Yiğit, “OSMAN”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2007, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/33/C33010976.pdf> Cilt: 33, s. 438-442; (t) İsmail Yiğit, “EMEVÎLER”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1995, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/11/C11023404.pdf> Cilt: 11, s. 87, 88; (u) İsmail Yiğit, “ÜMEYYE b. ABDÜŞEMS”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2012, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/42/C42013677.pdf> Cilt: 42, s. 302, 303; (v) İbrahim Sarıçam, Mustafa Öz, “HÂŞİM (Benî Hâşim)”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1997, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/16/C16005680.pdf> Cilt: 16, s. 403, 404; (y) Casim Avcı, “KUREYŞ (Benî Kureyş)”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2002, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/26/C26008596.pdf> Cilt: 26, s. 442, 443; (z) عثمان بن عفان. ويكيبيديا. <https://ar.wikipedia.org/wiki/عثمان_بن_عفان>; Erişimler: 13 Ağustos 2015. (z1) Erdoğan Aydın, age. -üstte-, s. 53, 58.
[4] İlk önce İslam Ansiklopedisi’ne (DİA) sonra da M. İlmiye Çığ’a bakalım. DİA. Kur’an’daki surelerin ve surelerdeki ayetlerin asıl iniş sırası belli değildir. Çünkü Muhammed yaşarken birtakım yazılmış ayetlerle birtakım ezberlenmiş ayetler Muhammed öldükten sonra birleştirilerek kitap haline getirildi. Bu yüzden günümüz Kur’an’ındaki ve çeşitli Kur’an mushaflarındaki sıralamalar gerçeği yansıtmayıp, tartışmalıdır. Muhammed, gelen vahiyleri önce insanlara söylüyor, sonra bunların bazılarını kendisi ve etrafındakileri ezberliyordu; hafızadan unutulmasın ve ezbere yardımcı olsun ve/veya kısmen ezberlen(e)memiş bazılarını ise katiplerine yazdırıyordu. Ezber birinci yazı ikinci plandaydı. Çünkü Arap yazısı daha gelişmemişti: Dolayısıyla okuma yazma bilen sayısı da çok azdı: Araplar o dönemde yazılı kültürden uzaktı ama ezberlemeleri gelişmişti: Ayet ve sureleri ezberliyorlardı: Yazılı kültüre geç geçen Araplar’da sözlü kültür yaygındı: Bu yüzden bazı ayetler ezberlenerek ağızdan ağza aktarılıyordu. Katipler ayetlerin bazılarını develerin kürek ve kaburga kemiklerine, tabaklanmış deri parçalarına, yaprak taşlara, hurma dallarına, seramik parçalarına ve tahtaya yazıyorlardı (yazının ikinci planda olması ve parşömenin deriden yapılmasının zahmetli bir iş olması, papirüs bitkisinden yapılan papirüsün de daha çok Mısır’da yapılması ve pahalı olması neticesinde ayetler bunlara yok denecek kadar az yazılmıştır). Yazılanlar, başka kişilerce de yazılıp öğrenilmesi için katiplerin yanında kalıyordu. Kur’an ayetlerinin (sözlerinin) Muhammed zamanında bir araya getirilerek kitap şeklini aldığına dair bir bilgi bulunmamaktadır. Kur’an’ın çeşitli kimseler tarafından tamamının ezberlendiğine dair tartışmalar vardır. Kur’an ayetlerinin bazılarını (veya tamamını) ezberleyenlerden bir kısmının Yemame savaşında ölmesi sonucu Ömer, ayetlerin bir kitap haline getirilmesi için Halife Ebu Bekir’i ikna etmiş, Ebu Bekir de bu görevi Zeyd bin Sabit’e vermiştir. Yapılan duyuruyla, yanlarında yazılı Kur’an ayetleri ve parçaları olanların bu metinlerin Kur’an ayetleri olduğuna dair iki şahitle birlikte görevli heyete başvurmaları istenmiştir ayrıca kim ne ezberlemişse gelsin denilmiştir. Zeyd ve heyettekiler yazılı malzemeyi ve ezberlerdekileri toplamışlar, kontrol etmişler ve Kur’an’ı yazıp Ebu Bekir’e teslim etmişlerdir. Mushaf adı verilen bu derleme kitap Ebu Bekir’in ölümünden sonra Ömer’e, onun ölümünden sonra da onun kızı ve aynı zamanda Muhammed’in eşi olan Hafsa’ya geçmiştir. Ali, Muhammed’in ölümünden sonra Kur’an’ı şahsi gayretiyle toplayıp yazmaya çalışmışsa da Ebu Bekir’in çalışmasına kimseden itiraz gelmemiştir. Ali yandaşları olan Şiiler/Şialar arasında ılımlı olmayanlar, Muhammed’e inenlerle sonradan yazılanlar arasında farklar bulunduğuna inanırlar. Ebu Bekir’in çalışması öncesinde Ebu Bekir’in mushafından az veya çok farklı olan mushaf, yazı ve ezberler de vardı. Bunlar Ömer ve Osman zamanında fetihlerle artan İslam coğrafyasında gerek Mekke ve civarında gerekse de Suriye, Irak gibi yerlerde okunmaya ve çoğaltılmaya başlandı. Ayrıca bazı yerlerde okumadaki farklılıklar da sorunlara yol açtı. Bunu gören Osman, Hafsa’nın elindeki Ebu Bekir mushafını ihtilafa yol açmayacak şekilde tekrardan düzenlemek için yine Zeyd’in başkanlığında 3 has ve 8 yardımcıdan toplamda 12 kişiden oluşan bir heyet görevlendirip, farklı yazımlara ve okuyuşlara müsait olan lehçe farklılıklarından doğan ihtilaf ve sorunları engelleyebilmek için Kur’an’ın Kureyş lehçesini esas alır bir şekilde yazılmasını ve surelerin tekrardan sıralanmasını emretti. Heyet çalışmasını tamamladı ve bu Kur’an mushafının yedi tane kopyası, kurallara uygun bir okuyucu (kari) ile birlikte Mekke, Küfe, Basra, Şam, Yemen ve Bahreyn’e gönderildi, bir kopya da Medine’de bırakıldı. Osman bunun dışında yazılmış tüm Kur’an mushaflarını, sayfalarını ve parçalarını -ne varsa hepsini- imha ettirmiştir. Bazı Şii grupları Ali’nin, Osman’ın yaptığı işi onaylamadığını savunur. Araplar’ın ilk kitabı olarak, iki kapak arasında sayfalar (parşömen) halinde kitap haline getirilen ilk metin Kur’an’dır yani Araplar’ın ilk kitabı Kur’an’dır. Halife Abdülmelik bin Mervân (Emevi, 685-705) dönemine kadar basit ve ilkel olan Arap alfabesinde harflere konan harekeler ve noktalar yoktu. Arap alfabesindeki ünsüzlerin üstüne veya altına konulduğu zaman onların birer ünlü (æ,i,u) ile beraber okunmasını (bæ,bi,bu) sağlayan işaretlere “hareke” denir. Arap alfabesinde ünlü olarak sadece æ, i ve u vardır; ı, o, ö ve ü yoktur: æ ünlüsü a ve e arasında bir sestir. Konuşmada kullanılan 3 tane ünlü harf Arap alfabesinde olmadığı için -yani Arap yazısının alfabesinde ünlü harfleri belirten, sembolize eden herhangi bir şekil/harf olmadığı için- yazım ve okumalarda farklı anlamlara yol açan sorunlar ortaya çıkıyordu. Buna bir çare bulunması için Abdülmelik’in Irak valisi Ziyad bin Ebih harekete geçti ve Ebü’l-Esved ed-Düeli’yi görevlendirdi. O da emrine verilen bir katiple birlikte mushafı baştan sona harekeledi: Ünsüzün æ ünlüsüyle beraber okunması için ünsüz harfin üstüne kırmızı mürekkeple bir nokta (fetha); i için altına bir nokta (esre); u için önüne bir nokta konulmuş (ötre): Kelimenin -n ile bittiğini göstermek için de iki nokta konulmuştur (tenvin). Ancak harekeleme de yazım ve okumaya bağlı anlam sorunlarını çözmede yeterli olamamıştır. Çünkü ortada “noktalama” sorunu da vardı. Noktalama: Arap alfabesindeki bazı ünsüz harflerin yazılırken aynı, okunurken farklı olması sorunuydu. Örneğin b, t ve s harflerinin yazım şekli (ٮ) aynıydı fakat cümlenin ve/veya kelimenin gelişine göre okurken kazandığı anlam ya b ya t ya da s olabiliyordu. İki anlama gelebilecek harfler çoğunlukta olup alfabenin neredeyse yarısı bu şekildeydi (Harfleri sembolize eden 15 farklı şekil/harf, 28 farklı harfe karşılık geliyordu). Buna da bir çare bulunması için Irak Valisi Haccac (Emevi, 694-714); İbn Ya’mer ve Nasr bin Asım’ı görevlendirdi, onlar da bu anlam farklılığına yol açan ünsüzlerin altına veya üstüne bir veya birkaç nokta koyarak gidermeye çalıştı. Örneğin yazım şekli aynı olup da b, t veya s olarak okunabilen harfin altına bir nokta konduğunda b (ب), üstüne iki nokta konduğunda t (ت) ve üstüne üç nokta konduğunda ise s (ث) olarak okunuyordu. Harekeler de noktalamalar da noktalarla gösterildiği için karışıklıklar olduğundan, Halil bin Ahmed (ö.791) harekeleri çizgilerle değiştirdi ve noktalamaları da geliştirerek Arap alfabesinin günümüzde kullanıldığı halini tamamlamış oldu. Kur’an’a bu kadar eklemenin yapılması Kur’an’dan önceki Araplar’da yazı kültürünün neredeyse olmamasından kaynaklanır veya gelişmemiş, basit, ilkel bir tarzda ancak birinci plandaki ezbere geri planda çok az bir şekilde yardımcı olabiliyordu. Öyle ki MS 6. ve 7. yüzyıllarda Arap yarımadasında Arap şairler çoktu ve meşhurlardı, raviler onların şiirlerini ezberleyip neredeyse tüm yarımadaya yayıyorlardı. Kur’an mushaflarının yazımıyla birlikte Arapça’da yazılı kültür de başlamış oldu, öncesinde sözlü kültür vardı. Arap yazısının daha gelişmemiş olması dolayısıyla Muhammed döneminde Mekke halkından 20 civarı kişi okuma-yazma biliyordu. Ayrıca nokta, virgül, iki nokta üst üste, tırnak işareti, soru-ünlem işaretleri gibi “noktalama işaretleri” de Kur’an’a 10. yüzyılda yine sonradan eklendi. Arapça dil olarak eski Mısır, Akad, Kenan, Arami ve İbrani dillerinden oluşmuştur. (a). (Sümerce sırasıyla Akadca, Kenanca ve Asurca’yı etkilemiştir: Sonrasında bu üç dil de “yakın akraba” olan Aramice ve İbranice’yi etkilemiştir: Sonrasında da bu iki dil Arapça’yı etkilemiştir (b).) Nebatice yazısı köken olarak Fenike, İbranice ve Aramice yazısından, Arapça yazısı ise bitişik yazılan Nebatice’den MS 3. ve 6. yüzyıllar arasında doğmuştur, gelişmiştir. Arap yazısının başlaması ve gelişimiyle ilgili bu döneme ait olarak bulunan örnekler birkaç tanedir. 5 civarı kadar. Hepsi de taşlara kazınmış kitabe ve mezar taşı olarak Suriye’de bulunmuştur. Arap yazısının Suriye’den Irak’a oradan da Hicaz’a geçtiği -tutarlı bir görüş olarak- düşünülmektedir. Bunlardan sonra Arap yazısının gelişmesi ise harekeleme ve noktalama ile devam etti. Harekeleme ve noktalama İbranice ve Süryanice yazılarında vardı, Kur’an için buralardan alındı ve uygulandı. Ebu Bekir ve Osman mushaflarından ve kopyalarından hiçbiri günümüze kadar ulaşmamıştır. M. İlmiye Çığ. Muhammed’in vahi (vahy/vahiy) olarak söylediklerinin küçük bir kısmı kendisi yaşarken hurma dalları, kemikler, taşlar üzerine yazılmış; asıl büyük kısmı da çeşitli kimseler tarafından ezberlenmiş. Muhammed öldükten sonra, bu ezberleyenler savaşlarda ölmeye başlayınca, hepsi ölmeden, ezberlerinde ne varsa toplattırılıp bir kitap oluşturmaya karar verilmiş. Başta Halife Ebu Bekir bunun olmasını istememiş. Çünkü Muhammed’in yapmadığı bir şeyi, onun ölümünden sonra diğer insanların yapmasını uygun bulmamış. Fakat etrafındakiler onu zorlamış o da mecburen kabul etmiş. Ebu Bekir, Zeyit’e emir vermiş o da Muhammed’in bir karısının sandığında yazılı olarak saklananları getirmiş: Ayet olarak da kim biliyorsa gelip söylesin diye haber salmış. Sonrasında az miktarda yazılı olanlarla çok miktardaki birtakım ezberde ve/veya akıllarda kalanlar bir araya getirilmiş ve iki ayrı kitap olarak yazdırılmış. Bunlar için kullanılan yazılı malzemeler de yok edilmiş. Ebu Bekir’in ölümünden sonra kitaplar Halife Ömer’e, o da ölünce onun kızı olan Hafza’ya geçmiş. Yazılan bu iki kitabın birbirine benzememesi ve yazılar arasında farklar olması neticesinde çıkan karışıklıkların önüne geçilebilmesi için başa geçen Halife Osman tarafından bir kurul toplanıyor. Kurulda kitaplar tekrardan ele alınıyor ve ezberinde olanlar çağrılıp onların yardımıyla ayrılıklar düzeltilmeye çalışılıyor, eksik görülen yerler tamamlanıyor, böylece bugünkü Kur’an meydana geliyor. İlk kitaplar yazılırken ezberlemiş olan bir kişinin doğru söylediğini onaylamak için 4 tanık, daha sonra 2 tanık istemişler. Sonuncusu yazılırken ise sadece bir tanığı yeterli görmüşler. Aslında bütün sözleri ezberleyen de yokmuş. Bu ezberleyiciler kendiliklerinden bir şeyler söylemiş olamaz mı? Kur’an’da Şeytan ayetleri de denilen çelişkili birçok ayeti ve aynı konuda biri olumlu diğeri olumsuz olan yine birçok ayeti bu kimseler yazdırmış olamaz mı! (a). (a) Bu sitedeki yazıma bk. 345. konu. (b) Bu sitedeki yazıma bk. 258. konu.
[5] Görüşüme göre İslam, o dönemlerde oluşmaya başlayan, oluşagelen veya oluşan yeni bir akım ya da bir devrim ürünü olarak da adlandırılabilir.
[6] “…önüne geçmeyi hedeflemiştir.” bu biten cümlenin sonuna şunu ekleyebilirim, “nitekim başarılı da olunmuştur”: Bunu ilk haritadan ve bu metnin ilerleyen kısımlarında görmek mümkündür.
[7] “Fetih”: “is. Bir şehir veya ülkeyi savaşarak alma.” (a), “Bir siyasal toplumun bir başkasını güç kullanarak egemenliği ya da denetimi altına alması ve başta ekonomik bakımdan olmak üzere sömürmesi.” (b). “Gaza”: “is. (gaza:) din b. esk. İslam dinini korumak veya yaymak amacıyla Müslüman olmayanlara karşı yapılan kutsal savaş” (c). (a) TDK Editörleri, “Fetih”, Türk Dil Kurumu (TDK): Güncel Türkçe Sözlük, <http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&view=bts> veya <http://www.sozce.com/> veya <http://sozluk.gov.tr/> (ilgili kelimeyi arayınız); (b) TDK, ags. (adı geçen site), “Fetih”, Bilim ve Sanat Terimleri Sözlükleri (BSTS) – Toplumbilim Terimleri Sözlüğü; (c) TDK, ags., “Gaza”, Güncel Türkçe Sözlük; Erişimler: 27 Mayıs 2019. TDK’dan alınan tüm anlamlar TDK’nın ilgili sözlüğü ile gösterilmiştir. “Sözce” adlı site de TDK sözlüklerinin bire bir aynısıdır. Sözce sitesinde bir tıkla tüm sözlükler karşınıza çıktığı için burayı tavsiye ediyorum, ilgili kelimeyi arayınız. sozluk.gov.tr’de ise tüm sözlükleri seçip arayınız. Kısaca, dipnotlarda TDK’nin ilgili sözlüğü ile gösterilmiş kaynaklar için verilen bu bağlantı(lar)da ilgili kelimeyi arayınız. TDK sözlüklerinden –Güncel Türkçe Sözlük‘ten sonraki- en fazla kullandığım sözlük “Felsefe Terimleri Sözlüğü” olduğu için ve bu sözlüğü Bedia Akarsu külliyatı toparlayaoluşturagelerek tek başına hazırladığı için ve de bu, felsefe alanında önerdiğim bir sözlük olduğu için bakınız Bedia Akarsu, “Felsefe Terimleri Sözlüğü”, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara Ü. Basımevi, TDK Yayınları: 408, 1975, <https://www.academia.edu/31765851/Felsefe_Terimleri_Sözlüğü-_Bedia_Akarsu_1975> Erişim: -üstteki link(ler)den- 2015 ve 2019 olup bunlar tek tek dipnotlarda gösterilmiştir (ek not, sözlüğü Academia‘ya yükleyen Selçuk Sarici/Sarıcı’dır). Bu sözlük Macit Gökberk ve Vehbi Eralp tarafından da incelenmiştir. Faydalandığım diğer 34 sözlük TDK’nın her sözlük için çok sayıda kişiden oluşan ayrı ayrı çalışma grupları tarafından yazılmıştır ve TDK kendi sitelerinde bu isimleri açıkça belirtmemiştir. Türk Dil Kurumu E-Mağaza, <https://emagaza-tdk.ayk.gov.tr/11-sozluk-kategorisi.html?cat_id=11> ve/veya <http://tdk.gov.tr/yayinlar/yayinlar-yayinlar/kitaplar/> Erişimler: Mayıs-Ağustos 2019. (Dipnotlardaki italik/eğik yazılar belirtilen/ilgili kaynaktan doğrudan alınmıştır).
[8] “Devlet”: “Belli sınırlar içindeki insan topluluğuna ait siyasî hâkimiyetin teşkilâtlanmış şekli.” (a), “Toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlık” (b), “Toplumun siyasal örgütlenişi.” (c). (a) Ahmet Davutoğlu, “DEVLET”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1994, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/9/C09003433.pdf> Cilt: 9, s. 234; (b) TDK, ags., “Devlet”, Güncel Türkçe Sözlük; (c) TDK, ags., “Devlet”, BSTS – Toplumbilim Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 20 Mayıs 2019.
[9] Emeviler: 661-750. İsmail Yiğit, “EMEVÎLER”, DİA, agm. -adı geçen madde- -3. dipnotta-, Erişim: 13 Ağustos 2015, Cilt: 11, s. 87.

 

1. Harita. “632’den 850’ye kadar İslam’ın Yayılması”
Bu haritayı İslam’ın yayılmasının “temel haritası” olarak alabiliriz (a). Fatimi, Büyük Selçuklu, Eyyübi, Muvahhid, Memlük vb. devletlerle İslam bu temel harita üzerinde -farklı bölgelerde- korundu (b): Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu devletleri ile -kısaca Selçuklular ile- Anadolu’nun batısına, Osmanlı Devleti ile de Balkanlara taşındı (c). İslam İspanya ve Portekiz’de -yani Endülüs’te ya da İber Yarımadası’nda- 16. yy.a kadar varlığını sürdürdü (d). -Anadolu’nun tamamı dâhil ve İber Yarımadası’nın tamamı hariç olmak üzere:- Ülkelerdeki Müslüman nüfusun toplam nüfusa oranının yüzde olarak gösterimi (yani ülkelerdeki Müslüman nüfusun yüzde olarak gösterimi) baz alındığında günümüzde (2019) en çok yüzdeler (%90 üstü) -toplam nüfusunda %90’ın üzerinde Müslüman bulunan ülkelerin çoğu- bu temel haritada gösterilen bölgelerde yaşar: Dünya Müslüman nüfus sayısı olarak baktığımızda ise %40 civarı bu bölgelerde yaşar (Endonezya, Pakistan, Hindistan, Bangladeş ve Nijerya’da yaşayan Müslümanlar dünya Müslüman nüfus sayısının %50 civarını oluşturur) (e) (bk. harita 4 ve 5).[10] Haritalar kitabın gidişatının zihinde canlandırılması açısından önemlidir. (Renkli 3 harita kitapta renkli basılacak.)

___________________
[10] (a) Harita-1 şahsım Alper Çadıroğlu tarafından yapılmıştır: (1)’den (7)’e kadarki bağlantılardaki 7 haritanın aynısı el ile (manuel) olarak yeniden çizilip aynı harita üzerinde hepsinin birleştirilmesidir, gösterilmesidir. (1) Hz. Muhammed zamanında: Oxford University Press, Atlas of the World’s Religions, Second Edition, “1. Islamic Expansion to 750”, <http://www.oxfordislamicstudies.com/article/opr/t253/e17>; Truth and Grace, Blue Marble Maps, LLC, “Raids and Battles in Muhammad’s Arabia”, <http://www.truthandgrace.com/mohammadinsurgent.htm>; Map Shop, Maps.com, Visual Voyage, Distributed by Universal Map, “The Spread of Islam, 622-750 CE”, <https://www.mapshop.com/124-the-spread-of-islam-622-750-ce/>; Princeton Univ., The Perry-Castañeda Library Map Collection of The University of Texas at Austin, Roolvink, Atlas of the Middle East, “Muslim Expansion in the Time of Muhammad”, <https://www.princeton.edu/~humcomp/dimensions.html>, <https://www.princeton.edu/~humcomp/map2.gif>; Ann McDougall at the University of Alberta, “The Spread of Islam”, <http://www.artsrn.ualberta.ca/amcdouga/Hist494_2014/Topics/maps_sept_10.html>; (2) Wikimedia Commons contributors, “File:Abubakr’sreign.png”, Wikimedia Commons, the free media repository, <https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Abubakr’sreign.png>, <https://islam.wikia.org/wiki/File:Abu_bakr’s_reign.png> (Ashrafanam); (3) Wikimedia Commons contributors, “File:Mohammad adil rais-Caliph Umar’s empire at its peak 644.PNG”, Wikimedia Commons, the free media repository, <https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Mohammad_adil_rais-Caliph_Umar’s_empire_at_its_peak_644.PNG> (Mohammad Adil); (4) Wikimedia Commons contributors, “File:Mohammad adil-Rashidun-empire-at-its-peak-close.PNG”, Wikimedia Commons, the free media repository, <https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Mohammad_adil-Rashidun-empire-at-its-peak-close.PNG>, <https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/archive/d/df/20171209112527%21Mohammad_adil-Rashidun-empire-at-its-peak-close.PNG> (Mohammad Adil); (5) Wikimedia Commons contributors, “File:Mohammad adil rais-Caliph Ali’s empire 661.PNG”, Wikimedia Commons, the free media repository, <https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Mohammad_adil_rais-Caliph_Ali’s_empire_661.PNG> (Mohammad Adil); (6) Wikimedia Commons contributors, “File:Umayyad750ADloc.png”, Wikimedia Commons, the free media repository, <https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Umayyad750ADloc.png> (Gabagool); (7) Wikimedia Commons contributors, “File:Abbasids850.png”, Wikimedia Commons, the free media repository, <https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Abbasids850.png> (Gabagool); Erişimler: 13 Ağustos 2015 ve 29 Haziran 2019. (b) “Fatimi, Büyük Selçuklu, Eyyübi, Muvahhid, Memlük vb. devletlerle İslam bu temel haritada korundu.” kısmı için: Fatimi, <https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Fatimid_Caliphate.PNG>; Büyük Selçuklu -veya Selçuklu-, <https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Seljuk_Empire_locator_map.svg>, <https://commons.wikimedia.org/wiki/File:BuyukSelcuklular1092.png>; Eyyubi, <https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Ayyubid_Sultanate_1193_AD.jpg>, <https://commons.wikimedia.org/wiki/File:AyyubidGreatest.png>; Muhavvid, <https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Empire_almohade.PNG>, <https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Almohads1200.png>; Memlük, <https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Mamluk_Sultanate_of_Cairo_1317_AD.jpg>, <https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Mamluks1279.png>: (c) “Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu Devletleri ile -kısaca Selçuklular ile- Anadolu’nun batısına, Osmanlı Devleti ile de Balkanlara taşındı.” kısmı için (B. Selçuklu’yu yukarıda gösterdim): Anadolu Selçuklu, <https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Anatolian_Seljuk_Sultanate.JPG>, <https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Seljuk_Sultanate_of_Rum_1190_Locator_Map.svg>; Osmanlı, <https://commons.wikimedia.org/wiki/File:OttomanEmpire1600.png>; Balkanlar bölgesi, <https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Karte_Suedosteuropa_03_01.png>; Erişimler: 14 Ağustos 2015 ve 30 Haziran 2019. (d) “İslam; İspanya ve Portekiz’de -yani Endülüs’te ya da İber Yarımadası’nda- 16. yy.a kadar varlığını sürdürdü.” kısmı için: Lütfi Şeyban, “İspanya’da Endülüs-İslam Medeniyetinden Kalan İzler ve Eserler-IV: Granada”, The Journal of Academic Social Science Studies, Sayı: 26, Yaz II 2014, <http://www.jasstudies.com/Makaleler/2036490711_5-Doç. Dr. Lütfi ŞEYBAN.pdf> s. 67-71, 73; Wikipedia Contributes, “Iberian Peninsula”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Iberian_Peninsula>; (e) Wikipedia Contributes, “Islam by country”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Islam_by_country>; Erişimler: 30 Haziran 2019.

 

2. Harita. “Arkaik Yunan döneminde (MÖ 800-480) Yunan Kolonileri” (a). “Antik Yunan” dönemi ise MÖ 776-146 yılları arasını kapsamaktadır (b). Arkaik ve Antik Yunan dönemleri için MÖ 8. yy.dan başlıyor da diyebiliriz (a)(b).[11]
3. Harita. “Büyük İskender İmparatorluğu” B. İskender: doğum MÖ 356 Pella, ölüm MÖ 323 Babylon. B. İskender Yunanlaşmış Makedon(yalı) veya Makedon Yunanı’dır. B. İskender zamanında ve onun ölümünden sonraki süreçte (MÖ 330 – MS 30) B. İskender’in aldığı bölgelerde barışçıl kültürel kaynaşma ortamının bulunması dolayısıyla ve zengin olmak ümidiyle vs. Yunanlılar anayurtlarını terkederek buralara geniş kapsamlı göçler ettiler: Buralarda devlet yöneticisi, memur, asker, tüccar, çiftçi, serbest meslek vs. olarak yaşamlarını sürdürdüler. Bu bağlamda Yunan ve Doğu (Batı ve Doğu) düşüncelerinin karşılaşıp kaynaşmasıyla Helenistik kültür oluşmuştur: Bu kültür Roma İmparatorluğu’nda da devam etmiştir. (d). Helenistik kültür MÖ 4. yy.ın son çeyreğinden başlar ve MS 6. yy.a kadar uzanır (b). Sonrasında ise Helenistik kültür, İslam felsefesi ile devam etmiştir: İslam felsefesi Helenistik kültürü devralmıştır (f).[12] Görüşüme göre aslında hiçbir kültür tamamen yok olmaz, şu anda yaşayan tüm kültürler arasında gelmiş-geçmiş tüm kültürlerden az veya çok bir parça/iz vardır, kültürler birbirleriyle bağlantılı olarak oluşagelişir; özünde/mayasında da bir şey vardır, insan. Her şeyden tamamen bağımsız hiçbir şey yoktur, her şey birbiriyle bağlantılıdır.

___________________
[11] Harita-2 şahsım Alper Çadıroğlu tarafından yapılmıştır: (a)’daki haritanın aynısı el ile (manuel) olarak yeniden çizilmiştir (a). “Geleneksellik çerçevesinde ‘Antik Yunan’ olarak adlandırılan dönemin başlangıcı Olimpiyat Oyunlarının ilk oynanmaya başladığı M.Ö. 776 yılı ile ilişkilendirilir. M.Ö. 146’da gerçekleşen Roma işgali ile de dönemin bittiği öne sürülmektedir.” (b). (a) Wikimedia Commons contributors, “File:Greek Colonization Archaic Period.png”, Wikimedia Commons, the free media repository, <https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Greek_Colonization_Archaic_Period.png> (Regaliorum / The Times History Atlas of the World); Wikipedia Contributes, “Greek diaspora”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Greek_diaspora>; Erişimler: 14 Ağustos 2015 ve 1 Temmuz 2019. (b) Duygu Kocabaş Atılgan, “Antik Yunan’da Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Temsili”, Yedi: Sanat, Tasarım ve Bilim Dergisi, Sayı: 10, Yaz 2013, <https://dergipark.org.tr/download/article-file/203735> Erişim: 1 Temmuz 2019, s. 16.
[12] Harita-3 şahsım Alper Çadıroğlu tarafından yapılmıştır: (a)’daki harita el ile (manuel) olarak yeniden çizilmiştir (a). “Antik felsefe, Yunan, Helenistik, Roma, Uzakdoğu, Hint, Mısır, Mezopotamya, Hitit, Fenike ve Pers felsefelerini içermektedir.”“Antik Yunan Felsefesi, Milet okulu ile başlar ve Aristoteles’in öldüğü M.Ö. 322 yılına kadar uzanır.”. (b). “Makedon Kralı Büyük İskender’in, M.Ö. 331’de Pers kralı III. Darius’u yenilgiye uğratmasıyla Pers satraplıkları son bulmuş, böylelikle M.Ö. 30 yılında Roma’nın Mısır’ı ele geçirmesine kadar devam eden Hellenistik Dönem başlamıştır. Hellenistik deyimi, Hellen kültürünün kendi toprakları dışına çıkarak doğudaki ülkelere yayıldığı, bu yayılmanın sonucunda ise Doğu ile Batı’nın karşılıklı ilişkiye girdikleri dönemi ifade eder.” (c). Helenistik dönemde/devirde, “Yunan kültürünün doğululaşması, Doğunun Yunanlılaşması bugün kabul edilen bir gerçektir. Bu iki büyük kültürün birbirleriyle kaynaşması, Büyük İskender ve onun kültür politikasıyla başlamıştır ki, bizler bundan meydana gelen sonucu Helenizm adıyla tanımlamaktayız. Helenizm, MÖ 4. yüzyılın ortasında başlamıştır. Helenizmin sonu için, önceleri Roma Devleti’nin Önasya’ya doğru yayılması zamanı kabul edilmektedir. Fakat Roma İmparatorluk zamanını Helenistik devrin dışında tutmak mümkün değildir. Çünkü Roma İmparatorluğu’nun kültürel esasları, Helenizm’den başka bir şey değildir. Helenizmin dünya tarihi açısından en önemli başarısı olan din aleminin birleştirmesi ise, Roma İmparatorluğu’nun ilk döneminde sonucuna ulaşmıştır. Bu sebepten dolayı Helenizm devrinin sonu MS 4. asrın başlangıcı kabul edilir.” (d). “Helenistik felsefe, M.Ö. 4.yy.’ın son çeyreğinden başlayıp M.S. 6.yy’a kadar uzanan bir zaman dilimini kapsar.”“İskender’in seferlerinde yanına aldığı bilim adamları, Mısır ve Mezopotamya kültürleriyle karşılaşmaları neticesinde, bu kültürlerin bilgi sisteminden etkilenmişlerdir. Bu nedenle, Yunanların bilimsel yaklaşımlarında köklü değişiklikler olmuştur. Metafizik nitelik taşıyan spekülatif (kurgusal) bilimden, gözlemsel incelemeye dayanan ampirik bilime geçilmiştir. 300 yıl süren Helenistik Dönem, modern bilim anlayışına çok daha yakın bir bilimsel anlayış içinde olmuştur.”“Helenik felsefe (Yunan Felsefesi) evreni, dünyayı ve insanı anlama merkezli rasyonel bir felsefe iken Helenistik felsefe, özellikle son döneminde, Yeni-Platoncu (Neo-Platonist) felsefenin de etkisiyle dine yaklaşmış ve mistik bir hâl kazanmıştır.”. (b). Helenistik felsefe; Yunan ve Doğu düşüncelerinin kaynaşması, kaynaşma süreci veya bu süreçten çıkan ürünler/düşüncelerdir. Helenistik felsefe Roma İmparatorluğu’nda da devam etmiştir. (b)(e). İslam toplumu felsefeyle 8. yy.da tanışmış olup “Helenistik dönem felsefe ve bilim geleneğini” devralmıştır. “İslâm felsefesinin doğuşuna etki eden üç önemli faktör vardır. Bunlar: 1) İslâm kültürünün yabancı kültürlerden etkilenmesi ve farklı dini ve entelektüel çevrelerle rekabet, 2) Mezheplerin ortaya çıkması sonucu mezhepler arası öğretisel farklılıkların entelektüel hayatın gelişimine neden olması ve 3) Sünni İslâm kelamında akılcılarla gelenekçiler arasındaki çatışma.”. (f). “İslâm felsefesi Helenistik felsefenin tercüme ve tenkidi ile başladı.”“İslâm felsefesinin ilk kaynağı Yunan filozoflarıdır. İkinci büyük kaynağı ise, Hint, İran, Mezopotamya ve Mısır’dır.”. (g). “Antik Yunan felsefesi Roma-Helenistik döneminden sonra tercümeler yoluyla İslam dünyasına taşınmıştır. Bu süreç içerisinde yalnızca Aristoteles (M.Ö. 384-322) ve Platon (M.Ö. 427-347)’un eserleri ve felsefeleri değil, aynı zamanda bu felsefelerin Roma-Helenistik dönemdeki yorum, şerh ve eleştirileri de İslam dünyasına intikal eden felsefî miras içerisinde yer almaktadır.” (h). “Temelde İslâm felsefesi, Antik Yunan Felsefesi’nin yeniden yorumlanması olarak ifade edilebilir.”“İslâm filozoflarının görüşleri incelendiğinde Platon, Aristoteles ve Plotinus’un İslâm Felsefesine en çok etki eden düşünürler olduğu görülmektedir. Plotinus tarafından geliştirilen neo-Plotonist (yeni-Platonculuk) yaklaşım, İslâm felsefesine egemen olan felsefe olmuştur. Aslında ilginç olan, Batı Ortaçağı’nı yaratan temel felsefenin de bu olmasıdır. Genel itibariyle İslâm felsefesine bakıldığında İslâm filozoflarının, Platon ve Plotinus’un tinselci görüşlerini, Kur’an ve İslâm felsefesi ile birleştirerek, temelde mistik bir evren ve psikoloji anlayışı ortaya koydukları görülse de Râzî, İbnü’r-Râvendî, İbn Sînâ, İbn El Heysem ve İbn Rüşd gibi filozoflar, pozitif bilim anlayışına yaklaşan bir tutum sergilemişlerdir.”. (f). Roma-Helenistik kültüründe Philon (MÖ ∼25 – MS 45) ile Plotinus (MS 205-270) (ikisi de Yahudi) antik Yunan felsefesi ile doğu düşüncesi arasındaki din-felsefe çatışmasını uzlaştırmaya yani felsefeyi dine ya da dini felsefeye uydurmaya çalışmışlardır; daha çok Tanrı, Tanrı-alem ilişkisi konularına değinmişlerdir (h). “İslâm felsefesinin Ortaçağ’da yaptığı büyük atılım, Batı’nın Ortaçağ Skolastik düşüncesinden kurtulmasında önemli bir rol oynamıştır. Batı dünyası, Rönesans döneminde üniversitelerde İbn Sînâ, İbn Rüşd ve Fârâbî gibi önemli İslâm filozoflarının eserlerini okutarak, Yunan Felsefesini yeniden yorumlamıştır. Ayrıca İslâm dünyasındaki bilim adamlarının görüşleri, Batı’nın yaptığı bilimsel atılıma yardımcı olmuştur.”. Hamdi Korkman’ın ilgili makalesinin sonuç bölümündeki şu sözlerini de paylaşmak istedim: “Aslında bilim tarihine bakıldığında, bilim ve düşüncenin ne Batı’nın, ne Doğu’nun, ne de bir milletin tekelinde olduğu görülmektedir. Bilim ve düşünce, evren, doğa ve insanla ilgili sorulara cevap bulmak için yapılan bir bilgi arayışıdır ve doğa, kendisini çözmeye çalışanın, soranın, araştıranın, çalışanın yanındadır. İnsanoğlu ne zaman ki, doğayı ve onun işleyişini felsefe ve bilim ile çözmeye çalışmış, o zaman kültür ve medeniyette ileri gitmiştir. Düşünce ve bilim tarihi, bu düşüncenin doğruluğunu gösteren örneklerle doludur. Antik dünyada Sümer, Babil, Mısır, Yunan, Helen ve İskenderiye; Ortaçağ’da İslâm Felsefesi ve bilimi; Rönesans ve sonrasında ise Batı felsefesi ve bilimi, bunun en güzel örnekleridir.”. (f). “Büyük İskender, MÖ 356 yılında Pella’da doğdu. Babası Makedonya kralı II. Philippos ve annesi kral Neoptolemus’un kızı Olympias’dır. 16 yaşına kadar Aristoteles’ten eğitim aldı. Henüz 20 yaşındayken babasının bir suikast sonucu öldürülmesi üzerine tahta geçti. Büyük İskender, 13 yıllık hükümdarlığı boyunca büyük zaferlere imza atarak, cihan imparatorluğu yolunda adımlar atmıştır. Kısa süren hükümdarlığında, sınırlarını Makedonya’dan Hindistan’a kadar genişletmiştir. Özellikle III. Darius ile Asya’da mücadele etmiştir. Büyük İskender, bilinen dünyanın neredeyse tamamını işgal etti. Dünyanın büyük kısmını fethederek bilinen en büyük askeri liderlerden biri olmuştur. Amacı, tüm dünyayı Yunan uygarlığına ve diline dayalı tek bir imparatorlukta birleştirmekti. Makedonya’dan Asya’ya ve Hindistan’a uzanan tek bir imparatorluk kurmak istiyordu. Planladığı ölçüde genişledi ancak ani ölümüyle, kurduğu imparatorluk parçalandı. Arabistan’ı ele geçirmeyi planlarken, 13 Haziran MÖ 323 yılında sıtma hastalığından Babylon’da (bugünkü Irak) öldü. Öldüğünde henüz 32 yaşındaydı. Ölümünün ardından doğu ve batı kültürlerinin karşılıklı olarak birbirini etkilemesi sonucu yeni bir kültür olan Helenizm yayıldı.”“Büyük İskender’in yaptığı fetihler ve ele geçirdiği bölgelerde kültürünü yayma politakasıyla başlayan süreç, ölümüyle daha da belirginleşmişti. İlk olarak Perslilerin adetlerini benimsemiş onlara daha yakın olmaya çalışmıştır. Kendisi başta olmak üzere binlerce Makedonyalı’yı Persli kadınlarla evlendirmiştir. Bundaki amacı kültürel bir kaynaşma yaratmaktır. Büyük İskender, kendi askerleri ve generalleri tarafından büyük tepkiler almasına rağmen Asya halklarını kendine yaklaştırmak için, onlara önemli görevler vermişti. Büyük İskender’in başlattığı bu politika arkasındaki komutanlar tarafından devam edilmiş hatta Yunanlıların akın akın Asya ülkelerine ve Mısır’a göç etmesiyle Helenizm akımı başlamıştır. Bu akımın etkisi yüzyıllarca sürmüş, Roma İmparatorluğu’na kadar birçok ülkeyi ve medeniyeti etkisi altına almıştır. Helenizm dil, din, ırk ayrımı gözetmeksizin bütün bir kültür ortaya çıkarmıştır.”. (d). (a) Eski harita bulunamadı: Wikimedia Commons contributors, “File:MacedonEmpire.jpg”, Wikimedia Commons, the free media repository, <https://commons.wikimedia.org/wiki/File:MacedonEmpire.jpg> Erişim: 14 Ağustos 2015 ve 1 Temmuz 2019 (Generic Mapping Tools). (b) Hamdi Korkman, “Antik Felsefede Psikolojinin Artalanı”, 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum, Cilt: 5, Sayı: 15, Kış 2016, <https://dergipark.org.tr/download/article-file/369241> s. 366, 376-378; (c) Hüseyin Metin, Mustafa Lamba, “Hititler’den Roma İmparatorluğu’na Kadar Anadolu Uygarlıklarında Yönetim Yapısı”, Uluslararası Yönetim İktisat ve İşletme Dergisi, Cilt: 12, Sayı: 27, 2016, <http://194.27.40.129/index.php/zkesbe/article/view/600/pdf> s. 167; Erişimler: 1 Temmuz 2019. (d) Cuma Ali Yılmaz, “Büyük İskender’in Hayatı ve Faaliyetleri”, T.C. Fırat Ü., Doktora Tezi, 2016, <https://openaccess.firat.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/11508/14771/443022.pdf?sequence=1> Erişim: 2 Temmuz 2019, s. II, 11, 12, 92, 226-228, 230, 288. (e) Fikret Mazı, “Antik Çağda Düşüncenin Kentsel Mekâna Yansıması”, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 10, 2008, <http://sbed.mku.edu.tr/article/view/1038000491/1038000283> s. 34, 35; (f) Hamdi Korkman, “Ortaçağ İslam Felsefesinde Psikoloji ile İlgili Görüşler”, Asya Öğretim Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 1, 2017, <https://dergipark.org.tr/download/article-file/344965> s. 13, 14, 25; (g) Ömer Faruk Altıparmak, “Hilmi Ziya Ülken’in İslâm Felsefesine Yaklaşımı”, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl: 18, Sayı: 29, Ocak-Haziran 2013, <https://dergipark.org.tr/download/article-file/257719> s. 105, 113; (h) Armağan Atar, “Plotinus’un ‘Bir’ Anlayışı’nın Kindî’ye Etkisi”, Journal of Islamic Research, Cilt: 30, Sayı: 1, 2019, <http://isamveri.org/pdfdrg/D00064/2019_1/2019_1_ATARA.pdf> s. 147, 148 (© 2019 İslâmî Araştırmalar); Erişimler: 1 Temmuz 2019.

 

4. Harita. Günümüzdeki ülkelerin çoğunluğa göre dini inançları (2012) (a).[13]

 

5. Harita. Günümüzdeki ülkelerin 2. sıradaki dini inançları (2015) (b).[13]

___________________
[13] (a) Brian J. Grim, Conrad Hackett, vd., “The Global Religious Landscape”, Pew Research Center, 18 Aralık 2012, <http://www.pewforum.org/2012/12/18/global-religious-landscape-exec/> (PDF için http://assets.pewresearch.org/wp-content/uploads/sites/11/2014/01/global-religion-full.pdf); (b) Timmy Huynh, Conrad Hackett, “What is each country’s second-largest religious group?”, Pew Research Center, 22 Haziran 2015, <http://pewrsr.ch/1JdKTvE>; Erişimler: 18 Haziran 2017.

 

 

Araplar kuzeye çıktıklarında Suriye-Irak-İran taraflarında o dönemlerde daha çok Süryani Hristiyanlar olmakla beraber Maniheistler, Yahudiler yaşamaktaydı.[14] (Maniheizm[15])

Arapların fetihleri başlamadan önce, felsefi kültür açısından, Hicaz’ın çevresinde başta İskenderiye Kütüphanesi olmak üzere İran, Antakya, Harran ve Bağdat’ta felsefe ve din tartışmalarının yapıldığı mekânlar bulunmaktaydı. Aristoteles’in felsefe metinlerini okuyup da Hristiyan teolojisini temellendirmeye çalışan gruplar ve bunların dışında çeşitli/farklı grupların verdikleri eğitimler de söz konusudur.[14] (İskenderiye Kütüphanesi[16.1]) (Sokrates, Platon ve Aristoteles rasyonalisttir: Rasyonalizm vd.[16.2]) (Aristoteles[17])

İslam’ı genişleten bedevi Araplar fethettikleri yerlerdeki kültür birikiminin kendilerinkinden üstün olduğunu gördüler. Sonuçta Araplar ile Süryani, Nasturi ve Maniciler arasında ciddi düşünsel tartışma başladı. Çevre ile bu tartışmalar sonucunda İslam’da ilk kez düşünce hareketleri filizlenmiştir. Belki de Araplar kuzeye yayılmasaydı İslam Uygarlığı doğmayabilirdi. Fetih hareketleri sonucu Araplar göçebe/dağınık bedevi kültüründen modern şehirleşmeye geçmiştir. Bir şeyi iyi kavrama ve onun teorik ve pratiklerini uygulama olan fıkıh ilk kez bu dönemde ortaya çıkmıştır. Hz. Muhammed’in sözleri de yine ilk kez bu dönemde hadisler olarak derlenmiştir. Fıkıh ve hadisler toplumsal düzeni ve hukuku sağlamak için oluşturulmuş kavramlardır. İslam hukuku Yahudi ve Roma hukukundan etkilenmiştir. Kıyas Aristo kıyasından, icma ise Roma hukukundan gelmedir. Maslahat da bunlara dâhildir. Fıkıh mezhepleri 8. ve 9. yy.dan itibaren örgütlenmeye başlamıştır. İslam’daki kelam hareketleri de Arapların çevre ile etkileşimi ile doğmuştur. Bu tartışmalar teslis inancı, özgür irade gibi konuları içermiştir. Kur’an’da her şeye egemen ve her şeyi her an yaratan Allah olduğu yazdığı için kader ve özgür irade sorunsalı İslam camiası tarafından da farklı yorumlamalara yol açmıştır. Bu durumu Hristiyanlar İslam “kadercidir” olarak yorumlamıştır.[14] (Nasturiler hakkında[18]) (“Göçebe”[19]) (Hadis hakkında[20]) (Hak ve Hukuk hakkında[21]) (Kıyas, İcma vd. hakkında[22]) (“Maslahat”[23]) (“Kelam”[24])

___________________
[14] Hasan Aydın, “Antik Yunan Felsefesinin…” ags. (adı geçen sunum).
[15] Maniheizm -veya Mani dini-: Eski İran ve çevresinde Mani -MS 216-276- tarafından kurulup yayılan -dualist/ikili gibi gözükse de ‘Karanlık Kralı / Şeytan ve sonsuza dek yaşayacak olan Işık Tanrısı / Tanrı’ olarak tek tanrılığa daha yakın olan- bir inançtır. Mani vahiy aldığını söyleyip peygamberliğini ilan etmiştir. Mani dininin 7 tane kutsal kitabı vardır. Mani, Hz. Muhammed’den önce o da Hz. İsa gibi “Son Elçi” -Son Peygamber- olduğunu ve ‘kendisinden sonra başka hiçbir elçinin gelmeyeceğini’ fakat ‘yalancı elçilerin zuhur edeceğini’ söylemiştir. Bu sitedeki yazılarıma bk. 276, 277 ve 278. konular.
[16.1] İskenderiye Kütüphanesi, İskender’in -ö. MÖ 323- teşvikleriyle ve devamında biriken malzemenin İskenderiye/Mısır’da toplanıp MÖ 3. yy.ın başlarında evrensel bir kütüphane olarak kuruldu. Yanı sıra bir araştırma merkeziydi. Kitap sayısının 200.000 binden fazla olduğu tahmin edilir. MS 7. yy.dan önce yıkılmıştır. Mostafa El-Abbadi, “Library of Alexandria”, Encyclopædia Britannica (Inc.), SGT: 17 Nisan 2019, <https://www.britannica.com/topic/Library-of-Alexandria> Erişim: 23 Mayıs 2019. (SGT: Son güncellenme tarihi).
[16.2] “Rasyonalizm savunucuları olan Platon, Sokrates, Aristoteles, Farabi, Descartes ve Hegel, bilginin kaynağının akıl olduğunu kabul ederler.”“Bilgi kavramı üzerine sistemli yapılan ilk çalışmalar Platon ile başlar.”“Rasyonalizm görüşüne göre, bilgi edinmede akıl ve doğuştan gelen bilgiler önemli bir yer tutar ve doğru bilgiye ulaşmak için mantığın kullanılması yeterlidir.”. (a). “Sokrates ve Platon, rasyonalist düşüncenin kurucuları olmuşlardır. Sokrates ve Platon’dan önce Herakleitos ve Parmanides rasyonalist düşüncenin ilk örneklerini vermişlerdi; ancak Sokrates ve Platon, rasyonalist düşünceyi daha derinlemesine ele alarak şekillendiren filozoflardır.” (b). “Rasyonalizm” (akılcılık/usçuluk): “is. fel. 1. Akla dayanan, doğruluğun ölçütünü duyularda değil, düşünmede ve tümdengelimli çıkarmalarda bulan öğretilerin genel adı, usçuluk, akliye, rasyonalizm, deneycilik karşıtı. 2. top. b. Akla ve akıl yolu ile varılan yargıya inanma, akla aykırı veya akıl dışı hiçbir şeyi tanımama davranışı ve tutumu, akliye, rasyonalizm. 3. top. b. Bilginin evrensellik ve zorunluluğunun deneyden ve deneye dayanan genellemeden değil, yalnızca akıldan çıkartılabileceğini savunan öğreti, rasyonalizm.” (c). “Usçuluk”: “Yalnızca usun bilgi kaynağı olabileceğini ve doğrunun deneye baş vurulmadan yalnızca önsel ilkelere dayanarak ortaya konulabileceğini ileri süren felsefe öğretisi.” (d), “1- Usa, ussal yargıya inanma, usa aykırı ya da usdışı hiç bir şeyi tanımama tutumu. 2- Bilginin evrensellik ve zorunluluğunun deneyden ve deneysel genellemeden değil, yalnızca ustan çıkarsanabileceğini savunan öğreti.” (e), “(Lat. ratio = us): Us bilgisine dayanan, doğruluğun ölçütünü duyularda değil, düşünmede ve tümdengelimli çıkarımlarda bulan öğretilerin genel adı. 1- Bilgi öğretisinde usçuluk, bilginin usa, anlığa, düşünceye dayandığını ileri sürer. Usta gerçekliğin bilgisini veren önsel kavramlar ve önsel önermeler vardır. Eski Yunan filozoflarından birçoğu, özellikle Parmenides ve Platon usçudurlar. Yeniçağda Descartes usçuluğu temellendirmiştir. Ona göre, doğruluk duyusal algılarda değil, us kavramlarında, doğuştan kavramlarda (ideae innatae’de) verilmiştir. Bu gibi kavramlar matematiğin kavramları ile töz, nedensellik gibi düşünce kavramlarıdır. Bunlar doğuştandırlar, başka deyişle usa dayanırlar, doğrulukları duyusal algıda değil, düşüncede temellendirilmektedir. Çünkü “Açık ve seçik olarak kavranan herşey doğrudur.”, burada doğru, gerçek oluşu da dile getirir. Başka usçu filozoflar: Spinoza, Leibniz, Kant, Hegel. Hegel usçuluğun doğruğuna ulaşmıştır. Ona göre asıl gerçeğe, hiç deneye başvurmadan, yalnızca düşünmenin sınırları içinde kalınarak varılabilir; “Usa uygun olan gerçektir, gerçek olan da usa uygundur.” 2- Tüm gerçekliğin yapısını usa dayanarak kurmaya çalışan öğretiler (17. yüzyılda modern bilimlerle bağlılık içinde olan fizikötesi eğilimlerin us ülküsü olarak). 3- Yöntem bakımından usçuluk: a. Matematiğe ve onun yöntemlerine yönelen çalışmalar: Bilgiyi, özellikle felsefe bilgisini, az sayıda temel önermelere, ilkelere dayanarak, az sayıda ilkelerden çıkararak usa uygun bir dizge olarak oluşturma çabası. (Ör. Spinoza’nın “Ethica” adlı yapıtının alt başlığı “geometrik yönteme göre tanıtlanmış” sözlerini taşır.) b. Salt düşünmenin içinde kalarak, yalnızca kavramın kendi kendine işlemesiyle bilginin oluşmasını sağlayan yöntem. (Ör. Hegel’in eytişimsel yöntemi, kaplamı en geniş olan kavramdan kalkarak bütün düşünülenleri birbiri ardından aynı yöntemle geliştirir; eytişim, hem düşünmenin hem de tüm varlığın (gerçeğin) gelişme biçimidir; böylece eytişim Hegel’de evrensel bir yöntem olur.) c. Bilgi kazanmada ve yaşamı biçimlendirmede tek araç olarak usun tutarlı bir biçimde uygulanması (eğilim olarak örneğin modern pragmacılıkta).” (f). “Deneycilik” (empirizm): “Bilgimizin biricik kaynağının deney olduğunu savunan bilgi öğretisi. Bu öğretiye göre, bütün bilgilerimiz deneyden gelir; anlıkta deneyden gelmeyen hiç bir şey yoktur. Yeniçağ felsefesinde deneyci bilgi öğretisinin (empirizmin) kurucusu Locke’dur. Başlıca temsilcileri: F. Bacon, D. Hume, J. S. Mill.” (g), “is. fel. 1. Bilginin gözlem, deneme veya duyular ile elde edilebileceğini ileri süren geleneksel öğreti, görgücülük, ampirizm, akılcılık karşıtı. 2. Organizma ile durum veya çevre arasında bir etkileşim olarak yaşantıya önem veren, bilgiyi, simgelerle iletişimi yapılan denetimli ve yeniden düzenlenmiş yaşantı biçiminde düşünen çağdaş bir felsefe anlayışı, görgücülük, ampirizm.” (h). (a) Hüseyin Fidan, “İktisadi Açıdan Bilgi Kavramı ve Bilgi Kavramına Yaklaşımlar Üzerine Bir İnceleme”, Süleyman Demirel Üniversitesi Vizyoner Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 9, 2013, <https://dergipark.org.tr/download/article-file/213897> s. 95, 96; (b) Hamdi Korkman, “Antik Felsefede Psikolojinin Artalanı”, agm. -adı geçen makale- -12. dipnotta-, s. 372; Erişimler: 28 Haziran 2019. (c) TDK, ags., “Akılcılık”, Güncel Türkçe Sözlük; (d) TDK, ags., “Usçuluk”, BSTS – Eğitim Terimleri Sözlüğü; (e) TDK, ags., “Usçuluk”, BSTS – Toplumbilim Terimleri Sözlüğü; (f) TDK, ags., “Usçuluk”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (g) TDK, ags., “Deneycilik”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (h) TDK, ags., “Deneycilik”, Güncel Türkçe Sözlük; Erişimler: 28 Mayıs 2019.
[17] Aristoteles/Aristo: MÖ 384-322, Yunanistan, Yunan/Grek. “İslâm felsefesi üzerinde önemli etkileri olan İlkçağ Yunan filozofu.”. (Görüşüme göre veya bilinir ola ki görüşleri kendisinden sonraki dünyayı veya çoğu inancı dolaylı olarak ve/veya doğrudan etkilemiştir; nitekim İslam’ı ve İslam felsefesini etkilemiştir.) Yunanistan’ın kuzeyinde -Stageira’da- doğdu. “Atina’ya tahsile giderek Eflâtun’un Akademi’sine (Akademos) girdi.” (Eflâtun = Platon). 20 yıl kadar burada Platon’un en seçkin öğrencisiydi sonra onu eleştirerek/geliştirerek ona rakip oldu. Hocasının ölümü üzerine -günümüzdeki- Bursa’ya gitti ve burada hocasının idealar teorisini eleştirdi yanı sıra ahlak ve siyaset hakkındaki kendi fikriyatlarını da yazdı. Makedonya Kralı 2. Filip’in ricası/isteği üzerine Aristo, Kralın oğlu “Büyük İskender”i yetiştirmek üzere kuzey Yunanistan’a -Pella’ya- gitti. Zaten Aristo’nun babası da, kralın babasının özel hekimi idi. Bu yüzdendir ki onun, devlet ve ilmi çevresi sebebiyle tahsile gittiği açıktır. İskender’i 8 yıl eğitti: “Cihan imparatorunu yetiştiren üstat” unvanı da buradan gelir. Sonrasında Atina’ya gidip burada Apollon Lykeion Tapınağı’nın yanında, Lykeion -Lise- adını alacak, kendi okulunu kurdu. Öğrencilerine dersleri yürüyerek anlatırdı (“Peripatos (el-meşşâî: yürüyen)”). 12 yıllık bu zaman zarfında düşüncelerini sistemleştirdi. 323’te İskender ölünce Sokrat gibi dinsizlikle suçlandı ve Yunanistan’ın kuzeyine -Khalsis’e- gitmek zorunda kaldı. Burada mide hastalığından 62 yaşında öldü. (Antik Yunan = Eskiçağ Yunan) “Eskiçağ Yunan ilmi ve felsefesi ulaşabileceği en yüksek noktaya Aristo ile ulaşmıştır. Aristo keskin zekâsı, tecrübeci ve eleştirici karakteriyle çağının bilinen bütün ilimlerini sistematize etti. Başta mantık olmak üzere birçok ilmin kurucusu sayılan Aristo felsefenin bütün disiplinleriyle ilgilendi ve geriye yüze yakın eser bıraktı. Eserleri Eflâtun’unkiler gibi diyalog şeklinde olmayıp sistematik ve didaktiktir.”. İslam dünyasındaki Meşşaiyye ekolü veya Meşşai okulu Aristoculuktur. Bunlar Aristo’yu takip etmişlerdir / aynı ekoldendirler. 8. yy ile 10. yy arasında, İslam dünyasında halifelerin desteğiyle, Antik ve Helenistik dönemlerde yaşamış 80’e yakın filozofun eserleri Arapça’ya çevrilmiştir. Aristo ise üzerinde en çok durulmuş filozoftur. Meşşaiyyun olan Kindî, onun çoğu eserinin içeriğini çevirmiş, tanıtmış ve incelemiştir. Meşşai okulunun 2. Müslüman filozofu Fârâbî de onun bazı eserlerinin kritiğini yapmıştır. Antik Yunan külliyatının Orta Doğu’ya yayılmasının kaynaklarından birisi de Mısır’daki İskenderiye Okulu’dur. “Sudur Teorisi” Aristo’ya ait değil, Yeni Platonculuk’a aittir: Müslüman filozofların çoğu bunu Aristo’ya ait zannetmişlerdir. Dolayısıyla, bu teoriyle Allah’a ulaşmaya çalışan Müslüman filozoflar -görüşüme göre veya bilinir ola ki- “Bakın! Aristo’da biz Müslümanlar gibi düşünmüş” demişseler de, gerçekte bu yanlıştır. Söz konusu çevrilen eserlerin en önemlisi, Plotinus’un bir kitabının özeti ve ona yapılan eklemeleri barındıran Esulucia -Theologia- adlı eserdir, yazarı da bir Yeni Platoncu/Eflatuncu olan P. Diadikus’tur -ölümü MS 485-. Bu tür benzeri 7 eser mevcuttur: Bu eserler, Aristo ismini kullanarak -bilerek veya bilmeyerek-, Mısır’daki İskenderiye Okulu kanalıyla yayılmıştır: Gerek buna bağlı olarak gerekse de tersi olarak Aristo’nun yanlış yorumlanması ise: Kimi eski yorumcuların ve Süryani mütercimlerin yanlışlığıyla ve de Müslüman filozofların -ilgili bazı konularda bilmeyerek, bazı konularda da bile bile- kendi çıkarlarına yönelik yanlış yorumlamalarıyla olmuştur. Ama hiç olmasa Aristo’yu değil de, Yeni Eflatunculuğu yorumlamış oldular. Yalnız Aristo, Müslüman filozoflarca tamamen yanlış anlaşıldı değildir, bazı kısımları -sudur gibi- yanlış anlaşılsa da, onun -gerçek- çoğu kitabı -düşünceleri- hem çevrilmiş hem de kritiği yapılmıştır. Sudur teorisiyle, Allah-Kur’an benzetmesi yapılabildiğinden bu konu önemlidir. Sudur teorisi: Her şeyin sırayla bir “Güç”ten oluştuğunu/çıktığını söyleyen bir iddia; -görüşüme göre- Allah’ın yaratması gibi. Aristo’nun “Mantığı”, Gazzâlî ile birlikte İslam’da genel kabul görmüştür. “Varlığı varlık olarak ele alıp ilk ve son sebepler bakımından inceleyen, onu duyulur maddî cevherler ve duyular üstü mânevî cevherler olarak en ince ve en derin yönleriyle araştıran Aristo’dur.”. Aristo’nun yazdığı Metafizika (fizik ötesi, fizikten sonra veya İlk Felsefe) adlı kitabı: “Müslümanlar bu kitabın daha ziyade XII. bölümü (L) ile ilgilenmişler, onun birçok defa Arapça’ya tercüme edilmesini sağlamışlardır. Çünkü bu bölüm, metafiziğin en girift problemlerinden biri olan “Tanrı” ve “Tanrı’nın sıfatları” gibi konuları ihtiva etmektedir. Bu sebepledir ki sonradan metafizik disiplininin adı literatürde “el-ilmü’l-ilâhî” olarak da anılmıştır.”. Meşşai filozoflar Aristo ile genelde/çoğu konuda uyuşsa da bazı detay konularda -kendi inançlarına yönelik- kendi yollarını benimsemişlerdir ve/veya kendi görüşlerini oluşturmuşlardır. Onun Ahlak Felsefesi şunu söyler: İnsan, davranışlarında aşırıya kaçmamalıdır; “orta yol”da olmalıdır, uçlarda olmamalıdır; her türlü davranışta ortaya yakın olmalıdır, örneğin bir insan ne hiç konuşmamalı ne de çok fazla konuşmalı; orta derecede konuşmalı, gibi. Gerek Aristo’ya göre gerekse de o dönemin / o coğrafyanın kültürüne göre; fakirler, köleler, kadınlar ve cahiller “hiçbir zaman mutluluktan tam olarak nasiplerini alamazlar.”. (360 TV kanalında, Taşların Dili adlı belgesel programında, Prof. Emre Zeytinoğlu şunları söylemiştir: O dönemde ilgili konuların tartışıldığı meclislere ya da halkın ülke sorunlarını konuştukları/tartıştıkları mekanlara fakirler/köleler giremezdi girse bile konuşma hakları olmazdı sadece filozof ve bilginleri dinlerlerdi: Antik Yunan’da, soylu-asil-filozof-bilgin ve fakir-köle-kadın-cahil ayrımı vardı.). Sondaki parantez içindeki cümle hariç Mahmut Kaya, “ARİSTO”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1991, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/3/C03001242.pdf> Erişim: 26-27 Haziran 2019, Cilt: 3, s. 375-378.
[18] “İslâm’dan önceki Araplar üzerinde Hıristiyanlığın etkisi daha güçlü olmuştur. V. yüzyıl ortalarında Hıristiyanlık doğuda Ya‘kūbîler, Nastûrîler ve Melkîler adıyla üç kola ayrıldığı zaman Irak ve Fars bölgesindeki hıristiyanların çoğu Nastûrî mezhebine girmiş ve böylece Hîre şehrinde Araplar’dan oluşan bir hıristiyan topluluk meydana gelmişti.”. Mustafa Çağrıcı, “ARAP” (İslâm’dan Önce Araplar’da Din), TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1991, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/3/C03015552.pdf> Erişim: 15 Ağustos 2015, Cilt: 3, s. 320.
[19] “Göçebe”: “Bir yere yerleşik olmayıp durum ve koşullara göre sürekli yer değiştiren kişi ya da topluluk.”. TDK, ags., “Göçebe”, BSTS – Tarih Terimleri Sözlüğü, Erişim: 27 Mayıs 2019.
[20] İhsan Eliaçık, hadislerin neredeyse tamamı yalandır, deyip şunu eklemektedir: Hz. Ömer zamanında 500 hadis vardı, bunların çoğu Kur’an’la çelişkiliydi, Hz. Ömer’den Buhari’ye kadarki dönemde 600.000 civarı hadis uyduruldu (a) -Yaşar Nuri Öztürk’ten şu eklemeyi de yapayım, çoğunu Emeviler uydurdu- (b), günümüze kadar da bu sayı 1.500.000 civarı oldu (a). (a) İhsan Eliaçık, “Hadisler dinin kaynağı değil, dinin kaynağı Kur’ân-ı Kerîm’dir – İhsan Eliaçık – 02/01/2015”, Medya Analiz, 7 Ocak 2015, <https://youtu.be/DPycWLnYNOY> (KRT TV, Bana Dinden Bahset, Saffat Suresi (3.), 2 Ocak 2015); (b) Yaşar Nuri Öztürk, “Hadislerin Çoğu Emevi Uydurmasıdır!”, Yaşar Nuri Öztürk, 17 Ocak 2014, <https://youtu.be/WN44CZ12WFE> (Show TV) veya Yaşar Nuri Öztürk, “Yaşar Nuri : Buhari denen sahtekar, Emevi uydurmalarını kitabına doldurdu.”, Aylak Kovboy, 25 Mayıs 2017, <https://youtu.be/am6q0o3Vi3Y> (Ulusal Kanal/TV); Erişimler: 23 Mayıs 2019.
[21] Hukuka geçmeden önce onun kökeni olan hak sözcüğüne bakalım. Türkçedeki hak sözcüğü, “Arapça ḥḳḳ kökünden gelen ḥaḳḳ حَقّ “«yasaya, hakikate veya erdeme uygun olma», 1. doğruluk, hakikat, yasallık, 2. Allahın sıfatlarından biri” sözcüğünden alıntıdır. (Not: Arapça sözcük İbranice ḥuḳḳā חֻקָּה “«(taşa veya metale) oyulmuş şey», yasa, ferman, kural” sözcüğü ile eş kökenlidir. Bu sözcük İbranice ve Aramice/Süryanice ḥḳḳ kökünden gelen ḥaḳaḳ חקק “oymak, (taşa ve metale) hakketmek” fiilinden türetilmiştir. )”“Aramice ve İbranice koph/ḳaf ile yazılan #ḥḳḳ חקק “oyma, kazıma” fiili Arapça kef ile #ḥkk حكّ eşdeğeridir. Sözcüğün nihai anlamının “taşa veya metale hakkedilmiş yazı, belge, kanun” olduğu anlaşılıyor.”. Hukuk sözcüğü hak sözcüğüyle bağlantılıdır. (a). Türkçedeki hukuk sözcüğü, “Arapça ḥḳḳ kökünden gelen ḥuḳūḳ حقوق “haklar” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça ḥaḳḳ حقّ sözcüğünün fuˁūl vezninde çoğuludur.”“1945 öncesi tüm sözlüklerde sadece hak sözcüğünün çoğulu olarak gösterilmiştir.” (b). Yine hak sözcüğüyle bağlantılı olan Türkçedeki hakikat sözcüğü, “Arapça ḥḳḳ kökünden gelen ḥaḳīḳa(t) حقيقة “gerçek (ad), doğruluk” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça ḥaḳḳa حقّ “doğru idi” fiilinin faˁīlā(t) vezninde sıfat dişilidir.” (c). “Hak”: “öz. is. din b. Tanrı. (I) is. 1. Adalet. 2. Adaletin, hukukun gerektirdiği veya birine ayırdığı şey, kazanç. 3. Dava veya iddiada gerçeğe uygunluk, doğruluk. 4. Verilmiş emekten doğan manevi yetki. 5. Pay. 6. Emek karşılığı ücret. 7. sf. Doğru, gerçek. (II) is. esk. 1. Maden, ağaç, taş üzerine elle yazı veya şekil oyma, kazı. 2. Kâğıttaki yazıyı kazıma, kazı. is. esk. Toprak.” (d). “Hukuk”: “1) haklar. 2) töre.” (e), “ç. is. 1. Toplumu düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen yasaların bütünü, tüze. 2. Bu yasaları konu alan bilim. 3. Yasaların ceza ile ilgili olmayıp alacak verecek vb. davaları ilgilendiren bölümü. 4. Haklar. 5. mec. Ahbaplık, dostluk.” (f). “Adalet”: “is. 1. Yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması, türe. 2. Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme. 3. Bu işi uygulayan, yerine getiren devlet kuruluşları. 4. Herkese kendine uygun düşeni, kendi hakkı olanı verme, doğruluk.” (g). “Yasa”: “1- Olaylar arasında düzenli bir bağıntıyı saptayan ve bir şeyin zorunlu olduğunu dile getiren genel önerme. Olayların gidişinde olağandışına yer vermeyen, değişmezlik ve zorunluluk gösteren kural (doğa yasası). 2- Değişmezlik ve zorunluluk niteliği taşımayan, ancak bir yükümlülüğü içeren, özgür bir istence dayalı kural (gereklilik yasası). .// Bu tür yasa: a- Hukukta: Toplumda bireyler arası ilişkileri düzenlemek amacıyle devletçe konmuş yönerge ve kurallar, b- Ahlâkta: Törelerle ilgili davranışları düzenleyici buyruklar ve yönergeler; bir davranışın nasıl olması gerektiğini, ne yapmak gerektiğini gösteren kurallar. 3- Düşüncenin mantıksal bir değeri olması için uyulması zorunlu olan temel -> belitler; mantık kuralları (düşünme yasaları).” (h), “is. 1. Olayların gidişinde olağan dışına yer vermeyen, değişmezlik ve mecburiyet gösteren kural: Doğa yasaları. 2. huk. Devletin yasama organları tarafından konulan ve uyulması gereken kurallar bütünü, kanun. 3. Bilimde çok sayıda deney ve gözlemden sonra, aynı şartlarda aynı sonuçları verdiği kesin olarak belirlenen durum: Yer çekimi yasası. Mendel yasaları. 4. Toplumsal hayat içinde kendiliğinden oluşan ve uyulması toplum içinde yaşamanın bir mecburiyeti olan alışkıların bütünü: Ahlak yasası. 5. fel. Düşüncenin mantıksal bir değeri olması için uyulması şart olan temel: Düşünme yasaları.” (i). “Belit”: “1- Başka bir önermeye geri götürülemeyen ve tanıtlanamayan, böyle bir geri götürme ve kanıtı da gerektirmeyip, kendiliğinden apaçık olan ve böyle olduğu için öteki önermelerin temeli ve öndayanağı olan temel önerme. 2- (Daha genel olarak) Apaçık olsun ya da olmasın -> tümdengelimli bir dizgenin başında yer alan, kendisi tanıtlanamayan, ama öteki önermelerin tanıtlanmasına yarayan önerme.” (j), “Bir uzbilim dizgesi kurulurken doğru olduğu varsayılan, buna karşın söz konusu dizge içinde kanıtlanamayan deyim, ilke ya da önerme” (k), “is. man. Kendiliğinden apaçık ve bundan dolayı öteki önermelerin ön dayanağı sayılan temel önerme, mütearife, aksiyom: “Tüm, parçaların her birinden büyüktür” sözü bir belittir.” (l). “Tanıtlamak”: “1. Bir iddianın gerçekliğini inkâr edilmeyecek bir kesinlikle göstermek, ispatlamak. 2. fel. Muhakeme etme yoluyla veya tanık göstererek bir şeyin doğruluğunu ortaya koymak.” (m). “Tanıt”: “(Lat. probare = sınamak, göstermek, tanıtlamak) : 1- Öne sürülen bir şeyin doğruluğunu göstermede izlenen düşüncel süreç. 2- Tanıtlamada öne sürülen şey; tanıtlamanın dayandığı temel. Tanıtlamak: Usavurma yoluyla ya da tanık göstererek bir şeyin doğruluğunu ortaya koymak.” (n), “is. 1. Tanıtlamaya yarayan belge veya herhangi bir şey, beyyine, hüccet.” (o). (a) Sevan Nişanyan, “Hak1“, Nişanyan Sözlük, 22 Eylül 2017, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=hak1&view=annotated>; (b) Sevan Nişanyan, “Hukuk”, Nişanyan Sözlük, 11 Aralık 2014, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=hukuk&view=annotated>; Erişimler: 19 Haziran 2019. (c) Sevan Nişanyan, “Hakikat”, Nişanyan Sözlük, 22 Eylül 2017, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=hakikat&view=annotated> Erişim: 20 Haziran 2019. (d) TDK, ags., “Hak”, Güncel Türkçe Sözlük; (e) TDK, ags., “Hukuk”, BSTS – Medenî Hukuk Terimleri Sözlüğü; (f) TDK, ags., “Hukuk”, Güncel Türkçe Sözlük; (g) TDK, ags., “Adalet”, Güncel Türkçe Sözlük; Erişimler: 19 Haziran 2019. (h) TDK, ags., “Yasa”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (i) TDK, ags., “Yasa”, Güncel Türkçe Sözlük; (j) TDK, ags., “Belit”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (k) TDK, ags., “Belit”, BSTS – Matematik Terimleri Sözlüğü; (l) TDK, ags., “Belit”, Güncel Türkçe Sözlük; (m) TDK, ags., “Tanıtlamak”, Güncel Türkçe Sözlük; (n) TDK, ags., “Tanıt”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (o) TDK, ags., “Tanıt”, Güncel Türkçe Sözlük; Erişimler: 31 Temmuz 2019.
[22] “Kıyas”: “is. (kıya:sı) 1. Bir tutma, denk sayma. 2. Karşılaştırma, oranlama, mukayese.” (a), “Bilinenden hareketle bilinmeyene ulaşmayı ifade eden mantık, fıkıh ve dil bilimi terimi”“bir nesneyi misali olan nesneye takdir edip uydurmak” (b), “Fıkıh usulünde kıyas, hakkında açık hüküm bulunmayan bir meselenin hükmünü, aralarındaki ortak özelliğe veya benzerliğe dayanarak hükmü açıkça belirtilen meseleye göre belirlemek” (c). İcma ve kıyas İslam hukukunun akli delillerindendir (d).”İcma”: “is. (icma:) esk. 1. Toplama. 2. din b. İslam bilginlerinin bir konuda fikir birliği etmeleri.” (e), “birleştirmek, derleyip toparlamak, bir işi sağlam yapmak, azmetmek”“İslâm âlimlerinin dinî bir meselenin hükmü üzerinde fikir birliği etmelerini ve bütün Müslümanların ortaklaşa benimsedikleri dinî hükümleri ifade eden şer‘î delil, İslâm fıkhının Kur’an ve Sünnet’ten sonra üçüncü kaynağı.” (f). “Azmetmek”: “(-e) (a’zmetmek) Bir işteki engelleri yenmeye karar vermiş olmak” (g). Şeriat (veya şer’i/şeri): “İslâm’a ait dinî, ahlâkî ve hukukî hükümler bütünü anlamında bir terim.” (dikkat ederseniz sadece Kur’an’a ve Hz. Muhammed’e ait demiyor) (h). Hüküm: “Sözlükte “iyileştirmek amacıyla menetmek, düzeltmek; karar vermek” mânalarında masdar ve “ilim, derin anlayış; siyasî hâkimiyet, karar ve yargı” anlamlarında isim olarak yer alan hüküm (hükm, çoğulu ahkâm) İslâmî ilimlerin teşekkül etmesinden sonra mantık, kelâm ve fıkıhta değişik şekillerde tanımlanmıştır. Mantıkta hüküm iki şey, iki düşünce arasında olumlu veya olumsuz bir bağlantı kurmaktır. Bu bağlantının yanı sıra onu idrak etmeye de hüküm denilir. Kelâm ilminde hüküm İslâm dininin inanç, ibadet, muâmelât ve ahlâka dair temel ilkelerini ifade eder. Fıkıhta ise sadece mükelleflerin fiilleriyle ilgili ilâhî hitaplara hüküm denilir.”“Kur’ân-ı Kerîm’de hüküm otuz yerde zikredilir; fiil kalıbındaki kullanımlar ve diğer türevleriyle birlikte bu sayı iki misline çıkar ve yaygın olarak “yargılama, karar verme” anlamını taşır. Kur’an’da hüküm Allah’a, peygamberlere ve insanlara nisbet edilmiştir.” (i). Teklif: “Allah’ın kulunu bir işi yapma veya yapmama hususunda yükümlü tutması anlamında terim.”, o işi yapmayı veya yapmamayı seçene de mükellef denir, “Şer‘î hitapla yükümlü tutulan, söz ve davranışlarına şer‘î sonuçlar bağlanan âkıl ve bâliğ insana mükellef denir.” (j). Örf: “Toplumda genel kabul gören, sürekli veya baskın tatbikatı bulunan sosyal davranış biçimleri ve dildeki yerleşik kullanımlar anlamında bir terim.” (k). (a) TDK, ags., “Kıyas”, Güncel Türkçe Sözlük; (b) Ali Durusoy, “KIYAS”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2002, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/25/C25023635.pdf> Cilt: 25, s. 525; (c) H. Yunus Apaydın, “KIYAS” (Fıkıh), TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2002, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/25/C25023636.pdf> Cilt: 25, s. 529; (d) İzmirli İsmail Hakkı, Ali Duman, “İcma, Kıyas ve İstihsanın Esasları”, Hikmet Yurdu, Yıl: 1, Sayı: 1, Ocak 2008, <http://isamveri.org/pdfdrg/D03434/2008_1/2008_1_DUMANA_IZMIRLIHAKKII.pdf> s. 149, (İSAM Veri); (e) TDK, ags., “İcma”, Güncel Türkçe Sözlük; (f) İbrahim Kâfi Dönmez, “İCM”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2000, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/21/C21007157.pdf> Cilt: 21, s. 417; (g) TDK, ags., “Azmetmek”, Güncel Türkçe Sözlük; Erişimler: 23 Mayıs 2019. (h) Talip Türcan, “ŞERİAT”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2010, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/38/C38023136.pdf> Cilt: 38, s. 571; (i) İlyas Üzüm, “HÜKÜM”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/18/C18016089.pdf> Cilt: 18, s. 464; (j) Mustafa Sinanoğlu, “TEKLİF”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2011, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/40/C40013186.pdf> Cilt: 40, s. 385; (k) İbrahim Kâfi Dönmez, “ÖRF”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2007, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/34/C34023217.pdf> Cilt: 34, s. 87; Erişimler: 15 Haziran 2019.
[23] “Maslahat”: “is. esk. İş, önemli iş, mesele.” (a), “Şer‘î hükümlerin içerdiği veya akıl ve tecrübe yoluyla belirlenmekle beraber bunlarla uyum içinde olan faydalar anlamında fıkıh ve usûl-i fıkıh terimi.” (b). (a) TDK, ags., “Maslahat”, Güncel Türkçe Sözlük; (b) İbrahim Kâfi Dönmez, “MASLAHAT”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2003, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/28/C28009099.pdf> Cilt: 28, s. 79; Erişimler: 23 Mayıs 2019.
[24] “Kelam”: “is. esk. 1. Söz. 2. Söyleyiş biçimi, söyleme. 3. din b. Başta Tanrı’nın varlığı, birliği, peygamberlik ve ahiret olmak üzere İslamiyetin ana ilkelerini konu edinen bilim.”. TDK, ags., “Kelam”, Güncel Türkçe Sözlük, Erişim: 15 Ağustos 2015.

 

Fârâbî. Kazakistan banknotundaki temsili veya benzeri Fârâbî çizimi, 1993. (Görselin tamamı için tıkla)
İbn Sînâ. İran’da çıkan bir posta pulundaki temsili veya benzeri İbn Sînâ çizimi, 1954. (Görselin tamamı için tıkla)
Gazzâlî. “Al-Ghazali the Alchemist of Happiness” adlı filmin DVD’sindeki temsili veya benzeri Gazzâlî resmi, 2004. Düzenleme: A. Çadıroğlu (Görselin tamamı için tıkla)
İbn Rüşd. Andrea Bonaiuto’nun 14. yy.da çizdiği temsili veya benzeri İbn Rüşd çalışması. İberfoto. (Görselin tamamı için tıkla)

 

Kur’an’da teolojik tartışma yoktur. Yine, “varlık” kelimesinin mevcut terimi yoktur, Araplar Grekçeden terimini almışlardır. “Cisim” terimi de kısıtlıdır, dardır. Dolayısıyla kelam tartışmalarında Araplar Yunan felsefesinden beslenmişlerdir. Süryani Hristiyanlarının oluşturduğu teolojik gelenekler İslam dünyası üzerinde etkili olmuştur. İslam’ın ilk mezheplerinden Mu‘tezile’nin kadere karşı çıkması onun Hristiyanlardan etkilendiğini gösterir. Öyle ki onlar Sokrat’ın kitaplarını okumaktaydılar. Mu‘tezile, akla karşı çıkan Selefiler tarafından bastırılmıştır. Eş‘ariler de bunların ortasında hareket etmişlerdir. İslam doktrini Eş‘ari mezhebiyle temellendirilmiştir. Sonrasında İslam’da Gazzâlî ile birlikte Sünnî bağlamda Eş‘ari teolojisi egemen olmuştur.[25] (Sokrates[26]) (Gazzâlî[27])

İslam’da ilk kez felsefe ile temas kuranlar Mu‘tezili düşünürlerdir. Kindî Arapların ve İslam’ın ilk filozofudur. O, ilk başta Mu‘tezili idi, sonra kendisi “akla önem veren” Meşşai felsefesi akımını başlattı. Bu akım Fârâbî, İbn Sînâ gibi isimlerle geliştirilmiştir. Hatta Endülüs’te de devam etmiştir. İslam kelam hareketinde başta Mu‘tezile, Eş‘arilik ve Maturidilik mezhepleri/akımları önemlidir, temelinde Eş‘arilik vardır. Maturidilik 9. yy.da İran’ın doğusu Horasan’dan çıkmıştır, İslam bu akımı önemsememiştir. Mu‘tezile aklı esas alır, Selefi ise tam tersidir. Eş‘ari ise ikisinin ortasındadır, hem aklı hem de nakli esas alır. Eş‘ariliğin kökeninde Hermetik ve Rum gelenekleri vardır.[25] (Not[28]) (Kindî, Ya‘kūb b. İshak[29]) (Fârâbî[30]) (İbn Sînâ[31]) (“Endülüs”[32]) (“Mezhep”[33]) (“Nakil”[34]) (Hermetik/Hermetizm hakkında[35]) (Helenistik dönem ve İskenderiye hakkında[36])

Mu‘tezile görüşü şunları demektedir: Tanrı ilkelidir, insanı özgür bırakır, özgür irade vardır; kötülükler insan çıkışlıdır, Tanrı’dan gelme değildir, Tanrı “akılsal bir varlıktır”. Eş‘ari -Eş‘ariler- ise Tanrıya kudret deyip iyi ve kötü Tanrının hâkimiyetindedir, demektedir. Mu‘tezililer İslam felsefesini başlatmışlardır.[25]

___________________
[25] Hasan Aydın, “Antik Yunan Felsefesinin…” ags.
[26] Sokrates/Sokrat: MÖ 470-399, Yunanistan, Yunan/Grek. “Antik felsefede önemli bir dönüşüm gerçekleştiren Yunan filozofu.”. (Görüşüme göre veya bilinir ola ki görüşleri kendisinden sonraki dünyayı veya çoğu inancı dolaylı olarak ve/veya doğrudan etkilemiştir; nitekim İslam’ı ve İslam felsefesini etkilemiştir.) “Milâttan önce 470’te Atina’da doğdu.”“İlk Atinalı filozof Anaxagoras’ın öğrencisi olan Archelaos’un yanında öğrenime başladı. Erken dönem tabiat felsefesinin yanı sıra onun ahlâk alanındaki görüşleri Sokrat (Sokrates) üzerinde olumsuz bir etki bıraktığından kısa sürede ilgisini başka alanlara yöneltti. Zira Sokrat varlığın menşei (arkhe) hakkında o güne kadar geliştirilen teorilerin ve ispatı mümkün olmayan fizikî bilgilerin insanlığa hiçbir fayda sağlamadığını anlamakta gecikmemişti. Ona göre insanın, varlığın ilkesi veya fizikî varlıklar üzerine değil kendi varlığı üzerine düşüp zihin dünyasını keşfetmesi gerekir. Kendisine bu fikri ilham edenin Anaxagoras’ın, “Evrendeki düzenin ve kanunun sebebi akıldır” şeklindeki ifadesiyle Delfi tapınağındaki kâhinlerin, “Kendin tanı” biçimindeki özdeyişleri olduğu anlaşılmaktadır. Onun bu anlayışı felsefe tarihinde Sokrat öncesi ve Sokrat sonrası diye bir ayırım yapılmasına sebep olmuştur.”. Yani Sokrat dışa değil içe yönelmiştir. İnsan varlığın sebebini, nedenini, nasılını, neliğini vs.sini dış çevrede değil kendi içinde, zihninde aramalıdır. Akıl önemlidir. Sade yaşayan, çıplak ayakla dolaşan, politikadan uzak duran derbeder büyük bir filozoftur. Katıldığı savaşlarda kahramanlıklar göstermiştir. “Sokrat, hayatının önemli anlarında içinden bir ses işittiğini, bu sesin kendisini şu veya bu şekilde davranması yönünde uyardığını söyler. Bu sese o “dai-monion”um der. İkaz ve ihtar eden, sıradan işlerle uğraşmaktan alıkoyup bilgeliğe yönlendiren bu ses ona göre ilâhî bir sestir. Yorumcular bu sesin ilham perisi yani cin (daimonia) olduğunu söyleseler de Sokrat, hayatının yüksek bir kudretin elinde olduğuna ve bu yüce kudret tarafından sevk ve idare edildiğine samimiyetle inanıyordu.”. Görüşüme göre: Aklını kaybetmiş birisi mi yoksa ilahi aşkla manialaşmış (manyaklaşmış / ilahisel delilik) mı yoksa da vahiy alan birisi mi? veya diğeri, seçim sizin. “Keskin zekâsı, büyüleyici konuşması, ince ironileri, pervasızlığı, savunduğu ahlâkî fikirlerin yüksekliği ve hayat tarzı insanları kendisine çekiyordu.”. Varlık bilgisine ulaşılamaz. Doğa ilimlerinde kesinlik yoktur, sürekli değişir. Matematik boştur. ““Bildiğim bir şey varsa o da hiçbir şey bilmediğimdir.””“…insan varlığın mahiyetini bilemiyor ve “arkhe” sorununu çözemiyorsa hiç olmazsa ne olması gerektiğini, hayatın anlam ve amacını, ruh için en yüksek iyinin ne olduğunu bilebilir. İşte biricik sağlam ve faydalı olan bu bilgidir yani ahlâktır. Ahlâkın dışında asla ciddi bir felsefe yoktur. Gerçi Protagoras da, “Her şeyin ölçüsü insandır” diyerek insanı ve değerleri merkeze almaktaysa da onun kastettiği şey değişen varlığın bir parçası yani fert olarak insandır; Sokrat’a göre ise bu ölçü ahlâkî düşüncenin değişmez ve zorunlu unsuru olması itibariyle insandır.”. Diyalog yöntemini kullanırdı. İnsanlarla konuşur onlara sorular sorardı. Kendisi görüş belirtmezdi çünkü bir şey bilmediğini söylerdi. cevapları analiz edip tuturlı-tutarsızlığını gösterip örnekler verip “tümel kavramlara ulaşmak ve bu kavramların tam bir tarifini elde etmek, başka bir deyişle bilgiyi temellendirmek” isterdi. “Sokrat’a göre bilgi zihinde var olanı hatırlamaktır. Bu sebeple hoca talebesine yeni bir şey öğretmez, sadece hatırlatır.”. Yaşadığı dönemde sofistler diyalog (diyalektik) yönteminin tersine ‘dediğim dedik’ti, Sokrat da bunu yıkmaya -Atinalılar’ı bu kaostan kurtarmaya- çalıştı. “Büyük bir ahlâkçı olan Sokrat geriye hiçbir eser bırakmadı, hayatı boyunca hep tartıştı ve sorguladı. Ona ait olduğuna kesin gözüyle bakılan iki önerme vardır: “Erdem bilgidir” ve, “Hiç kimse bilerek kötülük yapmaz.” Bu konuda Sokrat daima genel prensipler üzerinde durur ve ahlâka dair ayrıntılarla ilgilenmez.”. Görüşüme göre: Herkesin %100 olarak kabul edeceği veya hiçbir insanın işine yaramayan bir kötülük var mıdır? İyi ve kötü zamanla ve/veya toplumlararası değişime tabi ise bilgi de değişime mi tabidir? “İnsanı merkeze alan ve bilgiyle uygulamayı birbirinden ayırmaya yanaşmayan Sokrat’a göre bilgi uygulamayla anlam kazanır; diğer bir ifadeyle bilgisiz uygulamadan iyi bir sonuç beklemek imkânsız olduğu gibi uygulamasız bilgi de bir işe yaramaz. Meselâ herhangi bir konuda insan amacına ulaşmak istiyorsa kendini ona ulaştıracak yol ve yöntemi bilmek zorundadır. Öte yandan insan bilerek kötülük yapmaz, çünkü yaratılış itibariyle insan kötü değildir, kötülüğün kaynağı bilgisizliktir. Eğer insan bir şeyin kendisi için iyi ve yararlı olduğunu bilirse onu kesinlikle yapar. Kötülük yapmak yani yanılmak gerçek değerlerin yerine sahte değerleri koymaktan kaynaklanır. Değerler söz konusu olduğunda gerçeğini sahtesinden ayırmasını bilen kimse asla hata yapmaz. Şu halde insanı erdemli kılan aklını doğru kullanabilmesidir.”. Görüşüme göre: İyi ve kötü insandan bağımsız evrensel (ilahisel/özsel) bir şey midir, yoksa insanda insanla sonradan zaman içinde mi öğrenilir, yoksa evrenin (doğanın) bir dayatması mıdır, yoksa evrimle gelişen beynimizin oluşturageldiği kendi değerleri midir? “Sokrat ruhun bedenden bağımsız bir cevher olduğuna, bedenin süflî arzu ve isteklerine karşı koyacak güce sahip bulunduğuna inanmaktadır. Gerçek mutluluğa ulaşmak için ruhun beden üzerinde tam bir hâkimiyet kurması gerekir; mutluluk bilgiyle aydınlanan ruhun mutluluğudur. Sokrat bunun ne olduğunu hayatı boyunca yaşayarak göstermiştir, bu bakımdan o hem filozof hem büyük bir eğitimcidir.”. Görüşüme göre burada, Sokrat’ta Hinduizm’deki beden isteklerini dindirerek kurtulaşa ulaşma kavramı görülüyor. “Politeist bir toplumda yaşadığı için Sokrat da çok tanrılı halk dinini benimsemişti; ancak ilâhî inâyet ve ilhama inanmakta, her şeyin üstünde yüce bir kudretin varlığını kabul etmekteydi. Sokrat ünlü savunmasında, “Ey Atinalılar! Tek gerçek bilge vardır, o da Tanrı’dır” diyorsa da onun mutlak anlamda monist olduğunu söylemek hayli güçtür. Sokrat dindar bir insan olmakla birlikte, “Gençlerin kafasını bozan bir günahkârdır. Devletin tanıdığı tanrılar yerine kendi icat ettiği tanrılara inanmakta ve bu şekilde kendine ait yeni bir din ortaya çıkarmak istemektedir” diye şikâyet edildi. Bir heyet önünde kendini savunduysa da mahkemece ölüm cezasına çarptırıldı ve baldıran zehiri içerek hayatına son verdi.”. Görüşüme göre -veya bu paragraftan anlaşılıyor ki- son düşüncesi tek tanrılılık olmuştur (veya daha az çok tanrılı daha çok tek tanrılı). Ksenafon ve Platon Sokrat’ın önemli iki öğrencisi olup onların yazdıkları eserlerle Sokrat daha yakından tanınmıştır. Sokrat “aynı zamanda idealist bir filozoftur”. Sokrat’ın öğrencileri onun ölümünden sonra dünyanın çeşitli yerlerinde Sokratik okullar açarak onun görüşlerini yaymış ve yorumlamışlardır. “…sonuçta bu ahlâkçı okulların birleştikleri husus, “Hayatta en yüksek amaç bilgiyle elde edilen erdemdir; mutluluk da bundan başka bir şey değildir” şeklinde özetlenebilir.”“Müslümanlar, Grekçe ve Süryânîce’den Arapça’ya yapılan tercümeler esnasında Eflâtun’un Phaidon, Kriton, Timaios, Kanunlar (Nomoi) ve Devlet (Politeia) diyalogları, ayrıca Huneyn b. İshak’ın Nevâdirü’l-felâsife’si ve Geç Helenistik dönemde yazılan birtakım yazılar kanalıyla Sokrat’ı tanıdıklarından çok farklı bir Sokrat figürü ortaya çıkmaktadır.”. Kindî’nin Sokrat’la ilgili beş eseri vardır, bunu Kindî kendi yazdığı bir eserde kendisi söylemiştir fakat bunlar günümüze ulaşamamıştır. İslâm filozoflarının çoğu “Sokrat, Eflâtun ve Aristo’yu “ilâhiyyûn” (deist ve metafizikçi) olarak büyük bir saygıyla anar.” (Eflâtun = Platon). Mahmut Kaya, “SOKRAT”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2009, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/37/C37012290.pdf> Erişim: 27 Haziran 2019, Cilt: 37, s. 352-354.
[27] Gazzâlî/Gazali: 1058-1111, -günümüz- İran. İranlı/İrani/Pers/Fars (a). “Eş‘arî kelâmcısı, Şâfiî fakihi, mutasavvıf, filozoflara yönelttiği eleştirilerle tanınan İslâm düşünürü.” (b). Fakih: “Dîn bilgini, fıkıh âlimi.” (c). “Müderris”: “Medreselerde ya da büyük camilerde ders okutan kimse.” (d), “is. esk. 1. Ders veren, profesör. 2. Medresede veya camide öğretmen.” (e). Savunduğu: Entüisyonizm/Sezgicilik. Akımın -modern- savunucusu Fransız filozof -ö. 1941- H. Bergson’a göre sezgi; zeka ve içgüdünün birleşimidir, kendi bilincine varmış içgüdüdür. Zeka, içgüdü ve bilinci uyandırır, sonucunda oluşan sezgiyle “gerçek” kavranır. Gazzâlî’ye göre ise sezgi: Allah’ın kişinin kalp gözünü açmasıdır (f). “Gazali, büyük bir İslam düşünürüdür. 1058’de, İran’da Tus kentinde doğdu. Küçük yaşta babası ölünce kardeşiyle birlikte bir medreseye sığındı. Uzun süre bu medresede öğrenim gördü. Sonra bilgisini artırmak amacıyla Nişabur’a gitti. Burada parlak bir öğrenci olarak sivrildi. 1085’te Büyük Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün çağrısı üzerine gittiği Bağdat’ta da kendini gösterdi. Nizamülmülk 1091’de Gazali’yi Bağdat’ta kendisinin kurdurduğu Nizamiye Medresesi’ne müderris (öğretmen) olarak atadı. Burada verdiği derslerle büyük ün kazanan Gazali 1095’te görevinden ayrılarak 10 yıl kadar Şam, Kudüs, Mekke ve Tunus’ta içine kapalı bir yaşam sürdü. 1106’da Nizamülmülk’ün oğlu vezir Fahrülmülk’ün çağrısı üzerine Nişabur’daki Nizamiye Medresesi’nde yeniden ders vermeye başladı. 1110’da bu görevinden ayrılarak Tus’a döndü; bir yıl sonra da burada öldü. Gazali İslam dünyasında farklı düşüncelerin yoğun biçimde tartışıldığı bi dönemde yaşadı. Bu yüzden o da yaşamı boyunca çeşitli düşüncelerin etkisinde kaldı, bazılarına da sert eleştiriler yöneltti. Gazali gençlik yıllarında, inanç ilkelerini akıl yoluyla açıklamaya çalışan bir İslam bilimi olan kelamla uğraştı, ama sonraları inanca ulaşmak için akıl yolunu izlemenin inkara götürebileceği düşüncesiyle kelamdan vazgeçti. Felsefeye de, duyuların insanı yanıltabileceği, aklın felsefe sorularına cevap ararken birçok çelişkiye düştüğü, bundan dolayı da gerçeği bulamayacağı düşüncesiyle karşı çıktı. En sağlam yolun tasavvuf olduğunu öne sürdü, bilginin en doğru biçimde sezgiyle elde edilebileceğini, akılla kavranamayan gerçeklerin tasavvuf yoluyla bilinebileceğini savundu. Gazali tasavvufu Sunni düşünce çerçevesinde yeniden temellendirmeye çalıştı. Ünlü yapıtı İhyau Ulumi’d-Din’de (“Dinsel Bilimlerin Canlandırılması”) tasavvufu birçok bölümü bulunan dinsel bir bilim olarak sistemleştirmiştir. Gazali’nin görüşleri sonraki yüzyıllarda da etkili oldu, İslam dünyasındaki kelam ve felsefe tartışmaları onun düşünceleri karşısında giderek canlılığını yitirdi.” (g). “Sezgicilik”: “1- Sezgiye us, anlık, kavramsal düşünme karşısında üstünlük veren; sezgiyi bilginin, özellikle felsefe bilgisinin, temeli olarak gören öğreti (Bergson). 2- (Ahlâk öğretisi olarak) Eylemlerin iyi ya da kötü oluşlarının, onların değerleri ve sonuçları üzerine herhangi bir düşünüp taşınma ile değil, doğrudan doğruya sezgiyle bilinebileceğini savunan görüş. 3- (Matematikte) Matematiğin temellerinin sezgi yoluyle doğrudan doğruya kesinlikle kavrandığını ileri süren görüş (mathematical intuitionism; kurucusu: L.E.j. Brouwer); bu görüşe göre, insan anlığının yapıcılığından doğan “matematiksel varoluşlar” ancak sezgi yoluyle sınanabilirler; bu görüşte matematiğin mantık ve felsefe karşısında üstünlüğü de kabul edilir, çünkü ne bilim ne felsefe ne de mantık matematik için bir öndayanak olabilirler.” (h). “Sezgi”: “(Lat. intuitio-intuitus: in-tueri = içini görme): 1- Bir şeyin birden açılması. 2- Bir bağlantının birden, doğrudan doğruya, aracısız bulunması (keşfedilmesi), yakalanması. 3- Gidimli düşünmenin usavurmanın tersine, bir bütünün bir bakışta dolaysız kavranması; varlıkları bize kendilerinde olduğu gibi açan bilgi; dolaysız kavrama; bir anda yakalama; sezme, sezip keşfetme. Bergson’da: Gerçeği kavrama yetisi; bir anda yakalama, kavrama, sezme, sezip keşfetme. Sezgi, içgüdü ve anlağın bir bireşimidir, gerçeği birden kavramada içgüdüden yararlanır, anlak da içgüdüde uyku halinde olan bilinci uyandırır ve onu tutkularından kurtarır; öyleyse sezgi, kendi bilincine varmış içgüdüdür.” (i). “Anlak”: “Anlama ve kavrama kapasitesi. Zekâ.” (j). “İçgüdü”: “is. ruh b. 1. Bir canlı türünün bütün bireylerinde akıl ve düşünceden bağımsız olarak doğuştan gelen bilinçsiz her türlü hareket ve davranış, insiyak, sevkitabii. 2. hay. b. Organizmayı o türe özgü olan bir amaca ulaşmaya sürükleyen davranış eğilimi.” (k), “Davranıştaki doğal ve kalıtsal olan faktör.” (l), “Bir hayvan türünün bütün bireylerinde kalıtım yoluyla belirlenmiş olan ve yaşamın korunmasına yarayan bilinçsiz eyleme ve davranış biçimi. İçgüdüler öğrenilmezler, deneme yoluyla kazanılmazlar; bu davranış biçimleri her hayvan türünde başkadır, ama bir türün içinde bireysel ayrılıklar göstermezler.” (m) (Güdü ve güdü ile ilgili terimlerin anlamları için 170. dipnota bk. bakabilirsiniz). (a) Wikipedia Contributes, “Al-Ghazali”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Al-Ghazali>; (b) Mustafa Çağrıcı, “GAZZÂLΔ, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1996, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/13/C13015816.pdf> Cilt: 13, s. 489; (c) Hayreddin Karaman, “FAKİH”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1995, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/12/C12004407.pdf> Cilt: 12, s. 126; Erişimler: 15 Ağustos 2015. (d) TDK, ags., “Müderris”, BSTS – Tarih Terimleri Sözlüğü; (e) TDK, ags., “Müderris”, Güncel Türkçe Sözlük; Erişimler: 27 Haziran 2019. (f) M. Rıdvan Güneş, “Temel Felsefe”, tarih belirtilmemiş, <https://books.google.com.tr/books?id=EtrzpQhQ54MC&printsec=frontcover&hl=tr#v=onepage&q&f=false> veya <https://books.google.com.tr/books?id=EtrzpQhQ54MC&hl=tr&source=gbs_navlinks_s> Erişim: 16 Ağustos 2015, s. 7, (Google Books/Kitaplar). (g) TBA Editörleri, “GAZALİ”, Temel Britannica: Temel Eğitim ve Kültür Ansiklopedisi, Encyclopaedia Britannica, Inc. Chicago, Ana Yayıncılık AŞ, İstanbul, Hürriyet, 1992, Cilt: 7, s. 85. (h) TDK, ags., “Sezgicilik”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (i) TDK, ags., “Sezgi”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (j) TDK, ags., “Anlak”, BSTS – Biyoloji Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 29 Mayıs 2019. (k) TDK, ags., “İçgüdü”, Güncel Türkçe Sözlük; (l) TDK, ags., “İçgüdü”, BSTS – Biyoloji Terimleri Sözlüğü; (m) TDK, ags., “İçgüdü”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 28 Haziran 2019.
[28] İslam’da ilk kez felsefe ile (yunan felsefesi ile) temas kuranlar Mu‘tezililerdir.
[29] Kindî, Ya‘kūb b. İshak: 801-873, Irak, Arap (a). “İlk İslâm filozofu ve Meşşâî okulunun kurucusu.” (b). Meşşai/Meşşaiyye: “İslâm toplumunda Aristo sistemini temel alan felsefî hareketlere verilen ad.”: Savunduğu: Rasyonalizm (c). İlk İslam düşünürü olan Kindî Bağdat’ta yaşadı. Yunan bilim ve felsefesini İslam kültürüne aktardı. Felsefe ve mantığı, İslam dini ile uzlaştırmaya çalıştı. “Astronomi ve göz doktorluğu, matematik ve doğa bilimleri alanında da çalışmaları vardır. Ortaçağ bilim ve felsefesi üzerinde büyük etkisi olmuştur.” (d). (a) Wikipedia Contributes, “Al-Kindi”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Al-Kindi>; (b) Mahmut Kaya, “KİNDÎ, Ya‘kūb b. İshak”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2002, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/26/C26023429.pdf> Cilt: 26, s. 41; (c) Mahmut Kaya, “MEŞŞÂİYYE”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2004, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/29/C29009566.pdf> Cilt: 29, s. 393, 395; Erişimler: 16 Ağustos 2015. (d) GMA Editörleri, “KİNDİ Ebu Yusuf Yakup İbni İshak”, Grand Master Genel Kültür Ansiklopedisi, Milliyet Yayın AŞ, Nisan 1992, Cilt: 3, s. 675.
[30] Fârâbî: 872’de -günümüz- Kazakistan’da doğdu, 950’de Suriye’de öldü (a)(b). İranlı/Persi/Farsi veya Türk (b). “İslâm felsefesini metot, terminoloji ve problemler açısından temellendiren ünlü Türk filozofu.” (a). Savunduğu: Rasyonalizm. Allah, zorunludur; Evren ise mümkündür. “Hep etkin akıl” Allah’a en yakın olandır ve insanın yönelebileceği en büyük gayedir: İnsan buna ulaşırsa, en büyük mutluluğa ulaşır ve bilen, bilinen ve bilgi bu noktada aynı şey olur: Gerçek bilgi de budur. (c). “Farabi, İslam felsefesinin temelini atan ilk düşünürlerdendir. Getirdiği yeni yorumlarla Aristo’nun felsefesini İslam düşüncesiyle uzlaştırmaya çalışmıştır. İslam düşünürleri arasında büyük saygı gören Farabi’ye, başöğretmen ya da ilk öğretmen (muallim-i evvel) sayılan Aristo’nun ardından ikinci öğretmen (muallim-i sani) sanı verildi. Türkistan’da, Maveraünnehir bölgesinin Farab kentinde doğan Farabi’nin asıl adı Ebu Nasr Muhammed bin Turhan bin Uzlug’dur. Babası, Türk soyundan gelen İranlı bir kale komutanıydı. İlköğrenimini memleketinde tamamlayan Farabi yükseköğrenimini Bağdat’ta gördü. Önceleri İslam hukuku (fıkıh) ile ilgilendiyse de daha sonra bütünüyle felsefeye yöneldi. Bağdat’ta dönemin ünlü bilginlerinden mantık ve dilbilgisi dersleri aldı. Daha sonra Harran’da Yuhanna bin Haylan’dan felsefe okudu. Yunanca ve Yunan felsefesini öğrenerek Aristo’nun o yıllarda bilinen yapıtlarını inceledi. Farabi ana dili Türkçe’den başka Arapça, Farsça, Süryanice ve Yunanca da bilmekteydi. 100’ü aşkın kitap yazan düşünür felsefenin yanı sıra tıp ve müzikle de ilgilendi. Sessiz, sakin ve yalnız bir yaşam sürdüren Farabi ününün artması üzerine Samani Hükümdarı Nuh bin Saman’ın çağırısıyla bir ansiklopedi hazırlamak için Buhara’ya gitti; el-Talimü’s-Sani (“İkinci Öğretim”) adlı ansiklopediyi kaleme aldı. İlk ansiklopedi sayılan bu yapıt bittikten sonra bir süre Buhara’da kalan düşünür daha sonra Bağdat’a, oradan da Hamdani Emiri Seyfüddevle’nin yanına Halep’e gitti. Farabi birçok önemli yapıtını yaşamının geri kalan bölümünü geçirdiği Halep’te yazdı. Farabi, Aristo felsefesine dayanan akılcı bir felsefe geliştirmiştir. Farabi’nin Düşünceleri: Farabi’nin felsefesi, Aristo felsefesine dayanan akılcı bir felsefedir. Aristo’nun aklı temel alan akıl yürütme (usavurma) yöntemini kullanarak felsefe ile İslam dinini uzlaştırmaya çalışmıştır. Aklın, edindiği bilgilerle iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, güzeli çirkinden ayırabildiğini söyler. İnsan için en yüksek erdemin bilgi olduğunu belirtir. Farabi’ye göre evrendeki varlıkları bilen ve bundan yaşam için doğru anlamlar çıkaran kişi Tanrı’ya ulaşmanın yolunu bulmuştur. Bu nedenle gerçek filozoflar arasında düşünce ayrılığı olmayacağına inanır. Büyük İslam bilgin ve filozofları İbn Miskeveyh, İbn Sina ve İbn Rüşd onun yolunda yürümüş ve düşüncelerini geliştirmişlerdir. Farabi İslam’da siyasal felsefenin de temelini atmıştır. Farabi’ye göre kişi yetkinliğe ulaşabilmek için gereksinim duyduğu şeylerin tümünü tek başına sağlayamaz. Bunu ancak kişilerden birinin eksiğini öbürü ile tamamlayan toplum sağlayabilir. Bu nedenle birey toplum içinde yaşamadıkça yetkinliğe ulaşamaz. En üstün yetkinliğe ise ancak kentte ulaşılabilir. Farabi kentleri erdemli ve erdemsiz olarak ikiye ayırır. Erdemli kent aydın soylularca yönetilir ve başkanını seçimle saptar. Erdemi ise yardımlaşma doğurur. Erdemli toplum mutluluğa ermek için yardımlaşan toplumdur. Erdemsiz kentte ise güçlü ile güçsüz arasında sürekli bir çatışma vardır. Bu çatışma güçlünün egemenliği ile sonuçlanır. Yapıtlarını Arapça yazmış olan Farabi’nin din, metafizik, evrenbilim, mantık, doğa bilimleri, ahlak, astronomi, kimya, müzik alanlarını kapsayan yapıtları birçok dile çevrilmiştir. Bilimlerin tanımını, sınıflandırılmasını ve konularını içeren İlimlerin Sayımı (İhsaü’l-Ulüm), “Erdemli kent” anlamına gelen el-Medinetü’l-Fazıla, devlet yönetimi üzerine düşüncelerini içeren es-Siyasetü’l-Medeniye, erdem konusunu işlediği Mutluluğu Kazanma (Tahsilü’s-Saade) dilimize çevrilen yapıtlarındandır.” (d). (a) Mahmut Kaya, “FÂRÂBΔ, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1995, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/12/C12023455.pdf> Cilt: 12, s. 145, 146; (b) Wikipedia Contributes, “Al-Farabi”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Al-Farabi>; (c) M. Rıdvan Güneş, ags., s. 5; Erişimler: 16 Ağustos 2015. (d) TBA Editörleri, “FARABİ”, Temel Britannica: Temel Eğitim ve Kültür Ansiklopedisi, Encyclopaedia Britannica, Inc. Chicago, Ana Yayıncılık AŞ, İstanbul, Hürriyet, 1992, Cilt: 6, s. 252, 253.
[31] İbn Sînâ (İbni/İbn): 980’de -günümüz- Özbekistan’da doğdu, 1037’de -günümüz- İran’da öldü, İranlı/Fars/Pers (a). “İslâm Meşşâî okulunun en büyük sistemci filozofu, Ortaçağ tıbbının önde gelen temsilcisi.” (b). “İslam düşünürü, bilgin ve doktor. Buhara yakınında Afşana’da dünyaya geldi. Ansiklopedik bilgisi çoktu. Saray kitaplığından yararlanarak, o dönemin tüm bilgilerini öğrendi. Daha çok tıp ve felsefe konuları üstünde durdu. Samanoğulları’nın emrinde çalışan babası ölüp Samanoğulları Devleti de yıkılınca oradan Harzem’e geçti. Bir süre sonra oradan da ayrılıp Gürcan’a gitti ve ünlü tıp kitabı “Al Kanun Fi’t Tıp”ı (Hekimliğin Yasası) yazdı (1009). Bu kitap Batı’da 17. yüzyıla, Yakındoğu’da 19. hatta 20. yüzyıla kadar tıp öğretiminin ve uygulamasının temeli oldu. Bilgin, yaşamının sonuna kadar Rey ve Hemedan yöresinde küçük emirlerin himayesinde kaldı, hekimlik, vezirlik yaptı. Elli yedi yaşında Hemedan’da öldü. İbni Sina’nın felsefesi Aristoteles’ten ve İsmailiye mezhebinin görüşlerinden etkilenmiştir. Öne sürdüğü evren ve akıl kuramına göre varlıklar, olası ve gerekli varlıklar diye ikiye ayrılır. Olası varlıklar, var olmaları bir nedenle gerekli kılındığı anda gerçek varlık haline gelirler. Bu gereklilik yaratıcı bir Tanrının istemidir. Tanrı kendi kendini düşünebildiğinden ilk akıldır. Varlıklar diğer akıllar ondan sonra gelir. Kitab-üş Şifa ve Kitab-ül Ülum adlı eserlerinde bu görüşlerini açıklar.” (c). (a) Wikipedia Contributes, “Avicenna”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Avicenna>; (b) Ömer Mahir Alper, “İBN SÎN”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1999, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/20/C20015903.pdf> Cilt: 20, s. 319; Erişimler: 17 Ağustos 2015. (c) GMA Editörleri, “İBNİ SİNA Ebu Ali Hüseyin”, Grand Master Genel Kültür Ansiklopedisi, Milliyet Yayın AŞ, Nisan 1992, Cilt: 2, s. 500.
[32] “Endülüs”: “İslâm hâkimiyetindeki İspanya”. Felsefe burada 12. yy.da en parlak dönemini yaşamıştır. Mehmet Özdemir, “ENDÜLÜS”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1995, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/11/C11023411.pdf> Erişim: 24 Mayıs 2019, Cilt: 11, s. 211, 222.
[33] “Mezhep”: “Dinin inanç esaslarını veya amelî hükümlerini anlama ve yorumlama konusunda kendine özgü yaklaşımlara sahip düşünce sistemi; bu yaklaşımlar etrafında meydana gelen ekolleşmenin ürünü olan ilmî ve fikrî birikim”. İlyaz Üzüm, “MEZHEP”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2004, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/29/C29023444.pdf> Erişim: 24 Mayıs 2019, Cilt: 29, s. 526.
[34] “Nakil”: “Peygamberler tarafından getirilen vahiy bilgileri”dir. Kelamcıların bazıları ilahi/uhrevi bilgilere ve bir şeyin iyi-doğru mu yoksa kötü-yanlış mı olduğuna akılla ulaşılabileceğini bazıları ise aklın bunda yetersiz kalacağını söylemişlerdir. Yusuf Şevki Yavuz, “AKIL” (Kelâm), TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1989, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/2/C02015489.pdf> Erişim: 24 Mayıs 2019, Cilt: 2, s. 245, 246.
[35] “Hermetik külliyatta eski Mısır dininden, Tevrat’tan, Zerdüştîlik’ten, Stoacı, Eflâtuncu, Yeni Eflâtuncu, Pisagorcu ekollerden ve Gnostisizm’den gelen birçok motif bulmak mümkündür.”. Mahmud Erol Kılıç, “HERMES”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/17/C17005863.pdf> Erişim: 24 Mayıs 2019, Cilt: 17, s. 230.
[36] “İslam dünyasında felsefî düşüncenin gelişmesine altyapı oluşturan etkenlerden biri de Helenik okullardır. Bunları İskenderiye, Antakya, Harran, Bağdat ve Cündişâpur vd. olarak sıralamak mümkündür.” İslam dünyasına Antik Yunan bilim ve felsefesinin geçişinde bu ilim merkezleri önemlidir. Atina okulunun İskenderiye’ye taşınmasının ardından 4. yy.da kurulagelen “…İskenderiye Okulu, Müslümanların oraya komşu olmasıyla Yunan bilim ve felsefesinin İslam dünyasına geçişi ve öğrenilmesinde etkin bir role sahip olmuştur. Buradaki eğitim tarzı, Atina okulu eğitim geleneğinin devamı olmuş ve daha çok metinlerin yorumlanması üzerine olmuştur. Bu yöntem daha sonraki Süryani okullarda da devam ederek İslam toplumuna geçmiş ve felsefe metinlerinin anlaşılmasında önemli katkılar sağlamıştır.” (a). “Büyük İskender’in milâttan önce 334’te çıktığı Doğu seferiyle başlayan Helenistik dönemde onun kendi adına kurdurduğu Kuzey Afrika’daki İskenderiye şehri zamanla Atina’ya rakip olarak Akdeniz havzasında gelişen bilim, kültür ve düşünce hareketlerinin merkezi haline geldi. Tarihte İskenderiye okulu ve İskenderiye felsefesi diye anılan bu merkezin İskenderiye Kütüphanesi’nden beslendiği bilinmektedir.” (b). Antik Yunan Felsefesi, İskenderiye Kütüphanesi’nin kuruluşundan Plotin’e (ö. 270) kadar İskenderiye/Mısır ile etkileşim/ilişki/bağlantı halindedir(a)(b) ve bu bağlantı ‘okul’ bağlamında Atina okulunun İskenderiye okuluna taşınmasıyla -onun yerini almasıyla- da devam etmiştir: Atina okulu Aristoteles tarafından kurulmuştur ve 529 yılında da kapanmıştır: İskenderiye okulu “…4. yüzyılın ortalarından 642 yılında şehrin fethine kadar İskenderiye’de öğretilen Platonizm’e verilen addır.”. İskenderiye okulunun oluşmasında Antik Yunan’daki baskılar sonucu İskenderiye’ye gelen filozofların etkisi de vardır (a). Görüşüme göre, İslam’dan/Kur’an’dan önce o coğrafyada bulunan Antik Yunan Felsefesi’nin -veya Yeni Eflatunculuğun- İslam’ı/Kur’an’ı öyle veya böyle etkilememiş olması mümkün değildir, zaten sonraki dönemdeki İslam felsefenin buradan oluşmasını herkes bilmektedir. (a) Ahmet Kayacık, “İskenderiye Okulu ve Tıbbî-mantıkî Gelenek”, Bilim Name, Sayı: 36, 31 Ekim 2018, <http://bilimname.erciyes.edu.tr/sayilar/201802/20180204.pdf> s. 91-94, 103, 104; (b) Cahid Şenel, “YENİ EFLÂTUNCULUK”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2013, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/43/C43014054.pdf> Cilt: 43, s. 423; Erişimler: 24 Mayıs 2019.

 

Hâlid bin Yezîd, Eski Yunan felsefe metinlerini Arapçaya çevirmiştir. Bu sayede Yunan terimleri Arapçaya girmiştir. Hârûnürreşîd ve İbn Meymûn da Hint ve İran geleneklerini Arapçaya çevirmiştir. Bu sayede İslam ile Yunan, Hint ve İran gelenekleri karışmıştır. Çevirileri yapanlar Süryaniler, Nasturiler, Hristiyanlar ve Sabiiler idi. Çevirmenlerin kendilerine özgü din ve görüşleri bulunmaktaydı. İbn Meymûn çeviri faaliyetlerini sistemli hale getiren önemli bir kişidir. Söylenenlere göre Meymûn bir gün Aristo’yu rüyasında görür ve aralarında şu konuşma geçer: Meymûn, güzel nedir, diye sorar; Aristo, akla uygun olandır, der; daha sonra güzel olan nedir, diye sorar; dine uygun olandır, der; ondan sonra nedir, diye sorduğunda ise; halkın yararına uygun olandır, der. Bu bize, gnostik/Fars/İran kültürün Araplar üzerindeki egemenliğine son verip rasyonel/Grek/Yunan kültürüyle Arap düşünce tarihinin yeniden şekillendirilmesini gösterir. Arap-Fars iktidar çekişmesi de buna etkendir. Çevirilerde Aristo’nun neredeyse bütün eserleri çevrilmiştir. Çevirilerde İbn Rüşd önemli bir kişidir.[37] (Hâlid bin Yezîd[38]) (Hârûnürreşîd[39]) (İbn Meymûn[40]) (Sabiilik hakkında[41]) (“Gnostisizm”[42]) (Fars ve Grek[43]) (İbn Rüşd[44]) (Not[45])

___________________
[37] Hasan Aydın, “Antik Yunan Felsefesinin…” ags.
[38] Hâlid b. Yezîd b. Muâviye: ∼665-704 Suriye, Emevi Arabı. “İslâm toplumunda ilk tercüme hareketini başlatan ve kimya ilminin öncülerinden sayılan Emevî emîri.”. Muhammed Abdülkadir Hureysât, “HÂLİD b. YEZÎD b. MUÂVİYE”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1997, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/15/C15005333.pdf> Erişim: 17 Ağustos 2015, Cilt: 15, s. 292, 293. (Hâlid bin Yezîd bin Muâviye demek: Hâlid’in babası Yezîd, Yezîd’in babası da Muâviye demektir. Böylelikle Hâlid de Muâviye’nin torunu olur. “bin” oğul/oğlu demektir: Hâlid bin Yezîd: Yezîd’in oğlu Hâlid demektir.)
[39] Hârûnürreşîd / Harun el-Reşid / Harun Reşid: 763-809, İran (a). Abbasi Arabı. Hz. Muhammed’in amcası Hz. Abbas’ın yedinci göbekten torunu. Abbâsî halifesi (786-809). Dine ve felsefeye önem veren bir şahsiyet (b). Abbasi halifelerinin en ünlüsüdür, İslam-Arap imparatorluğu’nu en görkemli dönemine kavuşturmuştur. Sanata da önem vermiştir (c). (a) Wikipedia Contributes, “Harun al-Rashid”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Harun_al-Rashid>; (b) Nahide Bozkurt, “HÂRÛNÜRREŞÎD”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1997, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/16/C16005572.pdf> Cilt: 16, s. 258-261; Erişimler: 17 Ağustos 2015. (c) GMA Editörleri, “HARUNREŞİT”, Grand Master Genel Kültür Ansiklopedisi, Milliyet Yayın AŞ, Nisan 1992, Cilt: 2, s. 455.
[40] İbn Meymûn: 1135’de İspanya’da doğdu, 1204’de Mısır’da öldü, Musevi (a). “Yahudi din âlimi, filozof ve tabip.” (b). (a) Wikipedia Contributes, “Maimonides”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Maimonides>; (b) Mustafa Çağrıcı, “İBN MEYMÛN”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1999, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/20/C20016117.pdf> Cilt: 20, s. 194; Erişimler: 18 Ağustos 2015.
[41] Sabiilik (Saabilik veya Sabitlik) dini: Musevilikten sonra, Hristiyanlık ve İslam’dan önce var olan bir dindir. Öyle ki Hristiyanlık’a ve İslam’a “kaynak”lık etmişlerdendir. İslamiyet’in birçok söyleminin ve tapınım-ibadet tarzının Sabiilik’ten geldiği görülür. Sabiilik, Büyük İskender’in fetihleri sırasında (MÖ 336-323) batılı görüşlerle ve Pisagorculuk’la etkileşerek -yanı sıra aynı dönemde batıni inançlarla da etkileşerek- “bir yüce varlık” anlayışı oluşmuş ve tapınılan gök cisimleri de değişip bunlar onun yardımcılarına (aracılarına) dönüşmüştür/evrilmiştir, ayrıca tanrıya “sevgi” ile ulaşabilme inancı da bu etkileşme sonucu oluşmuştur. Kendilerine Manden veya Nasuralar derlerdi: Komşuları onlara Sabii demektedir. Çeşitli isimlerde cemaatleri vardı. Bu cemaatlerin birçoğu Yahudilik’e karşı çıkıyorlardı. Yahudiler, Hristiyanların da bu cemaatler arasında bulunan Nasuralardan çıktığını söylüyorlardı. Kudüs ve Güney Mezopotamya arasında MÖ 200 ile MS 200 yılları arasında altın çağını yaşadılar. Kutsal kitapları Ginza, tanrının ismi de Nhura idi. MS 600’lü yıllarda Irak’ı fetheden İslam’ın hâkimiyetine girdiler. Bu sitedeki yazıma bk. 273. konu. (Sabii, Nasura, Hristiyanlık vs. bağlamları hakkında -daha fazlası için- 89. dipnota da bk. bakabilirsiniz.)
[42] “Gnostisizm” (bilinircilik): “(Yun. gnosis = bilgi): İnsanla Tanrı arasındaki ilişkiyi spekülatif bilgilere bağımlı kılan öğretiler.” (a). “Spekülatif”: “sf. fel. Kurgusal.” (b). (a) TDK, ags., “Gnostisizm”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (b) TDK, ags., “Spekülatif”, Güncel Türkçe Sözlük; Erişimler: 28 Mayıs 2019.
[43] “Pars kelimesinin Arapçalaşmış şekli olan Fars bugünkü İran’da güneyde İran körfezi, doğuda Kirman, kuzeyde İsfahan, batıda Hûzistan’la çevrili coğrafî bölgeye verilen addır. Batı literatüründe Persia şeklinde kullanılan kelime ise bütün İran’ı ifade etmektedir.” (a). “Grek”: “1. Eski Yunan. 2. Eski Yunanlarla ilgili, eski Yunanlara özgü olan.” (b). (a) Javad Heyat, “FARS”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1995, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/12/C12004428.pdf> Cilt: 12, s. 174; (b) TDK, ags., “Grek”, Türkçede Batı Kökenli Kelimeler Sözlüğü; Erişimler: 8 Haziran 2019.
[44] İbn Rüşd: 1126’da -günümüz- İspanya’da doğdu, 1198’de -günümüz- Fas’da öldü, Endülüs Arabı. Rasyonalist. Batı Avrupa’da ‘laik düşüncenin’ kurucu babası olarak anılır. Aristo’nun ‘mantığı’ onun için çok önemlidir. Mutlu olmak için tek yol, hakikat yasası olan ‘mantık’tır. Rüşd gibi isimler, Avrupa’da unutulmuş Antik Yunan Felsefesini yeniden canlandırmışlardır. (a)(b). “Meşşâî okulunun son temsilcisi, filozof, fakih ve hekim.”. Dedesi, babası ve kendisi İspanya/Kurtuba (Cordoba)’da kadılık yapmıştır. Kendisi başkadı bile olmuştur. İlim ve felsefeyi sevip bu alanda çalışmıştır. Halifenin felsefe üzerine sorduğu sorulara doğru cevaplar vermesi üzerine halife onu kadı yapmıştır. Aristo’nun eserlerini incelemesi ve buna bağlı olarak kadı olduktan sonra halifenin Aristo eserlerini çevir demesi sonucu, çeviri faaliyetlerine başlamıştır. (c). “Arap düşünür, bilgini ve hekim. Endülüs’te Kurtuba kentinde dünyaya geldi. Tıp öğrenimi gördü. Kurtuba’da kadılık yaptı. Sonra kendini tamamen felsefeye verdi. Farabi, İbni Sina ve Gazali gibi İslam filozoflarını inceledi, Yunan filozoflarının görüşlerini öğrendi, özellikle Aristoteles’in etkisinde kaldı. Kuran’ı bağnazca yorumlayanların suçlamaları sonucunda gözden düşünceye kadar saray hekimliğinde ve müderrisliğinde bulundu. Gözden düşünce kitapları toplatılıp yakıldı. Kendisi de Fas’a sürülerek Marakeş’te öldü. İbni Rüşd, İslam’ın ana ilkelerini Aristoteles’in mantığı ile yorumlamaya, Aristoteles’in varlık ve evren hakkındaki görüşlerini Kuran’ın Allah’ı ile uzlaştırmaya çalışır. Ona göre Kuran’ın bir tek anlamı vardır, ancak bu anlam 3 düzeyde yorumlanabilir: Felsefe, ilahiyat ve iman. Bu da onu yorumlayanların bilgi ve hayal gücüyle orantılıdır. İbni Rüşd ruhun ölmezliği inancını doğru bulmaz. Bireyler ölürler, ölmez olan yalnız insanlıktır. Felsefesi bağnaz Müslümanlarca hoş karşılanmadığı gibi Hıristiyanlarca da tehlikeli sayılmıştır. Katolik Kilisesi onun düşüncelerini 1240 ve 1253’te iki kez yasaklamıştır. Bununla birlikte eserlerinin Latince çevirileri Batılı düşünürleri etkilemiş, bunlardan Hollandalı Herman von Riswik, İbni Rüşd’den 300 yıl sonra onun düşüncelerini savunduğu için 1512’de La Haye’de yakılmıştır. İbni Rüşd’ün Külliyet adlı büyük tıp kitabı Latince’ye çevrildikten sonra Batı’da uzun yıllar okutulmuştur.” (d). (a) Wikipedia Contributes, “Averroes”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Averroes>; (b) Wikipedia Autoren, “Averroes”, Wikipedia, Die freie Enzyklopädie, <https://de.wikipedia.org/wiki/Averroes>; (c) H. Bekir Karlığa, “İBN RÜŞD”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1999, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/20/C20015910.pdf> Cilt: 20, s. 257, 258; Erişimler: 18 Ağustos 2015. (d) GMA Editörleri, “İBNİ RÜŞD Ebu Velid Muhammed bin Ahmed bin Muhammed ibni Rüşd”, Grand Master Genel Kültür Ansiklopedisi, Milliyet Yayın AŞ, Nisan 1992, Cilt: 2, s. 500.
[45] Bu çeviriler neden bu kadar önemli diye sorabilirsiniz. Önemlidir, çünkü İslam fethettiği yerlerdeki kültürü kendi bünyesine katmıştır ve günümüzde Müslüman olan tüm insanlar bu kültür harmanından yansıyan gelenekleri -dolaylı ve/veya doğrudan- şu an yaşamaktadırlar. Peki Hz. Muh. ve öncesinde yaşamış “yayılmamış” Arapların kendine has “dünya çapı bir kültürü” var mıydı, maalesef yoktu. Yayılma ile çevreden gelen etkileşimin, Müslümanların kültürüne etkisi çok fazladır.

 

Platon yasalarındaki Grekçe “nomos” kelimesi kanun anlamına gelir, bu, Arapçaya “namus/nevamis” olarak çevrilmiştir.[46] (İde, İdea, İdeal ve İdealizm*) (Platon[47])

İslam felsefesinde ilginç bir yanlışlık vardır, İslam dünyasına çevrilmiş iki temel eser Aristo’ya mal edilir. Ama öyle değildir. Bu eserlerde Tanrı-Cisim döngüsü, Tanrı’dan taşmayla yani “sudur” ile nesnelerin oluşması gibi konular işlenir. İslam dünyasındaki Aristocu Meşşai ekolü yani Kindî, Fârâbî ve İbn Sînâ’nın oluşturduğu ekol aslında Aristocu değil; Pisagor, Plotinus ve Yeni Platonculuk ekolüdür. Yalnız, İslam’ın bu ekolünün kökeni de, İslam’dan önce; Harran, Antakya, İskenderiye gibi yerlerde bulunan düşünce ekolleridir.[46] (Pisagor[48]) (Plotinus[49])

___________________
[46] Hasan Aydın, “Antik Yunan Felsefesinin…” ags.
[*] Konu-dipnot gidişatı gereği anlam kaybı olmaması için bunları burada vermem gerekti. Türkçedeki ide sözcüğü, “Fransızca idée “fikir, kavram, düşünce” sözcüğünden alıntıdır. Fransızca sözcük Latince aynı anlama gelen idea sözcüğünden evrilmiştir. Bu sözcük Eski Yunanca eidéa veya idéa ειδέα/ιδέα “göz önüne getirme, kavram, biçim” sözcüğünden alıntıdır. Yunanca sözcük Eski Yunanca yazılı örneği bulunmayan eidō, id- (*weidō) ειδω, ιδ- (*wειδω) “görmek” fiilinden +ia ekiyle türetilmiştir. Yunanca fiil Hintavrupa Anadilinde aynı anlama gelen yazılı örneği bulunmayan *wei̯d- biçiminden evrilmiştir.”“Ek açıklama: Platon felsefesinin etkisiyle “soyut kavram, düşünce” anlamını kazanmıştır. • Aynı HAvr kökten Eski Yunanca eîdos “görüntü”, Latince vīdere “görmek”; Fransızca guider < Germence wītan “yol göstermek”.“. (a). Türkçedeki ideal sözcüğü, “Fransızca idéal “1. düşünsel, düşüncede varolan 2. bir şeyin zihinsel modeline uygun, mükemmel” sözcüğünden alıntıdır. Fransızca sözcük Geç Latince idealis “düşünsel” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Eski Yunanca ve Latince idea “düşünce” sözcüğünden +al° ekiyle türetilmiştir.” (b). Tükçedeki idealizm sözcüğü, “Fransızca idéalisme “1. felsefede ideanın gerçekliğini öngören düşünce akımı, 2. bir ideale bağlılık, ülkücülük” sözcüğünden alıntıdır. Fransızca sözcük Fransızca idéal sözcüğünden +ism° ekiyle türetilmiştir.”“Ek açıklama: Fransızca sözcüğü birinci anlamda 18. yy’da Diderot, ikinci anlamda 19. yy’da Renan popülerleştirmiştir.”. (c). “İdea”: “(Yun. idea < idein = görmek) : 1- (Platon’da) Değişmez öz, şeylerin ilkörneği. Uzay ve zamanın ötesinde, öznenin dışında, kendiliğinden var olan; duyularla değil, yalnızca tinsel olarak -> anımsama yoluyla kavranabilen, duyularla yalnızca görüngüleri (gölgeleri) algılanabilen asıl gerçeklik. 2- (Aristoteles’te) Görüngülerin değişkenliği içinde bir ve aynı olarak kavranan; tek tek nesnelerin özü olan şey. Nesnelerin biçimlendirici ilkesi (entelekhia) olan ideaların görüngüler dünyası dışında bir varlıkları yoktur, bunlar duyu dünyasının içinde yer alırlar. Aristoteles’te idea, öz kavramı, tümel kavram anlamına da gelir. 3- (Augustinus ve Hıristiyan ortaçağında) Tanrı’nın, dünya için örnek olacak yaratıcı düşüncesi. 4- (Stoa’da, adcılarda, yeniçağ Fransız ve İngiliz felsefesinde- Descartes, Locke, Hume, Berkeley-) Bilinç içeriği, tasarım, düşünce. 5- (Kant’ta) Deneyi aşan us kavramı; düzenleyici ilke olarak koşulsuz olan; gerçeklik dünyasında karşılığı olmayan, duyularda kendisine karşılık olan bir şeyin verilmediği zorunlu bir us kavramı: a. Bizi duyulur dünyanın üzerine çıkaran şey olarak, yüksek düşünce; erişilmesi gereken şey; b. Hiç bir zaman Tam olarak gerçekleştirilemeyecek olan, hep yalnızca ülkü, yalnızca gereklilik, yalnızca erişilmesi istenen erek olarak kalan. 6- (Fichte, Schelling, Hegel ve Ranke’de) Tarihsel etken: a. İnsanda ancak bilinçle ortaya çıkan tinsel güç ve yönelim. Bu anlamda bir çağın, bir tarihsel olayın temel ilkesi, b. Belli bir tarihsel sürecin somut ereği, aynı zamanda görevi, c. (Hegel’de) Eytişimsel süreç içinde kendini açan, din, sanat ve felsefede dile gelen düşünce. // -> Tarihsel özdekçilik, Hegel’le karşıtlık içinde, ideayı ekonomik ilişkilere bağlı görür. Tarihin gidişini belirleyen düşünce değildir bu görüşe göre, tam tersine ideaları belirleyen alt yapıdır (Marx); oysa idealist tarih anlayışı, tarihsel olayların itici gücünü düşüncelerde arar (Ranke). 7- (Husserl’de, Platon’la bağlantı içinde) Öz görüsünde verilmiş olan salt öz.” (d). (a) Sevan Nişanyan, “İde”, Nişanyan Sözlük, 30 Eylül 2017, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=idea&view=annotated>; (b) Sevan Nişanyan, “İdeal”, Nişanyan Sözlük, 19 Ağustos 2011, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=ideal&view=annotated>; (c) Sevan Nişanyan, “İdealizm”, Nişanyan Sözlük, 22 Ağustos 2011, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=idealizm&view=annotated>; (d) TDK, ags., “İdea”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 31 Temmuz 2019. (İde/idea, ideal ve idealizm hakkında daha fazlası için şu dipnotlara da bakabilirsiniz: 81., 121., 170., 180., 188., 251 bk. ve bk.)
[47] Platon veya Eflâtun: MÖ 427-347, Yunanistan, Yunan. “İslâm felsefesi üzerinde önemli etkileri olan İlkçağ Yunan filozofu.”. (Görüşüme göre veya bilinir ola ki görüşleri kendisinden sonraki dünyayı veya çoğu inancı dolaylı olarak ve/veya doğrudan etkilemiştir; nitekim İslam’ı ve İslam felsefesini etkilemiştir.) Atina doğumlu Atinalı bir filozoftur. Hocası Sokrat’a devlet tarafından verilen ölüm cezasını üzüntüyle karşılamış ve bu yüzden felsefesinin temellerini sosyal düzen ve insan saadeti konuları almıştır. Hocasının vefatından sonra 30’lu yaşlarda seyahatlere çıkmıştır. Libya/Kirene, Sicilya, Mısır, İtalya gibi bölgelere uğramış ve buralardaki filozof/ilimci/fikir adamlarından dersler almış ve karşılıklı konuşmaları -fikir alışverişi- olmuştur. Önceki filozofların düşüncelerinden yararlanmıştır ve onları yer yer eleştirmiştir. Eserlerinde bu fikir adamlarının sayıca fazla olması, onun geniş bir fikriyata sahip olduğunu gösterir. Atina’da Akademos bahçesinde “Akademi” adında bir okul kurarak, burada ömrünün sonuna kadar dersler vermiş ve kitaplar yazmıştır. Onun en ünlü öğrencisi Aristo’dur. İdeal -öbür- dünyanın olduğunu savunuyor ve buna inanıyordu, bu dünya geçicidir, diyordu. O mistik bir insandı. Din, cemiyet, siyaset ve idare alanında ıslahatçıydı. Felsefe’sinin merkezi insandı. Platon’a göre, eşya/madde devamlı değişir, bunlar geçicidir, duyularımız da aldatıcıdır. Bu yansıma dünyaya bakarak, gerçek dünyadaki bilgilerimizi hatırlarız. «Görüşüme göre, Matrix filmindeki Neo’nun hayatı bu duruma/kavrama benzer.» Ruhumuz/özümüz bu ideler/örnekler âleminde yaşamıştır/yaşıyordur/yaşayacaktır. (İdeler âlemi veya Akledilir âlem.) Ruh, bedene bürünüp bu âleme her şeyi unutmuş olarak gelir. Bilmek, ruhun derinliklerindeki bilgiyi ortaya çıkarmaktır. (Şunu ifade etmeliyim ki Ruh kelimesi/olgusu farklı kültürlerde farklı isimlerle anlatılmaktadır, burada önemli olan kelime değil, olgunun/olayın/kavramın anlaşılmasıdır. Genel olarak ruha, öz de denilebilir.) Ruh bakışlarını gerçeğe yöneltmelidir. Bu dünyada olanlar, gerçek dünyada olanların sudaki veya aynadaki yansıması gibidir (gölge, hayal). Bizim kararlarımız/hareketlerimiz/duygularımız da bu yansımadan/hayalden yapılan seçimlerdir. Bu dünya bir hayal dünyasıdır. Bu yansımalar devamlı oluş halindedir. (Görüşüme göre bu, tasavvufta Allah’ın devamlı/anlık olarak yaratmasına ve Kuantum Fiziği’ne -dalga fonksiyonun her an çöküp/sönümlenmesiyle görünür maddeyi her an oluşturmasına- benzer; gerçi Platon’dan kuantumu çıkarmak saçma olsa da, yine de bir benzerlik var diyelim ve geçelim.) Evrende herhangi iki taş birbiriyle %100 aynı değildir. İnsan zihni benzer iki taşa “eşit” diyebilir. Bu kavrama, taşların eşitliğinden değil insan zihnindeki eşitlikten gelir. Doğada bu tarz “eşitlik” olmadığı için, insan bu eşitliği nereden öğrendi, ideler âleminden hatırlayarak öğrendi: Benzerlik de hatırlamasına yardımcı oldu. Güzellik, iyilik gibi olgular da bu şekilde hatırlanır. Yine, kâğıt üzerine çizilen bir üçgen şekli, aslında insan zihnindedir. Kâğıttaki üçgen silinebilir, boyutu değiştirilebilir fakat zihindeki üçgen olgusu silinemez/değiştirilemez. Bu -çizilen- yansıma üçgenler, her an var ve yok olarak düşünülebilir: Gerçeğin sudaki titrek yansıması gibi. Asıl, değişmez ve gerçek olan bir tane Üçgen gibi; görünmüş/görünüyor ve görünecek olan bütün maddelerin de, örneğin; sandalyenin, tavşanın ve insanın da birer asılları vardır. Bu asıllara “ideler” ve bunların oluşturduğu âleme de “ideler âlemi” denir. İdeler zihnin soyutlamaları değil varlıksal gerçekliklerdir; manevidir, sonsuzdur, akledilir, şekil birliğine sahiptir, değişmezdir ve asıldır. (İdelere düşünerek ulaşılamaz, o size gelirse düşünülebilir.) İdeler bir merdivenin -en alt- birinci basamağındaki gibidirler ve en üstte iyilik idesi vardır. İkinci basamakta aklın doğrudan doğruya kavrayışı yer alır. Doruktaki iyi idesine / iyinin kendisine ulaşmak çok zordur fakat imkânsız değildir. Bu alem, duyular alemidir: İde alemi ise, akledilir/akıl alemidir. Platon’da vahiy ve ilham olguları vardır. Yazılarında Sokrat, Tanrı’nın yardımı ile gaipten haberler alır. Bu “gönül gözü”dür (divination). İnsanların akıl ve bilgiden yoksun olduklarını bilen Tanrı bu gönül gözünü, hakikate ve saadete ulaşmasını istediği insana verir. Bu, kötüye kullanılmasın diye aklın süzgecinden geçmelidir. Gönül gözü vermekle yetinmeyen Tanrı, doğru hüküm veremeyecek insanlar arasında, mucize ve vahiyle donatılmış üstün hâkimler zümresi olan peygamberler sınıfını da kurmuştur. İçinde iyilik vasfını taşıyan, ilahi olan ve bir ide olan her varlık tanrıdır veya tanrısaldır. Fakat en üstte bir tek yüce Tanrı vardır. O; iyiliğin, güzelliğin ve doğruluğun kaynağıdır, tümeldir, iyilik idesidir, ışığın sahibidir, bu ve öbür dünyanın sahibidir, kısacası her şeyin kaynağı ve sahibidir. O; artmaz, eksilmez, değişmez, âlemin merkezindedir. Her şeyin başı, ortası ve sonu O’dur. (Bu noktada şu benzerliği vermek istedim: İncil’de Elohi adlı tek tanrı da ya da İsa da: “Ben alfa ve omegayım” yani başlangıç ve sonum, demiştir.) Bu dünyada durmadan sebebe bağlı oluşlar vardır ve bunlar tekrarlanır, orijinali ise sabit olan idelerdir. Oluşları meydana getiren Tanrı’dır. O, ezeli ve ebedi olarak mutlak iyiliktir. Âlemlerdeki “her şey tek ve canlı bir bütündür”. Tanrı ilk başta canlı, akıllı, ezeli ve kusursuz olan ve de her şeyi içinde barındıran bir “örnek” yarattı / kendisinden fışkırdı / “sudur etti” / oluşturdu/olumlandı. Sonra ruhu buradan aldıklarıyla yarattı. Sonra buradan aldığı; toprak, ateş, su gibi olguları karıştırarak evreni yarattı. Evrenin içyapısına/bünyesine bu ruhu / evrensel ruhu yerleştirdi. Ona bir de akıl ilave etti ve böylelikle bu âlem “örnek âleme” benzemiş oldu. Oradan “sudur” etmiş oldu. (Görüşüme göre bu, kaostan düzene geçiş -veya tersi- olarak görülebilir. Aşırı sıcak ve yoğun olan küçük bir topun -ya da sonsuz sıcak, sonsuz yoğun ve sonsuz küçük olanın- Big Bang -İnflation- olarak patlaması/saçılması gibi. Belki zorlama oldu ama her neyse.) (Hatırlatırım ki, ‘Sudur/Sudûr’ terimi Yeni Eflatunculuk’ta kullandı fakat çıkışagel(iş)mesi/kökeni elbetteki Platon’dur.) Platon, hem monoteist/tektanrıcı hem de panteist / her şey tanrıdır görüşlerini savunur. Ruh, bedenden üstündür ve o bir idedir. İdeler dünyasından bedene inmiştir/gelmiştir. Beden, ruhu -istek ve arzularıyla- engeller. (2 çeşit ruh vardır; biri bu âleme bakan ve istekleri olan, ölümlü ruh, diğeri ideler alemine ait olan ve oraya gitmek/yükselmek isteyen, ölümsüz ruh.) Beden ortadan kalkınca -ölünce- ruh hakikate ulaşır. (Görüşüme göre, İdeler/İdealar / İyilik Âlemi, Cennet kavramına benzemektedir. Yine görüşüme göre fakat Albert Einstein’ın -parantezin sonunda bulunan- düşüncesinden esinlenip yola çıkarak: Her şey iyi ise, kötülük yoktur, saf iyilik vardır, iyiliğin olmadığı veya az olduğu yer “kötü” olur, burada “kötü” bir oluş değil, iyinin bulunmaması veya az bulunması halidir: Nasıl ki, gerçek anlamda ‘soğukluk’ yok ise yani sıcaklığın az olduğu yer sözde soğuk ise veya %100 karanlık yok, ışığın az olduğu yer var ise, bu da ona benzer.) Ruhun, ideler âlemine kavuşabilmesi için, insan bu dünyada iyi ahlaklı olmalıdır. Eğer değilse, arınıncaya kadar, -ideler alemine ait olan- ruh, bu dünyada -tenasüh ve reenkarnasyon ile (métempsycose)- başka bedenlerde durmadan doğar (canlılar arasında ruh göçü.) Arınma, bu dünyanın gelip-geçici ve aldatıcı olduğunun farkına varılmasıdır. Arınmış ruh, ideler âleminde “Hades” denilen cennette sonsuz iyi ve mutlu olarak yaşar. Bu dünyadan öte âleme kurtuluşumuzun anahtarları; ilahi aşktır, ilahilikte kendimizden geçmektir, bilgililiktir, ölçülülüktür. Ayrıca; ruh, varlığın ve düşüncenin üstündedir. Platonculuk/Eflatunculuk, Rönesans döneminin fikir temellerinden biridir. Bilim ve Felsefe denilince insanlık tarihinde akla gelen ilk isimlerden biri Platon’dur. 20’den fazla eseri vardır. Eserlerinin çoğu karşılıklı konuşmadır ve bunlara “diyaloglar” denilir. İslam dünyası, Helenizm’in harmanladığı Doğu Akdeniz’le etkileşince, Platonizm İslam dünyasında incelenmiştir. (Görüşüme göre -veya bariz olunur ki-, Platonik düşüncelerin aynılarını Kuran’da da görmekteyiz. Yine görüşüme göre, o halde Platon ya bir peygamberdir ya da Kuran’dan önce Hicaz çevresi ve Araplar Platonizm ile tanışmıştır.) 8.yy.dan başlayarak, Platon’un eserleri, İslam âlemince Arapça’ya çevrilmiştir. Sonucunda Platon, İslam dünyasında oluşan fikir akımlarının temellerinden birisidir. Yine Platon’da, “Aeon” ezeli bir ilkedir ve o, evrenin oluşumunu sağlayan ilkelerdendir. Aeon, ezeli -başlangıcı belli olmayan ve öncesiz- olan mutlak zamandır. (Görüşüme göre ya da bariz olunagelen çıkarımıma göre: İdeler veya ide; Tanrı, Tanrı’nın parçası, Tanrı’dan çıkan öz, Tanrı’nın düşünceleri, düşünce, ilahi düşünce, gerçek, akıl, nefs, ruh, kutsal ruh, Mesih İsa, aydınlanmış insan, ilahileşmiş filozof, peygamber, nur, ışık, melek, cennet gibi düşünülebilir/düşünülmüştür.). Fahrettin Olguner, “EFLÂTUN”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1994, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/10/C10003994.pdf> Erişim: 18 Ağustos 2015 ve 27 Haziran 2019, Cilt: 10, s. 469-475.
[48] Pisagor/Pythagoras: MÖ 570’te Aydın’ın hemen yanındaki Yunanistan’a bağlı Samos adasında doğdu, MÖ 495’te İtalya’da öldü, Yunan / Grek (a). “Ünlü Grek filozofu, matematikçi ve astronom.” “Güney İtalya’daki Kroton’a göç ettiği ve orada felsefî, dinî, siyasî mahiyette bir okul kurduğu anlatılır. Pisagorcular… aynı felsefî ve siyasî görüşlere sahip, her alanda ortak konularla uğraşan kimselerdi ve öğrendiklerini, sırlarını açıklamamaya karar vermişlerdi. Hayat ilkeleri basit gıdalarla beslenme, sıkı disiplin kurallarına uyma, nefse hâkim olma, azla yetinme ve ustaya kesin itaatten ibaretti.”. Bu okul -yani Pisagor ve öğrencileri-, yaşantıları ve fikirlerinden dolayı halk arasında bir tarikat gibi görülüyordu (Pisagor tarikatı). Kendisine hem “philosophos” (bilgelik seven) hem de peygamber demiştir. “Çağdaşlarından bazıları onu bir peygamber olarak tanımıştı. Onun inanışına göre Tanrı evreni sayılar vasıtasıyla düzenlemiştir. Tanrı birlik, dünya çokluktur ve zıtlardan meydana gelmiştir. Bu zıtlar on çifttir: Sınırlı ve sınırsız, tek ve çift, bir ve çok, sağ ve sol, erkek ve dişi, sükûnet ve hareket, doğru ve eğri, aydınlık ve karanlık, iyi ve kötü, kare ve dikdörtgen. Bu çiftlerin ilk unsurları düzen ilkelerinin, ikinci unsurları düzensizlik ilkelerinin ifadesidir. Zıtlara birliği veren oran ve uyumdur (harmoni). Sayıların uyumunu tam anlamıyla idrak eden kutsallığa ve ölümsüzlüğe erişir.”. Mısır ve Babil’e gittiği ve buralardan birçok bilgi öğrendiği düşünülür (Mısır’a gittiğine kesin gözüyle bakılır, Babil’e gittiği de bazı kaynaklarda geçmektedir). Meşhur Pisagor bağıntısı/teoremi, ona ait değildir, Pisagor’dan bin yıl önceye dayanan iki mezopotamya kil tabletinde bu bağıntı vardır (b). Savunduğu: Pisagorculuk: Evren sayılardan oluşur. Tanrı evreni sayılardan oluşturmuştur. Tanrı “birdir” yani 1. sayıdır (c). “Efsaneyle karışık söylentilere göre doğuya yaptığı gezilerde doğunun dinsel düşüncelerini, matematiğin en gelişmiş kolu olan geometriyi öğrendi. Din ve toplumsal yaşamla ilgili yeni düşüncelerle Yunanistan’a döndü. Yunanistan’da ve sonradan gittiği Sicilya’da etkin ve yaygın bir tarikat kurdu. Yazılı eseri varsa da günümüze kalmadı. Hakkında yazılanlara bakılırsa, yarı tanrı, yarı peygamber doğasında, mucizeler yaratan bir kişiliği vardı. Çarpım tablosunu ve hipotenüs teoremini bulduğu söylenir.” (d). (a) Wikipedia Contributes, “Pythagoras”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Pythagoras>; (b) Melek Dosay Gökdoğan, “PİSAGOR”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2007, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/34/C34011173.pdf> Cilt: 34, s. 292, 293; (c) M. Rıdvan Güneş, ags., s. 2; Erişimler: 19 Ağustos 2015. (d) GMA Editörleri, “PYTHAGORAS”, Grand Master Genel Kültür Ansiklopedisi, Milliyet Yayın AŞ, Nisan 1992, Cilt: 5, s. 1214. Şunu söyleyebilirim ki veya anlaşılan o ki Pisagor ve öğrencileri/tarikatı, matematikle dinselliği/uhreviyatı birleştirmeye çalışan bir grup veya matematiği her şeyin temeli olarak gören/görmüş bir gruptur.
[49] Plotinus/Plotin: MS 205’de Mısır’da doğdu, MS 270’de İtalya’da öldü, Yunan veya Yunanlaşmış/Helenleşmiş Mısırlı (a). “İslâm felsefesi üzerinde önemli etkileri olan Yeni Eflâtunculuğun kurucusu.”. Yeni Eflatunculuk / Neoplatonizm / Yeni Platonculuk: “III. yüzyılda ortaya çıkan, Batı Ortaçağ ve İslâm düşüncesini etkileyen felsefe okulu.”. Platonik İdealizmi temel alıp onu geliştiren Plotinus’a göre; insanın en son amacı Tanrıyla birleşmektir; “mutlak bir” Tanrı’dır ve onun dışında her şey geçicidir (b). (a) Wikipedia Contributes, “Plotinus”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Plotinus>; (b) Cahid Şenel, “YENİ EFLÂTUNCULUK”, DİA, agm. -36. dipnotta-, Cilt: 43, s. 423, 424; Erişimler: 19 Ağustos 2015. (b’nin ilk cümlesi Yeni Eflatunculuk maddesine bağlı olan Plotin’de geçmektedir).

 

İslam âlimlerinin/filozoflarının bazıları Antik felsefeyi ele alırken çarpıtmıştır. Platon, Aristo, Heraklitos, Parmenides, Plotinus gibi isimler tektanrıcı gibi gösterilmeye çalışılmış ve bu sayede felsefeye tepkiyi azaltmaya yönelik hareketler oluşturulmuştur.[50] (Heraklitos[51]) (Parmenides[52])

Yunan felsefesinin tüm metinlerinin Arapçaya çevrilmiş olması takdire şayandır. Endülüs/İspanya kanalıyla 13. yy.larda Araplar, batıya tekrar bunu aktarmıştır.[50] (Not[53])

___________________
[50] Hasan Aydın, “Antik Yunan Felsefesinin…” ags.
[51] Heraklitos: MÖ 535-475, Efes/İzmir/Türkiye, Yunan, Sokrat öncesi Yunan filozofu (a). Panteist (b).Varlık/Öz “Oluş”tur: “Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir”. Her şey akar. Karşıtların çatışması evreni -ve içindekileri- oluşturur. Varlık yokluğa, yokluk varlığa dönüşür. İlk ana madde ateştir. Evren sonunda tamamen ateş olacak ve bundan yeni bir evren doğacaktır. Birlik olmadan çokluk, çokluk olmadan birlik olmaz. Her şey dönüşür/değişir (c). “Batı düşüncesini derinden etkilemiş filozoflardan biridir.”. Efes’te doğdu ve orada öldü. “Felsefesine göre evrenin temeli, her şeyin başlangıcı ve sonu ateştir, en büyük ve temel yasası da harekettir. İlk maddenin değişimlerinden su ve toprak başta olmak üzere her şey oluşmuştur; sonunda bunlar yine değişerek aslına, yani ateşe dönecektir. Bütün varlıkların özünde bu karşıtlık (zıtlık) ve karşıtların çatışması vardır. Bu görüşünden dolayı Herakleitos diyalektik felsefenin ilk öncüsü sayılır. Herakleitos’un doğada her şeyin sürekli bir değişme içinde olduğu ilkesini şu sözlerle belirttiği söylenir: “Aynı ırmağın bir noktasında iki kez yıkanılamaz” (d). (a) Wikipedia Contributes, “Heraclitus”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Heraclitus>; (b) Wikipedia Contributes, “List of pantheists”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/List_of_pantheists>; (c) M. Rıdvan Güneş, ags., s. 2; Erişimler: 19 Ağustos 2015; (d) GMA Editörleri, “HERAKLEİTOS”, Grand Master Genel Kültür Ansiklopedisi, Milliyet Yayın AŞ, Nisan 1992, Cilt: 2, s. 469.
[52] Parmenides: MÖ 515-450, İtalya, Yunan. (O dönemde İtalya’da Yunan kolonileri de bulunmaktaydı.) Sokrat öncesi Yunan filozofu (a). Gördüklerimiz illüzyondur, gerçek olan ezeli, ebedi, hareketsiz, değişimsiz “bir”dir. Bunu düşünebildiğimiz için “bir” vardır, eğer düşünemeseydik o zaman o olmazdı. Dolayısıyla; var olan düşünülebilir, var olmayan düşünülemez (b). “Eflatun’un “büyük” olarak nitelendirdiği Parmenides’in günümüze 160 dizesi kalan Doğa Üstüne adlı ünlü bir şiiri vardır. Düşünür bu şiirinde Batılı düşüncenin benimsediği temel varoluş görüşünü dile getirir; “Doğa vardır” ya da “Doğa birdir” ya da “Varlık vardır”. Herakleitos’un sürekli oluş ve değişme ilkesini eleştiren Parmenides, varlığa bir karşıt bulunamayacağını, çünkü yokluğun konusu bulunmadığını öne sürer. Ona göre varlık mutlak ve tek türdür, ezeli ve ebedidir.” (c). (a) Wikipedia Contributes, “Parmenides”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Parmenides>; (b) Wikipedia Katılımcıları, “Parmenides”, Vikipedi, Özgür Ansiklopedi, <https://tr.wikipedia.org/wiki/Parmenides> Erişimler: 20 Ağustos 2015; (c) GMA Editörleri, “PARMENİDES”, Grand Master Genel Kültür Ansiklopedisi, Milliyet Yayın AŞ, Nisan 1992, Cilt: 5, s. 1150.
[53] Burada Arapları tebrik etmek gerekir. Araplar ve türevleri 9. ve 13. yy.larda bilim adına önemli işler yapmıştır.

 

MS 529’da Doğu Roma İmparatoru 1. Jüstinyen, Hristiyanların Antik felsefe ile uğraşmalarını “putperestlik” olarak görüp Atina Okulu’nu kapatmıştır. Bu gibi olaylarla Batı’daki bütün localar Doğu’ya gitmiştir. Bu sayede Roma’nın devamında Batı Orta Çağ’da Yunan kültürünün yok olmasıyla bir gerileme yaşanmıştır. Batı, 12. yy.larda Araplar sayesinde tekrardan Yunan/Aristo kültürüyle tanışmıştır. İbn Rüşd burada ön plandadır.[54] (Batı Orta Çağ[55.1])

Bilimsel eserler de çevrilmiştir. Öklid, Batlamyus, Galileo, Hipokrat’ın eserleri örneklerdir. İskenderiye düşünürlerinin bütün eserleri de çevrilmiştir. O dönemin Müslümanlarının şu anki bağnaz/tutucu Müslümanlardan çok farklı olduğu görülür. Şehir devletinden imparatorluğa giden yolda Arapların bu gelişmeyi göstermesi halk için ve halkı yönetme konusunda önemliydi.[54] (Öklid[55.2]) (Batlamyus[56]) (Galileo Galilei[57]) (Hipokrat[58]) (“Bağnaz”[59])

O dönemlerde felsefe ve bilim ayrımı yoktu, ikisi de aynıydı. Arapların da devam ettirdiği, Aristo’nun felsefeyi ikiye ayırdığı olgusu söz konusudur: teorik felsefe ve pratik felsefe. Teorik felsefe; tabiat, fizik, metafizik, astronomi, biyoloji, kimya, matematik ve benzeridir, ve şunu der: Mantık, bir alet bilimidir; felsefenin, bilimlerin aletidir. Pratik felsefe; ahlak, siyaset, ekonomidir. İslam dünyasında felsefe aynen bu şekilde kabul görür. Metafizik hariç şu an dünyadaki bilim olgusu ve bilim çalışmalarının hepsi Aristo’nun teorik felsefesinden gelmektedir. Pratik felsefedeki ahlak, siyaset ve ekonomi de temelde aynı olarak günümüzde iş görür.[54]

___________________
[54] Hasan Aydın, “Antik Yunan Felsefesinin…” ags.
[55.1] Skolastik felsefeye de değinilmesi gerektiğinden, gidişat gereği karışıklık olmaması için dipnot 248.2 bk. ve 180.2’ye bk. bakınız.
[55.2] Öklid: MÖ ~340-270, Mısır, Yunanlı/Grek, Geometrinin Babası (a). “İlkçağ’ın en ünlü matematikçisi.” (b). (a) Wikipedia Contributes, “Euclid”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Euclid>; (b) Hüseyin Gazi Topdemir, “ÖKLİD”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2007, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/34/C34011020.pdf> Cilt: 34, s. 24; Erişimler: 20 Ağustos 2015.
[56] Batlamyus: MS 100-170, Mısır, Greko-Mısırlı (a). “İslâm astronomisi üzerinde önemli etkileri olan İskenderiyeli astronom, matematikçi, coğrafyacı ve müzik bilgini.” (b). (a) Wikipedia Contributes, “Ptolemy”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Ptolemy>; (b) Cengiz Aydın, Gülseren Aydın, “BATLAMYUS”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1992, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/5/C05001883.pdf> Cilt: 5, s. 196; Erişimler: 20 Ağustos 2015.
[57] Galileo Galilei: MS 1564-1642, İtalya, İtalyan. Astronom, fizikçi, mühendis, filozof ve matematikçi. Wikipedia Contributes, “Galileo Galilei”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Galileo_Galilei> Erişim: 21 Ağustos 2015.
[58] Hipokrat: MÖ 460-370, Yunanistan, Yunan (a). “Tıbbın babası sayılan İlkçağ’ın en ünlü hekimi” (b). “İstanköy’de dünyaya geldi, Eski Yunanistan’ın her yerini dolaştı, doktorluk yaptı. Uzun süre Teselya’da yaşadı. Hastalığı bilimsel gözleme dayanarak inceleme ve ona göre bir tedavi uygulama geleneğinin kurucusudur. Öğretisi yüzyıllar boyunca tartışmasız uygulanmıştır” (c). (a) Wikipedia Contributes, “Hippocrates”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Hippocrates>; (b) Esin Kahya, “HİPOKRAT”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/18/C18005983.pdf> Cilt: 18, s. 119; Erişimler: 21 Ağustos 2015. (c) GMA Editörleri, “HİPPOKRATES”, Grand Master Genel Kültür Ansiklopedisi, Milliyet Yayın AŞ, Nisan 1992, Cilt: 2, s. 478.
[59] “Bağnaz”: “sf. Özellikle dinî konularda bir düşünceye, bir inanışa aşırı ölçüde bağlanıp ondan başka bir düşünce ve inanışı kabul etmeyen, mutaassıp, fanatik.”. TDK, ags., “Bağnaz”, Güncel Türkçe Sözlük, Erişim: 29 Mayıs 2019.

 

Felsefe bilimler sistemidir, düşünme biçimidir. Politikacıların mitinglerde rakibini yerden yere vurması felsefede çok da önemli olmayan “hatabi/söylevsel” kanıtlamalardır. Diyalektik kanıtlama, halkla aydınlar arası tartışmadır. Burhani kanıtlama ise kesin kanıtlama ile gerçek felsefe yapmaktır. Felsefe insana öğretme programıdır.[60] (Burhani, Cedeli, Hatabi hakkında[61])

İslam dünyasına felsefe Kindî ile girer, Fârâbî ile genişler, İbn Sînâ ile zirve yapar. İslam dünyasında felsefe sevilir de yerilir de, özellikle fıkıhçılar ve kelamcılar felsefeye tavır almışlardır. Bu tavrın en köklü ürünü Gazzâlî’nin eserleridir. Gazzâlî onlara -felsefecilere- dinsiz demektedir. Fârâbî ve Sînâ bunun tersini savunur. İbn Rüşd tavır alanlara yüz yıl sonra cevap veriyor olsa da bu pek tutmamıştır.[60]

Eski/Antik Yunan’dan İslam dünyasına gelen düşünce mirasının, İslam’a ontolojik ve epistemolojik etkileri olmuştur. Öncesinde ikisi arasında şu farklar vardır. İslam kültürü tek tanrılıdır / tevhiddir. Çevirilerde bu dikkate alınarak bazı noktalar değiştirilmiştir. Yalnız, İslam’da Tanrı algıları farklıdır: insan aklı gibi -materyalist- düşünen Tanrı, üstün insan Tanrı -Mu‘tezile-, adil, akilâne, cömert Tanrı -bazı İslam filozofları-, Tanrı aşktır -İslam mutasavvıfları-, Tanrı kudrettir -Eş‘ari ve Maturidiler- ve benzeri. İslam filozoflarının Tanrı’ya “akıl” demeleri, Aristocu Antik Yunan geleneğinden gelir. İslam filozofları deyimiyle Tanrı birdir, ilk nedendir, varlığı zorunludur, Tanrı dışındaki her şey güneş ışığı gibi çıkmıştır/taşmıştır, bu taşma tanrıyı eksiltmez, buna “sudur etme” denir, sudur süreci 10. akla kadar devam eder, sonra Aristocu dille ay-altı âlem vardır. Burada 4 kök vardır: hava, su, toprak ve ateş: Gökyüzündeki ayrık akıllar denilen gezegenlerin hareketleriyle bu 4 kök karışır ve 10. akıl -ay küresinin aklı, İslam dili ile Cebrail- oluşur, buradan gelen bir suretle yeryüzündeki bitkiler ve insanlar oluşur. Zorunlu varlıktan mümkün/nesne varlığı oluşur, bu sudurdur. Sudurun kökeni ise Plotinus’tan gelmektedir. Araplar “sudur süreci”ni Plotinus’a değil Aristo’ya bağlamışlardır. Bu yanlışlığı ilk fark eden İbn Rüşd’dür. Kendisi Fârâbî ve İbn Sînâ’yı da Aristo’dan ayrılmakla eleştirmiştir. Buraya kadarki varlıksal/ontolojik etkilerdi, şimdi epistemolojik / bilgi kuramı açısından ele alalım. Bu açı Aristo’nun “nefs” anlayışı ile ilgilidir. Bilgi duyularla başlar, bu ilk soyutlama sürecidir, duyularda bilgiler işlenir ve soyutlama süreci başlar, gerçek bilgiye “etkin akıl”la ulaşılır. 2 tür akıl vardır: edilgin ve etkin. Yalnız, Aristo’nun etkin akıl söyleminde bir muğlaklık vardır: İnsanın içinde mi dışında mı? Çoğu yurumcuya göre Aristo, insanın içinde, demiştir: Yeni Eflatuncular ise onu, insanın dışına yerleştirmişlerdir, hatta ona Tanrı demişlerdir. İslam filozofları ise ona Cebrail demiştir. Kutsal Ruh da bu kavramlarla ilgilidir.[60] (Not[62]) (“Ontoloji” ve “Epistemoloji” hakkında[63]) (“Tektanrıcılık”[64]) (“İlk akıl”[65])

Yunan filozoflarında peygamberlik diye bir kurum yoktur. Aristo’nun “rüya” ve “hayal gücü” kavramı, İslam’da, bunun Cebrail ile açığa çıkartılması sonucu ortaya din çıkar, düşüncesine evrilir. İslam filozoflarının hayal gücünden din çıkartması ilginçtir. Yine onlara göre etkin aklın insanın hayal gücünü aydınlatmasıyla peygamberlik olgusu ortaya çıkmaktadır. Kişinin aklını aydınlatırsa da felsefe olur.[60]

___________________
[60] Hasan Aydın, “Antik Yunan Felsefesinin…” ags.
[61] “İbn Rüşd insanları üç sınıfa ayırmıştır. Bazıları hakikati burhan bazıları Cedeli ve bazıları ise hatabi ile yorumlamaktadır. Burhan delili filozoflar tarafında kullanılmış olan kesin apaçık delildir. Cedeli delil kelamcılara, hatabi delil ise halka yönelik kullanılan delildir.” (a). “…gerek felsefenin gerekse dinin temel amacı, insanları gerçek mutluluğa yöneltmek olarak ifade edilebilir. Ancak felsefenin insanları gerçek mutluluğa yöneltmede burhani yöntemi kullanması, dinin ise bu noktada burhani, cedeli ve hatabi yöntemleri muhatabının algı seviyesine göre kullanması filozof tarafından vurgulanan önemli bir nokta olarak karşımıza çıkar. Bu kellim ala kadari ukulihim yani insanlara aklının yettiği ölçüde konuşunuz, şeklindeki kelam-ı kibarın bir gereği olarak ortaya çıkmış denilebilir.” Hatabi, insanları “her hangi bir fikre kandırmak için kullanılan sözlerdir. Hatabi sözlerde kesin bilgiye yakın bir zan hâsıl edecek şey yoktur.” (b). “Burhan”: “Doğruluğunda şüphe bulunmayan ve zaruri bilgi getiren kesin delil; mantıktaki beş sanattan biri.”. “…bazı kelâmcı ve filozoflar Kur’an delillerinin burhanî olmadığını, aksine geniş halk kitlelerine hitap eden zannî ve hatâbî (iknâî) karakter taşıdığını ileri sürmüşler…”dir (c). “İbn Rüşd, tasavvurât ve tasdîkātı anlamakta insanların üç gruba ayrıldığını, aydınların burhânî, yarı aydınların cedelî, halk kitlelerinin ise hatâbî kıyaslara dayanan delillerle irşad edilmesi gerektiğini belirterek…”“İslâm filozoflarının yanında Fahreddin er-Râzî ve Teftâzânî gibi müteahhir dönem kelâm âlimleri de genellikle naklî delillerin hatâbî karakter taşıdığını kabul etmişlerdir. Bu fikri aynen benimseyen İsmail Hakkı İzmirli Kur’an delillerinin hatâbî olduğunu, bunların sıradan insanları ikna edebileceğini, fakat zihni aksi bilgilerle dolmuş bulunan ve delillerin muhtevasını inceleyebilecek seviyede olan kimseleri aklen tatmin etmeyeceğini ileri sürmüştür.” (d). “…felsefî bilgi “burhanî”, vahiy bilgisi ise “hatâbî” yani iknâîdir.” (e). (a) Aziz Sekman, “İbn Rüşd Perspektifinde Nurettin Topçu’nun Felsefe-Din Münasebeti”, Sosyal ve Beşeri Bilimler Araştırmaları Dergisi, Cilt: 19, Sayı: 43, Güz 2018, <https://dergipark.org.tr/download/article-file/609893> s. 155; (b) Mevlüt Uyanık, Aygün Akyol, “Farabi’nin Medeniyet Tasavvuru ve Kurucu Metni Olarak -İhsâu’l-Ulum- Adlı Eserinin Tahlili”, Marife, Cilt: 15, Sayı: 2, Kış 2015, <https://www.marife.org/marife/article/view/726/726> s. 52, 53; (c) Yusuf Şevki Yavuz, “BURHAN”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1992, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/6/C06002437.pdf> Cilt: 6, s. 429, 430; (d) Yusuf Şevki Yavuz, “HATÂBE”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1997, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/16/C16005700.pdf> Cilt: 16, s. 443; (e) Mahmut Kaya, “FELSEFE”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1995, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/12/C12023396.pdf> Cilt: 12, s. 312; Erişimler: 29 Mayıs 2019.
[62] Kadim Yunan da diyebiliriz. Görüşüme göre: Aslında Yunanmış, Sümerliymiş, Çinliymiş şuymuş buymuş bunların pek de bir önemi yok çünkü evrende nokta kadar bile olmayan Dünya’nın evrenin ihtişamı karşısında pek de bir değeri yok, kanımca Dünya İnsanı dense dağa doğru olur.
[63] “Felsefede bilgi problemi, “Nasıl bilirim?” sorusuna cevap vermeye çalışırken varlık problemi, “Neyi bilebilirim?” üzerinden hareketle var olanı araştırır. Diğer bir ifadeyle ilki, “Bilgi nedir?”; ikincisi, “Bilinen nedir?” yani, “Varlık nedir?” sorusu üzerinde durur.” (a). “Ontoloji” (varlıkbilim): “(Yun. on, ontos = varlık): Var olan olarak var olan (yalnızca var olması açısından) üzerine öğreti, varolanın varlığı ve genel varolma ilkeleri üzerine 17. yüzyıldan beri kullanılan kavram. Konu olarak eski Yunan felsefesinden beri ele alınan ve Aristoteles’in “ilk felsefe” adını verdiği varolanların özü üzerine bilim. Felsefeye, varlık fizikötesi karşılığı, genellikle fizikötesinin temeli olarak Christian Wolfz’un getirdiği terim: temel ilkeler bilimi. Çağımızda görüngübilimle (özbilimi olarak) ve özellikle, var olanların (değerler alanı da içinde) bilgiden bağımsızlığını çıkış noktası olarak alan N. Hartmann’la yeniden canlandırılmıştır.” (b). “Ontoloji” (vücûd): “Varlığı varolması bakımından konu edinen, temel varlık kategorilerini ve ilkelerini araştıran, duyu ötesi varlıkların kanıtlanmasını amaç edinen felsefe dalı, varlık bilimi.” (c).  “Vücûd”: “Varlık veya var olma anlamında mantık ve felsefe terimi.” (d). “Meselâ varlık, yokluk, zorunluluk, imkân, süreklilik, ihtimal ve rastlantı gibi genel kavramlar ontolojinin başlıca alanıdır.” (a). “Epistemoloji”: “(Yun. episteme = bilim; logos = öğreti) 1- Bilim öğretisi. (Fransızcada sözcüğün kök anlamına uygun olarak kullanılır.) Bilimlerin koyduğu sorunları inceleyen felsefe dalı. Bilim felsefesi ile eşanlamlı. Ancak bilim felsefesi bilimlerin tarihini felsefe açısından inceler, Epistemoloji ise çeşitli bilimlerin ilkelerini, varsayımlarını ve sonuçlarını eleştirerek inceler, onların mantıksal kökenini (ruhbilimsel değil), nesnel değerini belirlemeye çalışır. (Almancada da epistemoloji, bilgi öğretisi, bilim öğretisi anlamına, gelir, ancak az kullanılan bir terimdir.) 2- Bilgi kuramı. (İngilizce konuşan ülkelerde bu anlamda kullanılır. Oysa Fransızcada bilgi kuramının teknik terimi, Yunanca gnosis’ten türetilmiş olan gnoséologie’dir.)” (e), “Bilginin kaynağı, doğası, doğruluğu ve sınırlarını inceleyen, bilgiyle ilgili sorunları araştıran felsefe dalı.” (f). (a) Mahmut Kaya, “VÜCÛD” (Felsefe), TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2013, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/43/C43024252.pdf> Cilt: 43, s. 140; (b) TDK, ags., “Varlıkbilim”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (c) <https://islamansiklopedisi.org.tr/ontoloji> DİA‘da arama kutusuna “ontoloji” yazıldığında “VÜCÛD” maddesine yönlendirilen internet sayfasında çıkan yazıdır; (d) Ali Durusoy, “VÜCÛD”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2013, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/43/C43024251.pdf> Cilt: 43, s. 137; (e) TDK, ags., “Epistemoloji”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (f) TDK, ags., “Epistemoloji”, BSTS – İktisat Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 29 Mayıs 2019.
[64] “Tektanrıcılık” (monoteizm): “(Yun. monos = tek, theos = tanrı): Tek bir Tanrı’nın varlığını kabul eden din ve felsefe öğretisi.” (a). “Tevhit”: “is. (tevhi:di) 1. din b. Allah’ın birliğine inanma, bir sayma, bir olarak bakma. 2. din b. Tek tanrıcılık.” (b). (a) TDK, ags., “Tektanrıcılık”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (b) TDK, ags., “Tevhit”, Güncel Türkçe Sözlük; Erişimler: 29 Mayıs 2019.
[65] İbn Sînâ Tanrı’ya “ilk akıl” demekteydi. 31. dipnota bakınız.

 

Yunan kültüründe özellikle Helenistik dönemde mitolojiler rasyonelleştirilmiştir. İslam filozoflarında da bu kavram vardır, onlara göre din simgeseldir, halka özgü -halkın idrak düzeyine seslenen- bir anlatımdır, hayal gücü düzeyindedir, yine onlar simgeleri kullanır. Fârâbî, dindeki simgeler -haç, hilal vb.- halkların kültüründen oluşur, bu yüzden toplumlar ve inançlar başkadır, der. Simgeler hakikat değildir, onların altında yatan derin/öz mana hakikattir. Bu “Bâtıni / öz gerçeklik” yorumudur. Fârâbî, felsefe tarafından düzeltilmemiş her din yanlıştır, der ve ekler, felsefe ve din aynı kökten beslenir ama dinde kültürün ve hayal gücünün etkisi vardır, bu hayal gücü toplumdaki sıradan kitlelerle ilgilidir. İbn Rüşd de, din hem halka göre -hatabidir- sıradandır hem de üst -burhani- bir boyutu vardır, der. Duyularla nesneler dünyası algılanır, sonra bu; hafıza, bellek, ortak duyu gibi iç duyularla bir soyutlama süreci geçirir ama bilgiyi insan kendi olanaklarıyla oluşturmaz, sadece bu süreçleri yaşar, gerçek bilgi -tümel/felsefe/bilimsel bilgi- ise ancak dış güçle -etkin akılla, veya onun türevi Cebrail’le- insan aydınlatılırsa ona ulaşabilinir. Bu, İslam felsefesinden sonra “Tasavvuf” ekollerinin neden etkin olduğunu açıklar. Bilgi kavramının keşif yolculuğu gibi…[66] (“Batın” ve “Zahir” hakkında[67]) (Not[68]) (Not[69]) (“Tümel”, “Tikel”[70])

Pilotinus ve kurduğu Yeni Eflatunculuk ekolündeki “mistik” unsurların, İslam ve İslam felsefesi üzerinde çok büyük bir etkisi vardır.[66] (“Mistik”[71])

Platon’un “Nomoi” -Yasalar/Kanunlar- adlı eserindeki anlattığı siyaset sistemini, İslam felsefesi alıp kendine uygulamıştır. Platon’da insan nefsi ile ilgili 3 temel yeti vardır: akıl, şehvet ve öfke. Akıl, at arabasının sürücüsü, diğer ikisi de, önde giden atlardır; şehvet-öfke ile akıl durmadan çatışır, akıl bunlara denetim sağlarsa dengeli bir yaşam ortaya çıkar. Aklın erdemi bilgeliktir, şehvetin iffet, öfkenin ise cesarettir. Her birinin ölçülü olmasına ise adalet denir. Platon buradan yola çıkarak devlet felsefesi tasarlamıştır: 3 sınıf vardır: yöneticiler, bekçiler ve üreticiler. Toplumda adaletin olması için her sınıf üzerine düşeni yapmalıdır. Bu mefhumlar temelde aynı ve/veya ufak değişikliklerle İslam felsefesi içinde yerini almıştır.[66] (“Nefs/Nefis”[72]) (“Mefhum”[73])

___________________
[66] Hasan Aydın, “Antik Yunan Felsefesinin…” ags.
[67] Bâtın: Gizli, görünmeyen, bir şeyin iç yüzü veya gerçek anlamıdır. Batınilere göre algılanan her şeyde gizli anlamlar yüklüdür, bir açık (zâhir) olan vardır bir de onun gizli ve öz-gerçekliği (bâtın) vardır (a). “Zahir”: “sf. (za:hir) 1. Açık, belli. 2. is. Dış yüz, görünüş. 3. zf. hlk. Kuşkusuz, elbette, şüphesiz” (b). ““Gizli olmak; bir şeyin iç yüzünü bilmek” anlamındaki batn veya butûn kökünden türeyen bâtın kelimesine nisbet ekinin eklenmesiyle oluşmuş … bâtıniyye “gizli olanı ve bir şeyin iç yüzünü bilenler” anlamına gelir.” (c). “İçrek” (bâtıni): “…bâtıni, ezoterik, dışrak karşıtı.” (d), “(Yun. eso = içerde, içte): 1- Belirli bir insan topluluğunun dışında kimseye bildirilmeyen, yalnızca sınırlı, dar bir çevreye aktarılan (her türlü bilgi, öğreti vb.). 2- Özellikle eski Yunan okullarında, yalnız okul içinde, okulun kendi öğrencileriyle sürdürülen, kapalı, gizli öğretim biçimi.” (e). Hz. Ali zamanında Ali’yi destekleyenlerin batıni olduğu bilinmektedir (a). İsmaili Öğretisi’nde dinler daima ikinci planda olup, öz-gerçeklik gizli anlamlar yani Bâtınilik ön planda olmuştur (f). (a) Bu sitedeki yazıma bk. 252. konu; (b) TDK, ags., “Zahir”, Güncel Türkçe Sözlük; (c) Avni İlhan, “BÂTINİYYE”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1992, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/5/C05001880.pdf> Cilt: 5, s. 190, 191; (d) TDK, ags., “İçrek”, Güncel Türkçe Sözlük; (e) TDK, ags., “İçrek”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (f) Bu sitedeki yazıma bk. 254. konu; Erişimler: 30 Mayıs 2019.
[68] Görüşüme göre batın kavramı insanlık tarihi kadar eski olabilir çünkü eğer siz bir nesneye kendi anlamı dışında bir anlam yüklerseniz bu batın olacaktır, örneğin; ilkel insanların yaptığı kolye, bileklik gibi eşyaların ölüyle beraber gömülmesi, totem kültü, çaput bağlama, taşlardan yapılan tapınaklar, bigelik taşı, shiva lingam, köşe taşı, hacer-ül esved hatta günümüzdeki uğurlu eşya, evlilik yüzüğü vs.
[69] …gerçek bilgi -tümel/felsefe/bilimsel bilgi- ise ancak dış güçle -(Aristo deyimiyle) etkin akılla, veya onun türevi (İslam deyimiyle) cebraille- insan aydınlatılırsa ona ulaşabilinir.
[70] “Tümel”: “…külli, tikel karşıtı.” (a), “(Mantıkta) Belli bir sınıfa bağlı bireylerin tümünü içine alan. Bütün kapsamıyle alınmış olan (önerme). Bir önermenin tümelliği “bütün” ya da “her” sözcüğüyle gösterilir. Genellik bir terimin kapsamını; tümellik önermede konunun bütün kapsamıyle alındığını gösterir.” (b). “Tikel”: “…cüzi, tümel karşıtı.” (c), “Bir tümün bir parçası ile ilgili.” (d), “(Mantıkta) Bir türün bütün bireylerine değil de bir ya da birkaç bireyine ilişkin olan. Önermelerin olumlu ya da olumsuz oluşuna göre İ ve O simgeleri ile gösterilir. Formülü: Bazı S ler P dir; bazı S ler P değildir.” (e). (a) TDK, ags., “Tümel”, Güncel Türkçe Sözlük; (b) TDK, ags., “Tümel”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (c) TDK, ags., “Tikel”, Güncel Türkçe Sözlük; (d) TDK, ags., “Tikel”, BSTS – Fizik Terimleri Sözlüğü; (e) TDK, ags., “Tikel”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 30 Mayıs 2019.
[71] “Mistik” (gizemsel): “(Yun. mystikos: myein = gözlerini yummak, kapamak): Duyusal algılardan koparak gizem dolu iç aydınlığa erişmeye ilişkin. Bu bağlamda: 1- Her türlü özne-nesne ayrımını, ikiliğini kaldırarak birolma durumu. (Yalnızca Tanrı’yla değil, doğayla da olabilir.) 2- Tanrı’yla bir olma, birleşme, kendini Tanrı’da yaşama durumu. 3- Yüksek tinsel güçler aracılığıyle Tanrı’yı görme, Tanrı’ya erişme durumu. 4-Gizem dolu eylemler ya da ruhsal alıştırmalarla Tanrı’ya erişme yöntem ve tekniğine ilişkin. Gizlemsel Tanrıbilim ve felsefe: a. Gizemsel yaşamı kavranılır birbiçimde açıklama ve ortaya koyma. b. Tarihsel öğretiler aracılığıyle gizemsel yaşantıların az ya da çok dizgesel olarak işlenmesi (17. yüzyıl).” (a). “Tin”: “is. ruh b. 1. Ruh. 2. fel. Birtakım fizik ötesi kurucularının, gerçeği ve evreni açıklamak için her şeyin özü, temeli veya yapıcısı olarak benimsedikleri madde dışı varlık.” (b), “(Yun. pneuma, nous = soluk, nefes) : 1- Evren ilkesi. Özellikle stoa felsefesinde: Evren usu, evren ruhu; etki yapan, biçim veren, canlandıran ilke. 2- a. Doğal yaşam ilkesinden ayrı olarak, yüksek, doğaüstü, tanrısal ilke. b. Tanrı’nın dolaysız yaratıcı etkinliği. 3- Felsefeye Anaxagoras’ın yerleştirmiş olduğu ‘nous’, Herakleitos’un getirmiş olduğu ‘logos’ anlamında: a- Dünyanın usa uygun düzen ilkesi; b. Zamandan bağımsız olanın, zamandışı olanın, zamansız olanın ilkesi, c. Ruhun uslu yanı. (Aynı zamanda: logistikon.) 4- Yaşamdan ayrı olarak düşünme ve bilinç ilkesi (Descartes’ta cogitatio). 5- Düşünen insanın etkinliği; düşünce ilkesi. Özdeğe, fizik etkinliğe ve içgüdüsel etkinliğe karşıt. 6- Kendini içgüdülerin belirlenmişliğinden kurtaran, özgür olan, değerlere, anlam içeriklerine kendini açan. M. Scheler’de insanı insan yapan ilke; usun yanında duygu ve isteme edimlerini de içine alır. 7- Tin, zaman zaman usa (ratio’ya) indirgenerek ruha karşı olan, cansız, ‘yaşama düşman’ bir ilke olarak görülür (Ludwig Klages). 8- Bireysel ruh anlamına (özellikle dinbilimsel anlamda) ‘tinler ya da us taşıyan ruhlar’ (Les esprits ou âmes raisonnables) Tanrılığın imgeleridirler (Leibniz). Tini (spiritus-pneuma) ruhtan (anirha-psykhe) ayırmak gerekir. Ruh, organik ve duyusal yaşamın ilkesidir (hayvanların da ruhundan sözedilir), tin ise yalnız insana özgü düşünme yetisidir. Ancak Türkçe’de ruh sözcüğü tin yerine de kullanılagelmiştir, örneğin Hıristiyanlıktaki ‘kutsal ruh’ (le Saint Esprit).” (c). “Ruh”: “is. (ru:hu) 1. Dinlerin ve dinci felsefelerin insanda vücuttan ayrı bir varlık olarak kabul ettiği öz, tin. 2. En önemli nokta, öz. 3. Esans. 4. mec. Canlılık, duygu. 5. fel. Bedeni etkin kılan canlılık ilkesi, bedenin hayat gücü.” (d), “(Yun. Psykhe = soluk alma, soluma, üfleme) 1- Bedeni etkin kılan canlılık ilkesi, bedenin yaşama gücü, yaşama soluğu. 2- Doğal-canlı yaşam ilkesi; Aristoteles’te bedeni canlandıran ilke, bedenin entelekhia’sı. 3- Töz olarak: a. Ölümsüz ruh. (Beden yalnızca onun tutsak yeri sayılır.) b. Usun, düşüncenin, tinin yeri. c. Yalın, özdeksel olmayan tinsel töz. 4- Öznel ilke olarak: a. Usa karşı gönül ve isteme ilkesi, b. Bireysel kişilik çekirdeği. 5- Bilinç olaylarının toplamı; ben’in birliği. 6- Dolaysız, bilinçaltından gelen yaşam itkilerinin, yaşama durumlarının taşıyıcısı. (Özellikle modern yaşama felsefesinde tin ve bilince karşı duran bir şey olarak ortaya çıkar (Klages). 7- (Bilimsel anlamda) organizmaya sıkı sıkıya bağlı yaşantıların -özellikle duygu ve itkilerin- toplamı (tinin karşıtı olarak).” (e). (a) TDK, ags., “Gizemsel”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü, Erişim: 30 Mayıs 2019. (b) TDK, ags., “Tin”, Güncel Türkçe Sözlük; (c) TDK, ags., “Tin”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (d) TDK, ags., “Ruh”, Güncel Türkçe Sözlük; (e) TDK, ags., “Ruh”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 12 Haziran 2019. (Hem kopukluk olmasın hem de burası ‘kabarmasın’ diye, Tin ve ruh’un anlamlarında geçen terimsel sözlerin anlamlarını metnin ilerleyen kısımlarında -konuların gidişatına göre- tek tek verdim.)
[72] “Nefis”: “is. 1. Öz varlık, kişilik. 2. İnsanın yeme içme vb. gereksinimlerinin bütünü.” (a). Nefis: “İnsanın özü, kendisi, ilâhî latife, kötü huyların ve süflî arzuların kaynağı anlamında bir terim.”, nefs kelimesi ““ruh, can, hayat, hayatın ilkesi, nefes, varlık, zat, insan, kişi, hevâ ve heves, kan, beden, bedenden kaynaklanan süflî arzular” gibi mânalara” gelmektedir (b). (a) TDK, ags., “Nefis”, Güncel Türkçe Sözlük; (b) Süleyman Uludağ, “NEFİS”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2006, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/32/C32016292.pdf> Cilt: 32, s. 526; Erişimler: 30 Mayıs 2019.
[73] “Mefhum”: “is. (mefhu:mu) fel. esk. Kavram” (a). “Kavram”: “is. 1. Bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, …fehva … 2. fel. Nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir ortak ad altında toplayan genel tasarım, konsept, mefhum, nosyon.” (b), “Sözcüklere gerçek anlamlarını vermek ve bunlar aracılığıyla düşünmek, olayların ve süreçlerin özünü kavrayıp temel yanlarına ve özelliklerine ilişkin genellemeler elde etmek olanağını sağlayan, nesnel çevrenin insan düşüncesindeki yansıma biçimi.” (c), “Bir olay, nesne, durum ya da koşula, ayrıtsal özelliklerini bireştirerek kavranabilirlik kazandıran düşünsel bütünlük.” (d), “1- Bir şey üzerinde birçok ayrı algıları kapsayan genel düşünce. 2- Bir olay, bir nitelik ya da nicelik üzerinde oluşan zihinsel imge. 3- Kaplamı ve içeriği bir im ya da sözle anlatılarak anlam kazandırılan soyut düşünce.” (e), “1-Nesnelerin ya da olayların ortak özelliklerini kaplayan ve bir ortak ad altında toplayan genel tasarım; tek bir nesnenin (bireysel kavram) ya da bir nesneler sınıfının (genel kavram) özünü belirleyen, birbirleriyle bağlantılı niteliklerin ya da özel belirtilerin (özelliklerin) bir sözcükte düşünülmüş olan birleşimi. 2- (Klasik mantıkta) Yargı ile çıkarımın sonradan üzerinde kurulacağı en yalın, en temel öğe. (Gerçekte ise kavram düşüncenin bir başlangıç noktası olmayıp, düşüncenin kendisini topladığı, yoğunlaştığı bir noktadır; düşüncenin bir bütüne, bir bireşime, bir birliğe dönüşmüş biçimidir.) Klasik mantık için kavramlar çoğunlukla nesne kavramlarıdır ama bunun yanında ilişki ve görev kavramlarından da söz edilebilir (de, üzerine, eğer, ancak vb.). Nesne kavramları: Bir nesnenin özünü, kurucu özelliklerini düşünce ile belirtip kavramaya çalışan kavramlar. Nesne kavramları bireysel olup tek bir nesneyi (Kızılırmak) göz önünde bulundurabilirler, o zaman bireysel kavramlar adını alırlar. Bir nesne öbeğinin ortak özellikleriyle ilintili olduklarında, bunlara tür kavramları denir (dere, çay, ırmak). Ortak özellikleri olan tür kavramlarından cins kavramı kurulur; her cins kavramı yeniden daha yukarı bir cins kavramının tür kavramı olabilir ve bu, böylece oluşan kavram piramidinin en yukarıdaki en son cins kavramına kadar gider. Bu piramit bir kavramlar dizgesidir. Bu dizgede boyuna daha yukarı, daha genel cins kavramına doğru yükselinir. En son cins kavramında kavramlar dizgesi doruğuna ulaşır ve bundan kavram çözümlenmesiyle (Lat. divisio) tersine olarak daha aşağı cinslere, türlere inilir ve sonunda artık bölünemeyen bireylere ulaşılır.” (f). (a) TDK, ags., “Mefhum”, Güncel Türkçe Sözlük; (b) TDK, ags., “Kavram”, Güncel Türkçe Sözlük; (c) TDK, ags., “Kavram”, BSTS – Toplumbilim Terimleri Sözlüğü; (d) TDK, ags., “Kavram”, BSTS – Yöntembilim Terimleri Sözlüğü; (e) TDK, ags., “Kavram”, BSTS – Eğitim Terimleri Sözlüğü; (f) TDK, ags., “Kavram”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 30 Mayıs 2019.

 

Platon’un öğrencisi Aristoteles’e göre nefs yine üçe ayrılır: bitkisel nefs, hayvansal nefs ve insansal nefs. Bitkisel nefs beslenme ve giyinme ile ilgilidir, hayvansal nefs şehvet, öfke gibi duyuları kapsar, insansal nefs ise ayırıcı bir özellik olan akıldır. İslam düşünürleri, Platon ve Aristo’yu bir arada ele alarak, şunu belirtir: İnsanlar ortadadır, aklıyla yüce/ulvi âleme kapı açabilir, şehvetiyle-duyularıyla da nesneler dünyasındadır. İnsanın yetkinleşmesi nesneler dünyasından adım adım koparak gerçekleşebilir. İbn Sînâ kaleme aldığı öykülerde ruhun bu manevi yolculuğunu ele almıştır, hatta Hz. Muhammed’in göğe çıkma / Miraç olayını da buna bağlamıştır. Bilindiği üzere ilk defa MÖ 3. binyıl tarihlerindeki Sümerlerde “göğe çıkma” hikâyeleri geçmektedir. Yanı sıra Platon’un Phaedrus ile olan diyaloğunda bu geçmektedir. “Phaedrus” eserinde/diyaloğunda aşk anlatılırken ruh, nesneler dünyasından -bu dünyadan- adım adım uzaklaşarak bir yolculuğa çıkar, yükselir, Tanrısal âleme / Demiurgos’a / en yüksek bilgiye / en güzele ulaşmaya çalışır. Bu motif İslam’da Miraç motifiyle işlenmiştir. Miraç İslam’da maddesel, rüyasal ve sözde üst boyutsal olarak farklı şekillerde anlatılır. Platon ve Plotinus’un etkisiyle, Hz. Muhammed’in Miracı, nefsi bir yolculuğa uydurulmuştur: Basamaklardan çıkılır, nesneler dünyasından -bu dünyadan- kopulur, şehvet-öfke bastırılır, sonra akli düzeye -sırf akıl haline, Tanrısallığa- gelinir ve Tanrı’yla Tanrı olunur. Plotinus Tanrı’yla dört kez birlendiğini dile getirir. Bu, tasavvufa Hint felsefesinden aktarılan/gelen “fenafillâh” kavramıyla aynıdır. Bu, ahlaki ve manevi bir yolculuktur.[74] (“Yüce”[75]) (Göğe çıkma / Miraç hakkında[76]) (Phaedrus[77]) (Not[78]) (“Fenafillâh”, Nirvana ve göğe yükselme hakkında[79])

___________________
[74] Hasan Aydın, “Antik Yunan Felsefesinin…” ags.
[75] “Yüce”: “sf. Yüksek, büyük, ulu, ulvi” (a), “Münezzeh, arı, uzak” (b), “Genellikle insanca ölçüleri aşan, bundan dolayı çok büyük olan. Sanat, ahlâk, din, düşünce alanında üstün bulunan, kendisinde üstünlük görülen şey.” (c). (a) TDK, ags., “Yüce”, Güncel Türkçe Sözlük; (b) TDK, ags., “Yüce”, Tarama Sözlüğü; (c) TDK, ags., “Yüce”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü, Erişimler: 30 Mayıs 2019.
[76] Miraç: “Hz. Peygamber’in Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya, oradan da göğe yaptığı yolculuğu ifade eden terim.”“Sözlükte “yukarı çıkmak, yükselmek” anlamındaki urûc kökünden türemiş bir ism-i âlet olan mi‘râc kelimesi “yukarı çıkma vasıtası, merdiven” demektir. Terim olarak Hz. Peygamber’in göğe yükselişini ve Allah katına çıkışını ifade eder.”“Semaya yükseliş tasavvuru eski Hint ve İran mitolojileriyle diğer dinlerde de mevcuttur. Yahudi geleneğinde İdrîs, İbrâhim, Mûsâ ve İşâyâ gibi peygamberlerle bazı tarihî şahsiyetlerin yeryüzünden ilâhî âlemlere çıktığına inanılır.”“Hıristiyanlık inancına göre Hz. Îsâ çarmıha gerildikten sonra mezarından çıkıp ilâhî âleme yükselmiştir.”. Salih Sabri Yavuz, “Mİ‘RAC”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2005, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/30/C30009725.pdf> Erişim: 30 Mayıs 2019, Cilt: 30, s. 132.
[77] Phaedrus, Platon’un Mektuplarında geçen kurgusal bir kahramandır. “Phaedrus, aklın ve akılcı geleneğin temsilcisi Platon’un kuşkularını dile getiren kişiliktir”, şüpheyi temsil eder. Söz sanatı, yazı sanatı, “ruh, ruhun ölümsüzlüğü gibi konularda gizemli sorular yöneltir ve Platon’un bilinen metinleri içinde ilginç ve karanlık bir karakteri temsil eder.”. Bahset Karslı, “Robert M. Pirsig’in Romanlarında İşlevsel Değer Eleştirisi”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 20, Sayı: 4, 2016, <https://dergipark.org.tr/download/article-file/265475> Erişim: 30 Mayıs 2019, s. 1603, 1611, 1619.
[78] “Demiurgos”: “is. fel. Eflatun felsefesinde evreni yaratan, yaratıcı Tanrı.”. TDK, ags., “Demiurgos”, Güncel Türkçe Sözlük, Erişim: 30 Mayıs 2019. …bir yolculuğa çıkar, yükselir, tanrısal âleme (Demiurgos’a / en yüksek bilgiye / en güzele) ulaşmaya çalışır.
[79] “Fenafillâh”: “is. (fena:filla:hı) din b. Allah’ın varlığı içinde yok olma.” (a). Budizm’e göre iyi amel edenler gök katlarındaki Tanrısal Alem’e giderler: Ama asıl amaç Nirvana’ya ulaşmadır. Nirvana bir bakıma sönmek, dinmek olarak yokluğu ve boşluğu temsil eder; buradaki yokluk izafi olarak ‘en üstüne’ ulaşabilmedir (b). Sabiilik inancında ruhun ölümden sonra gezegenlerden geçerek Işık Alemi’ne yükselmesi inanışı mevcuttur (c). Manihaizm’de insan öldüğünde ruhun ışık gibi yükselmesi vardır. Kötülük insanların iradesine nefs ile hakim olarak onları bağlamaya, ele geçirmeye çalışır. Beden ruhun hapishanesidir. Kötülüğe uyanlar Işık Alemi’ne -Cennet’e- gidemezler, uymayanlar ise Işık olup Cennet’e yükselir (d). (a) TDK, ags., “Fenafillah”, Güncel Türkçe Sözlük, Erişim: 30 Mayıs 2019. (b) Bu sitedeki yazıma bk. 194. konu. (c) Bu sitedeki yazıma bk. 273. konu. (d) Bu sitedeki yazıma bk. 276. konu.

 

Plotinus’a göre Bir’den “Nous/Nefs” sudur eder, ondan Ruh, ondan da Madde oluşur. Nous, Tümel Akıl veya Tümel Nefs’tir. Aristo 4 Neden’den söz eder: Bir şeyi meydana getiren nedenler bunlardır: maddi neden, formal/idea/biçimsel neden, amaçsal neden, fail neden. Bunlar bilinirse “hakikat” bilinir. En önemlisi gaye/gai/amaçsal nedendir. İslam filozofları da bu nedenleri aynen ele almışlardır.[80] (Nous • Aristoteles’in Dört Neden Öğretisi[81])

___________________
[80] Hasan Aydın, “Antik Yunan Felsefesinin…” ags.
[81] “Nous”: “(Yun.): Us, tin. 1- (ilkin Anaxagoras’ta): Evreni düzenleyici, özdeksel olmayan ilke. 2- İnsanın en yüksek yeteneği, a. (Platon’da idealara yönelmiş düşünme-us edimleri, b. (Aristoteles’te) Kuramsal ve kılgılı düşünme gücü. 3- a. Düşünmenin ilkesi ve gelip geçici olmayan tözü. b. (Plotinos’ta) Usla kavranan dünyanın, idealar alanının ilkesi.” (a) (karışıklık olmaması adına; özdek için 83. dipnota bk. kısaca özdeksel/maddesel, kılgı için 188. dipnota bk. kısaca kılgı/uygulama/pratik, töz için 187. dipnota bk. kısaca töz/öz). “İlke”: “Başlangıç; ilk olan; kendisinden başka bir şeyin çıktığı temel, köken; dayanak; temel neden, ilk neden.” (b). • Aristoteles’in Dört Neden Öğretisi. Aristo’ya göre Tanrı ilk hareketi verendir onun dışında etkisi yoktur. “Aristo, önceki filozofların görüşlerini sistematize ederek nedenleri maddî, sûrî, fâil ve gâî olmak üzere dörtle sınırlamıştır.” (sûrî: formal, formel, biçim, şekil). Maddi neden, “bir şeyi yaparken kullanılan malzeme”dir. Örneğin bir ev yapabilmek için malzeme kullanılması zorunludur, örneğin tuğla, tuğla burada maddi nedendir. Formal neden, bir şeyin şekli; tuğlaları dizip evi yaptıktan sonraki evin şekli yani evi ev yapan şekil. Fail (etkin) neden, bir şeyi yapan-eden şey; evi yapan usta. Gai (ereksel, amaçsal) neden, bir şey ne için var, neye yarar, amacı nedir; “Bu evin, oturmak ve barınmak gibi belirli bir amaç için yapılmış olması.”“Aristo’da nedenler her ne kadar dört tane ise de fâil ve gâî nedenler, sûrî nedende birleştirilerek ikiye indirgenebilirler. Çünkü tuğlaların ev biçiminde inşâ edilmesi yani sûrî neden, evin gâî nedenini verdiği gibi ustayıda bu sûrete göre çalışmaya sevk etmektedir. Dolayısıyla nedenler Aristo’da maddî ve sûrî olmak üzere ikiye indirgenmektedir.”. Fizik bilimi açısından fail neden hakkında Aristo’da şu vardır: “…cisimde bulunup onun tabiî hareketlerine neden olan” “…hem hareket eden (devinen) hem de hareket ettiren özellikler”e sahip olan fail nedendir. “Âlemin nedeni olarak Tanrı’nın konumunu ele alırken Aristo, zaman ve hareketin ezelî olduğunu söyler. Hareket ve hareketin ölçüsü olan zaman, her ne kadar ezelî olsa da bu durum, onların nedenli olmasına engel değildir. Ezelîlik ile hareket arasında bir çelişme yoktur. Bir şey hem sürekli değişen hem de ezelî olabilir. Önemli olan bu değişen şeylerin, sonunda değişmeyen bir nedene dayanmasıdır. O, bu konuda ezelî-ebedî bazı fiillerin bulunduğunu kabul etmekle birlikte bunu herhangi bir nedene dayandırmayan Leukippos ve Platon gibi filozofları da eleştirmektedir. Buna göre değişmeyen Tanrı, ezelî olmakla birlikte sürekli değişen hareket ve zamanın “ilk nedeni”dir.”, “Aristo, hareket ve zamanı ezelî kabul etmekle birlikte, bunların bir nedeni olduğunu ileri sürerek “ilk neden” olarak Tanrı’yı koymuştur.”. Aristo’da; Madde ve biçimler sonradan meydana gelmemeştir, sürekli vardırlar; fakat cisimler (belirli bir şekli olan canlı veya cansız her hangi bir madde, evrendeki her bir şey) sonradan meydana gelmiştir; çünkü eğer madde ve biçimler sonradan oluşsaydı sonsuz sayıda madde ve biçime sonsuz ‘kaynak’ olması lazım olurdu. “Madde ile sûretin de ezelî olduğu düşüldüğünde Tanrı, kendisi gibi ezelî varlığa sadece hareket verendir. Bu bakımdan Aristo’nun Tanrı’sında yaratıcılık vasfının bulunduğunu söylemek zor gözükmektedir.”. Platon’a da burada kısaca değinmek gerekirse: “Platon, en gerçek varlıklar olarak ideleri görmüş, idelerin yaratılmadığını, ezelî-ebedî varolduklarını ileri sürmüş, diğer idelerden sadece “en yüksek ide” olma özelliği ile ayrılan Tanrı’nın, idelerin kopyası olarak duyulur âlemi meydana getirdiğini savunmuştur. Dolayısıyla Tanrı’nın etkinliği, idelerin varoluşunda değil, duyulur kılınmasındadır.” (c). Aristo’da: “Maddesiz form olamaz (Aristoteles, maddesiz olan tek formun Tanrı olduğunu söyler)” (form: şekil). İnsan ve düşünme de bir formdur. Maddi neden; ‘neyden yapılmış’ ve/veya ‘neyden oluşmuş’ sorusunun cevabıdır. Formel neden ile ereksel neden benzerdir. “Formun kendisi hareketsiz ve değişmezdir. Bu anlamda Platon’un idealarına benzer, ancak onlardan çok önemli bir farkı vardır ki, Aristoteles’e göre form madde olmadan yoktur, ancak madde ile birlikte vardır. Yani form varlıklara madde ile birlikte içkindir ve kendisi yalnızken değişmez olmasına rağmen varlıkların hareket ve oluşlarının ilkesidir, doğadır.”. Formel nedenin sorusu ‘onun ne olduğudur’ (‘o ne’, ‘ne’). Bir şeyin şekli ne ise o odur. Fail neden, hareket ettirici nedendir; örneğin rüzgarı oluşturan basınç farkı, suyu ısıtan ateş, resmi yapan ressam vs. birer fail nedendir. “Ereksel neden şeylerin sahip olduğu amaçtır, yönelimdir. Şeyler onun doğrultusunda oluş içersindedirler.”. Aristo -fizikte- şunu söyler; “…doğa gereği oluşan ve var olan nesnelerde bir ‘ereksel neden’ var”dır. Ereksel nedenin sorusu ‘ne için’dir: “Bu sorunun cevabı o varlığın yönelimini, ereğini gösterir.”. Aristo yine şunu söyler: ““Bu yolda biraz ileri gidenler ise bitkilerde de amaç için yararlı şeyler oluşuyor diye düşünüyor; sözgelişi ‘yapraklar meyveyi korumak içindir’. Dolayısıyla doğa gereği ve bir şeyden ötürü güvercin yuvasını yapıyorsa, örümcek ağını örüyorsa, bitkiler yapraklarını ‘meyveler için veriyor’ köklerini ‘beslenmek için’ yukarıya değil aşağıya salıyorsa, şu açık: doğa gereği oluşan ve var olan nesnelerde bu aynı neden var. Doğa da iki anlamda hem madde hem de biçim (morphe) olarak kullanılıyor; amaç ise biçim; öteki şeyler amaç için, amaçtan ötürü: öyleyse biçim, şekil nedendir, hem de ‘ereksel neden’ (he hou heneka)””“Ona göre doğadaki tüm hareketin, oluşun, bir yönelimi amacı, yani ereksel nedeni vardır.”. Fail neden dışsal, diğerleri içkin ve -birbirine- benzerdir. Bir şey ‘ne için’ var, o şekilde olduğu için var. İnsan ‘ne için’ var, insan olmak için var. Bir şeyin amacı o şey olmak içindir veya bir şeyin varlığı o şey olma amacına yönelmiş bir varlıktır. Yani şekil neyse amaç/erek de odur (d). (a) TDK, ags., “Nous”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (b) TDK, ags., “İlke”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 20 Haziran 2019. (c) Şaban Haklı, “İbn Sînâ Felsefesinde “Fâil Neden”in (Etkin Neden), Nedensellik Sorunu Açısından İncelenmesi”, Marife, Cilt: 4, Sayı: 1, 31 Mayıs 2004, <https://www.marife.org/marife/article/view/184/184> s. 124-126; (d) Özlem Yılmaz, “Aristoteles’in Dört Neden Kuramının Günümüz Biyolojisi Açısından Önemi”, Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 16, Güz 2013, <http://www.flsfdergisi.com/sayi16/221-230.pdf> s. 224-226; Erişimler: 31 Mayıs 2019.

 

Aristocu bakışta madde, gizil halden fiil hale geçer/çıkar. Aristo’daki ilk hareket ettirici, İslam’da Allah’a; Tanrısal varlıklar olan yıldızlar, akılsal meleklere dönüşür; yine hava, toprak, su ve ateş olan ay-altı varlıkların birleşmesiyle bitkiler-insanlar oluşur, İslam felsefesinde ise bunlar birleşir, Cebrail oluşur, ondan da bitki-hayvan oluşur. Bu kavramlarla, her şeyin oluşumunun bir neden zincirine bağlı olduğu ve gökyüzü hareketlerinin canlılarda etkin olduğu görülür. İslam kelamcıları bu “sudur” sürecini kabul etmez, “atomcu” bir evren modelini kabul eder, bu ilginçtir. Onlar Demokritos ve Epikuros’tan gelen atomcu geleneğe bağlanmışlardır. İslam dünyasında oluşan bu gelenekle Hint geleneği arasında bir bağ olduğu da düşünülür.[82] (Demokritos[83]) (Epikuros[84])

___________________
[82] Hasan Aydın, “Antik Yunan Felsefesinin…” ags.
[83] Demokritos: MÖ ~460-370, Trakya, Yunan, Atomcu, Sokrat öncesi Yunan filozofu (a). Varlık/Öz maddedir, der. Savunduğu: Materyalizm. Maddeden başka varlık yoktur. Her şey atomlardan oluşur. Tanrı, ruh gibi metafizik şeyler yoktur (a)(b). “Materyalizm” (maddecilik, özdekçilik): “fel. Dünyada, yalnızca maddenin varlığını kabul eden, Tanrı, ruh vb. manevi kavramları ret ve inkâr eden felsefi görüş, özdekçilik, materyalizm.” (c), “1- Her türlü gerçekliğin -yalnızca nesnel değil, ruhsal ve tinsel olan gerçekliğin de- özünü ve temelini özdekte gören, özdekten başka hiç bir tözün bulunmadığını öne süren dünya görüşü. Özdeği evrenin ilkesi yapan eski Yunan atomcularından Leukippos ve Demokritos’tan beri özdekçilik türlü biçimlerde ortaya çıkar. İngiltere’de 17. yüzyılda Hobbes, Fransa’da 18. yüzyılda Lamettrie ve Holbach, Almanya’da 19. yüzyılda Ludwig Büchner’le en yüksek düzeye ulaşmıştır. 2- (Ahlâk felsefesinde) Yalnızca yararlı ve haz veren şeyleri erişilmeğe değer sayan, içeriksel-özdeksel değerler dışında kendi başına var olan bağımsız bir değerler alanını kabul etmeyen dünya görüşü.” (d). “Özdek”: “1- Temel özelliği yer kaplama olan varlık (Descartes). 2- (Tin, ruh ve düşünün karşıtı olarak) Duyularla algılanan cisimleri kuran töz; cisimsel olanın parçalanmaz bozulmaz tözü. 3- (Aristoteles felsefesinin özel kavramı olarak) Ancak bilim yoluyla gerçeklik kazanacak olan, henüz belirsiz olanak durumundaki şey: a. İlk özdek (hyle proteprima materia) salt özdek, bütün şeylerin temelde bulunanı (hypokeimenon-substratum), kendiliğinden var olmayan, ancak biçimle etkinleşen gerçeklik, b. Son özdek (hyle eskhate) ya da ikinci özdek (materia secunda): Biçim almış özdek.” (e). (a) Wikipedia Contributes, “Democritus”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Democritus>; (b) M. Rıdvan Güneş, ags., s. 2, 8; Erişimler: 21 Ağustos 2015. (c) TDK, ags., “Maddecilik”, Güncel Türkçe Sözlük; (d) TDK, ags., “Özdekçilik”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (e) TDK, ags., “Özdek”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 31 Mayıs 2019.
[84] Epikuros/Epikür: MÖ 341’de Samos’da -Türkiye / Aydın’ın dibinde bir adada- doğdu, MÖ 270’de Yunanistan’da öldü, Yunan. Atomcu, Antik Yunan filozofu (a). Savunduğu: Materyalizm (a)(b). “Atina’da…“Bahçe” adında bir felsefe okulu kurdu” ve burada dersler verdi. “Bilgi”nin temeli, duyumlarımızla algıladıklarımızdır. Duyum, ahlakın da ölçütüdür. “Mutluluğun amacı… duyumlarla alınan hazlardır.” Dinlenme, cinsellik, yeme, içme gibi doğal hazlar doğrudur, fakat gösteriş ve görkem gibi yapay hazlar yanlıştır. “…Epikuros çağdaş maddeciliği ve ahlakı etkilemiş düşünürlerden biridir.” (c). (a) Wikipedia Contributes, “Epicurus”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Epicurus>; (b) M. Rıdvan Güneş, ags., s. 8; Erişimler: 22 Ağustos 2015. (c) GMA Editörleri, “EPİKUROS”, Grand Master Genel Kültür Ansiklopedisi, Milliyet Yayın AŞ, Nisan 1992, Cilt: 2, s. 307.

 

Demokritos’a göre atomlar rastgele ve zorunlulukla hareket ederler ve birbirlerine çarparak onlardan yeni şeyler meydana gelir. Atomların çeşitli şekilleri vardır, birbirine yapışırlar, her şey vurma/kırma/itme ile gerçekleşir. Epiküros’a göre her şey rastlantıyla/tesadüfle meydana gelir. İslam kelamcıları buradaki zorunluluk ve rastlantıyı kaldırıp yerine Tanrı’yı koyarlar. Böylelikle atomları her an -anlık olarak- dilediği gibi birleştiren/yaratan Tanrı’dır. Kelam geleneğindeki Mu‘tezile, Eş‘ari ve Maturidiler de bu atomcu evren tasarımına inanır. Tasavvuftaki sürekli yaratma / tecelli bununla aynısıdır. Bu, Hacıvat-Karagöz oyunundaki perde arkasındaki el Tanrı’dır ama biz bunu görmeyiz, örneğine benzer.[85] (“Rastlantı”[86]) (Sürekli yaratma hakkında[87])

İslam dünyası atomcul metafizikle neden-sonuç ilişkisini reddeder. Aristocu gelenekte ateşle pamuk yan yana gelirse yanar, bu, neden-sonuçtur: Gazzâlî ve benzerleri gibi kelam geleneğine göre ise ateş pamuğu yakmaz, Tanrı ateşe yan emri verir ya da meleklerle müdahale eder. Gazzâlî’ye göre iki şey arasında zorunlu ilişkiden söz etmek için birinin varlığı diğerinin varlığını, birinin yokluğu da diğerinin yokluğunu zorunlu kılması gerekir ki bu imkânsızdır, nitekim Tanrı İbrâhim’i ateşe attı fakat yanmadı, der ve ekler: Ateşle pamuğun yan yana olmasının dışında ne görüyorsunuz, yanmanın gerçek nedenini duyular ve akıl bize göstermez, deyip buradan Tanrı’ya sıçrama yapar. Tanrı zorunlu varlık, evren mümkün varlıktır; aklen mümkün olan, Tanrı için de mümkündür; aklen mümkün olmayan, Tanrı için de mümkün değildir; evren mümkünler evrenidir, akli imkânsızlık dışında evrende her şey meydana gelebilir. Örneğin Tanrı, bir insanı hem ölü hem diri yapamaz ama bir an ölü bir an sonra diri yapabilir. Tanrı evrene her an müdahale eder. İslam kelamcıları ve mutasavvıfları bu şekilde düşünür.

Sonuç olarak İslam filozofları, kelamcıları, mutasavvıfları Grek/Yunan kültüründen “köklü” şekilde felsefe, bilim, siyaset ve dinsel olarak etkilenmiştir. Kendi görüşlerini bu kültüre uydurmaya/uyarlamaya çalışmışlardır. Mesela İbn Sînâ’nın öngördüğü Tanrı ile Aristo’nun hareket etmeyen ilk hareket ettirici Tanrı’sı arasında pek fark yoktur. Yunan ve Hint atomculuğunun kelamcılar tarafından alınıp üzerine eklemeler yapılması söz konusudur. Aşkla ilgili olarak İslam felsefesindeki neredeyse her şey, Platon’un aşk felsefesinin İslam dünyasına bir yansımasıdır. İslam dünyasının etkilendiği diğer kültürler Hint ve İran kültürleridir.[85]

___________________
[85] Hasan Aydın, “Antik Yunan Felsefesinin…” ags.
[86] “Rastlantı”: “Açıklanamayan, beklenilmeyen, önceden kestirilemeyen bir olayın ortaya çıkışı.” (a), “Olayların özünde yer almayıp, başka olayların belli bir olay üzerindeki etkisinde yer alan ve ortaya çıkabileceği gibi çıkmıyada bilen özellik.” (b), “is. Bilgiye, isteğe, kurala veya belli bir sebebe dayanmaksızın oluveren karşılaşma, tesadüf.” (c). “Tesadüf”: “is. (tesa:düf) 1. Yalnız ihtimallere bağlı olduğu düşünülen olayların kesin olmayan, değişebilen sebebi. 2. Rastlantı, rast geliş.” (d). (a) TDK, ags., “Rastlantı”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (b) TDK, ags., “Rastlantı”, BSTS – Toplumbilim Terimleri Sözlüğü; (c) TDK, ags., “Rastlantı”, Güncel Türkçe Sözlük; (d) TDK, ags., “Tesadüf”, Güncel Türkçe Sözlük; Erişimler: 31 Mayıs 2019.
[87] “Tecelli”: “is. (tecelli:) 1. Belirme, görünme, ortaya çıkma, zuhur etme, meydana çıkma. 2. din b. Tanrı’nın insanlarda ve doğada görünmesi. 3. Alın yazısı, kader.” (a). Tecelli: “Hakk’ın varlığının çeşitli mertebelerde zuhur etmesi, sâlikin keşf yoluyla bu zuhuru idrak etmesi anlamında tasavvuf terimi.”. Muhyiddin İbnü’l-Arabî’de, “İlâhî tecelli süreklidir. Hak sürekli âlemin sûretlerinde tecelli ederken âlem de sürekli yok olucudur, kendi yokluğunda sabittir. Hakk’ın sürekli tecelli etmesi âlemin sürekli bir yaratılış içinde olması anlamına gelir.” (b). (a) TDK, ags., “Tecelli”, Güncel Türkçe Sözlük; (b) Semih Ceyhan, “TECELLΔ, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2011, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/40/C40016121.pdf> Cilt: 40, s. 241, 242; Erişimler: 31 Mayıs 2019.